5. Art Bosphorus Çağdaş Sanat Fuarı sergisi, Haliç Kongre Merkezi'nde 15-18 Mart arası 2012'de izleyenlerle buluştu. Serginin son günü birçok bakımdan dikkate değer bir sanat yapıtını izledim: Adı 'Sonsuz Sütun'. İngiltere merkezli Future Studio sanatçısı olarak katılan heykeltıraş Emire Konuk sekiz metre uzunluğu, dört metre eni olan bir alanın tabanını ve tavanını aynayla kaplıyor. Alttaki ve üstteki iki alanı, mekânın ortasından geçen üç metre yüksekliğinde bir sütunla birleştiriyor. Kare kesitli sütunun dört yüzeyi de İznik çinisiyle örtülü!
Eski bilgeliğin arketipi: Evrenselci İkilibirlik
Sıradan bir çini değil bu! 'Saz Yolu' adını taşıyan motif, İznik çini motifleri içinde en çok bilineni ve en sevileni. Evrensel bir arketip: Eski Doğu'dan Batı'ya geçmiş: Yunan sanatında 'meandr diye bilinir, Anadolu folklorunda kadınlar nakışlarında işlemişler! Dünyanın her yerinde ona rastlayabiliriz. Pek çok değişkesi var! Fakat İznik çini motiflerinden olan 'saz yolu' bütün bu bildiğim örnekler içinde dikotomik (ikili) yapıyı en iyi temsil edenlerden biri ve belki de en zarif olanı! Motif zıt çiftinin mücadele ve işbirliğini anlatıyor:
Kültür tarihi alanında uluslararası saygınlığı bulunan ve görsel imgeleri karşılaştırmalı incelemiş olan Emel Esin'e göre, Türklerin (ve İran dışında Asya'nın) en eski öğretisi olan bu anlayış dualist yaklaşımdan farklıdır: Dualist (ikici) anlayışta zıt çiftinden biri diğerini "Ben ışığım/iyiyim, o karanlık/kötü" diyerek ortadan kaldırır. Evrenselci İkilibirlik (dikotomi) anlayışında ise zıt çiftine ahlâki açıdan bakılmaz. Çünkü değişim ve dönüşümden ötürü değerlendirmeler görecelidir. Bu yüzden yaşamı aygıtını çalıştıran zıt çiftinde, mutlak iyi - kötü yoktur, örneğin yaşam ve ölüm konusunda işbölümü vardır!
Saz yolu motifinde 'zıt çifti' yan yana iki dalgalı çizgiyle vurgulanır ve o zıt çizgiler hiçbir yerde birbirinin yolunu kesmez; mücadele ederler, ama biri diğerini yok etmez! Çünkü varoluş için zıt çifti şarttır. Saz yolu motifindeki 'dalgalı çift çizgi'lerin akışına uymuş yaprak çiftleri de yine "dünya aygıtını çalıştıran" iki zıt evreni (ejder) temsil ederler: Kıvrımlar yaparak ve ikisi birlikte-dalgalı çift çizginin iki yanında- S imgesini tamamlayarak ölümü ve yaşamı sürdürürler. Hareketlilik ve kıvrımlar, zıt çiftinin birbiriyle ilişkisinden doğan değişim dönüşüm yeteneğini ifade eder.
Antik Yunan ve Roma'daki meandr ise iyi ve kötüyle oluşan ikiciliği/dualist öğretiyi temsil eder. Bugün felsefe, gerçek bir demokrasi anlayışını, dualist görüşün dışında ararken evrenselci İkilibirlik öğretisine yaklaşıyor: Örneğin Heidegger'i izleyen Jean-Luc Nancy'nin Heidegger'den esinlenip ortaya attığı "ile felsefesi" gibi. "Saz yolu" motifi, eski bilgeliklerdeki (ve şamanizmdeki) dünyaya bütünsel açıdan bakan evrenselci İkilibirlik öğretisinin simgeciliğine dahil olduğu için, çağımızdaki 'ile felsefesi'yle (birlikte yaşama, paylaşma, birlikte varolma hakkına saygı) ve 'çoklu birlik' düşüncesiyle bağ kurma yeteneğine sahip görünüyor.
İşte Emire Konuk'un ele aldığı saz yolu birkaç binyıl önceki bilgelerin dünyaya, insana, yaşama özgür bakışından doğan bir dünya görüşünün kalıtımsal imgesi (arketipi)! Sanatçı bu motifi hiç değiştirmeden tekrarlayarak sütun boyunca kullanıyor. Çinileri 'İznik Vakfı' eski İznik çini tekniğini kullanarak yeniden yaratıp üretmiş. Sütunun dört yüzeyinde de su gibi akıyor bu motif. Aşağıda ve yukarda -aynaların içinde- baş döndürücü hızda bilinmeyenlere doğru devam edip kayboluyor. Aynaların işlevi çok önemli: Suyu, derinliği, yansıyı/hayali ve yansımanın sonsuzca yenilenip sonsuzca geçişini aksettirmek! Nereden ve ne zaman geldiklerini; nereye ve ne zamana kadar gideceklerini bilemeyiz! Bir arketipin ne zaman başladığını, düşünce ve yaratıcılıklarımızın nereye gideceğini asla bilemeyeceğimiz gibi!
Felsefeyle bağıntısı
Şu da çok önemli: Emire Konuk bu yapıtıyla, kayıp geçmiş ve bilinmeyen gelecek arasındaki metafizik ortamın örneğini yaratıyor: İçinde (ve şimdide) konumlanıp dokunabiliriz, boşluğu gözümüzle kavrayabiliriz, aşağıya ve yukarıya bakarak onun baş döndürücülüğünü algılayabiliriz! (Orhon yazıtlarında "Önce yer ve gök vardı ve arasında insan yaratıldı" der.
Babil Yaratılış Destanı'nda ise benzer bir ifade kullanılmıştır: "Önce yer ve gök vardı, arasında tanrı yaratıldı.") Ortaya çıkan görsellik çok etkileyici ve heyecan verici: Ayağın bastığı yer, aynanın sert somut yüzeyi: Felsefedeki "şimdi ve burada" tanımına uyuyor! Yerin altındaki dipsiz bir derinlikle (yeraltı, geçmiş/yansı) yerin üstündeki (tavandaki yansı, gelecek?) sonsuz uzamın arasında buluyor insan kendini: Zamanın tek işareti kendimim; kılığımla, imgemle ve bir de somut çinili sütunla! Geçmiş (İznik çinileri) şimdide! Şimdi, geçmiş ve gelecek bir arada! Uzamın ve zamanın 'temsili olan' bu ortamın içinde durduğum yer ve görüntüm bir varlık noktası! Ben varım, yansım var! Çekildiğimde yansım yok, hiç varolmamış gibiyim. Özel ve filozofça bir deney alanı!
Evrenin bu küçük modeli içinde, gövdemi bitiştirdiğim sütun, sanki yerin altından gelerek (ölüler dünyasından) göğü delip uzaya fırlıyor, ucu görünmeksizin yeraltıyla uzayı birleştiriyor; ama sonu yok, görünmüyor. Sonsuzluk gerçekten de ancak böyle bir şey olabilir. Emire Konuk çok zekice, çok tasarruflu bir ifade biçimiyle insana ilksiz sonsuz olanı -havsalanın almadığını- yaşatıyor. Bir metafizik ortam örneği yaratıp bunu bir görsel şölen içinde ve izleyiciyi oyun, ilüzyon (yanılsama) heyecanıyla denemeye katarak gerçekleştiriyor! Böylece enstalasyonu estetiğin yanı sıra çok yönlü zengin bir deney düzeyine de taşıyor. Bu yapıt bana Sumer mitolojisindeki 'bilgelik ve su tanrısı Enki'nin suyun 'dipsiz dibinden' yükselen ve ucu ta göğe kadar ulaşan bilgelik kulesini hatırlatıyor. (Emire Konuk'ta suyun yerini ayna alıyor.)
İlkbahar yenilene
Üzerinde İznik çini motifi -saz yolu- olan sütunu evrenin direği olarak da okuyabiliriz: Eski toplumlarda her ilkbaharda kutlamaların merkezinde hazırlanan bir dünya direği veya evren direği olurdu! Osmanlı döneminde padişah kızlarının düğünlerinde veya şehzadelerin sünnet düğünlerinde, düğün alayıyla gezdirilen nahıllar hazırlanırdı ki bazıları gemi direği veya minare uzunluğunda elde yapılan ağaçlardı bunlar: Kavak veya servi biçimli olup yeraltını, yeri, göğü birleştiren bir tür evren direkleriydiler. Üzerleri altın varaktan yapraklarla, mumdan meyve hevenkleriyle, kağıt çiçeklerle, hatta mücevherlerle süslenirdi. (Ağacın kökleri yeraltını, gövdesi yeri, tepesi göğü temsil eder. Ağaç hep yukarı, daima yukarıya uzar: Dirimsellik dik durmakla özdeştir. Evrenin direği, dünyanın direği imgelemini Mircea Eliade çok iyi anlatır.)
Ancak 15 - 18 Mart arasındaki günlerde, tam ilkbahar güneşinin yenilendiği, ağaçlarda tomurcukların patladığı sırada ve Haliç suları sergi binasının ayakları dibinde ve masmavi bir kedi gibi uzanmışken; gördüğüm bu evren direği hiçbirine benzemiyor: Üzerindeki İznik çinileriyle sınır tanımadan koşmakta. Nereye? Bilmem kaç yüz bininci kez patlayan tomurcuklarla birlikte yine yenilenmeye doğru mu? Onat Kutlar'ın "Bahar isyancıdır" sözü geliyor aklıma! Çevre kirliliğinden doğan endişelere, bilim insanlarından gelen doğanın yok olacağı uyarılarına, duyarsızlıklara, umutsuzluklara karşın, 'saz yolu'yla ve aynalarla yapılan bu enstalasyon yenilenme ruhunun asla yok edilemeyeceği, edilmemesi gerektiği duygusunu aşılıyor insana: Umudunu diri tutmaya ve mücadele için enerjini diriltmeye, isyankâr olmaya mecbursun, diyor!
Su ve ışık, bilgi ve sağlık ilişkisi
Basına dağıtılan açıklamada bahar vurgusu var: "Saz yolu motifi, yaşamın sürekliliğini, doğada yeniden yeniden doğuşu, bedensel ve ruhsal yenilenmeyi, sonsuzluğu, bitki ve su motifleriyle kutsayan Anadolu sanatının en güzel örneklerinden biridir." Neye karşı? Yok oluşa! Çevre kirliliğine! 'Dalgalı çift çizginin' anlamı ölüm suları ve yaşam suları! Saz yolu motifinin dalgalı çift çizgilerinde ve sütunun dipsiz aşağıya ve sonsuz yukarıya doğru yönelişinde ölüm ve yaşam birbiriyle yarışmakta! Sazlar su kıyılarında olurlar. Sular kıvrıla kıvrıla kıvrıla gider. Eski efsanelerde insanlar şifayı yaşam sularında, ölülerini sazlıklarda aramışlardır: Gılgamış sonsuz yaşamı bulmak için simsiyah ölüm denizini aşar, ölüm korkusunu da! Dalgalar bazen durulur bazen coşar. Ama hep koşarlar ölüm ya da yaşam için!
Aynı alanda bir başka video enstalasyonunda Emire Konuk İznik çinilerini ve onlara rengini veren kobalt mavisi suların dalgalarını, onların sonsuz iniş çıkışlarını, devinimlerini ekrana yansıtmış. Saz Yolu'ndaki dalgalar ekranda devam ediyor. Su dirimselliğin en önemli maddesi, önümüzdeki yıllarda en değerli şeyin su olacağının altı çizilir oldu. Dünyada ölüm var, yaşam da var: Yaşamın zafer kazanması için 'su' şart! Ayrıca su bilginin, bilgeliğin ve sağlığın da simgesi! (Örneğin Sumer'de su ve bilgelik tanrısıdır Enki, içinde yaşadığı bataklığın adı apsu, sezgi denizi, anlamına gelir. Kutadgu Bilig'de bilge yönetici sık sık bilgi denizine, bilgi ırmağına benzetilir.)
Eski Türklerde de kanatlı ejderha (evren) iklimsel değişim dönüşümü temsil ederdi. Kışın yeraltında yaşar, onun için yılan kuyrukludur. Baharda yerin üzerinde dolaşır, o nedenle pars başlı ve pars ayaklıdır. Yazın göğe uçar, işte o sebeple de kuş kanatlıdır. (Dr. Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, Kabalcı) Prof. Dr. Fuzuli Bayat ise ejderin su ile birleştirildiğini belirtir. (Türk Mitolojik Sistemi 2, Ötüken Yayınları) Su yerin altındadır, ama ilkbaharda dereler coşar, yazın ise su buharlaşıp göğe çıkar. Yağmur olup aşağıya düşer. Sonsuz dönüşümüyle sular, biçimden biçime dönüşen ve asla yok edilemeyen ejderhayla temsil edilmiştir. Burada ise yaşam veren suyun aydınlığı ve suyun dönüşümü aynalarla verilmektedir.
Sonsuz mücadele ve her kez yeniden yaşamı kazanma gibi anlamlı bir öykü üzerinden, İznik çinilerini yapan ustalara vefa borcu da hepimiz adına ödemiş oluyor böylece! Emire Konuk bir şey daha yapıyor: Bu yapıtıyla felsefecilere yanılsamalı olduğu için eğlenceli, ilginç ve estetik açıdan mükemmel bir deney alanı sunuyor.
Uygun bir sanat kültür merkezinin içinde felsefecilerin, sanatçıların, bilim insanlarının ve öğrencilerinin buluştuğu bir yer/mekân hayal ediyorum: Adı 'Saz Yolu' olabilir: Çünkü saz yazı yazılan kamış aynı zamanda ve müzikle de ilişkili! Kaldı ki söz konusu İznik çinisinin adı olmakla resimle de ilişkili! İlk toplumsallaşmaların, ilk uygarlık ve kültürün, ilk bilgelerin doğduğu yerler su kıyıları! Bu bütünselci bakışa ihtiyacımız var! Hayal ettiğim buluşma mekânına, onun işlevine bu enstalasyon, bu ad nasıl da yakışırdı! Suyun müziğiyle birlikte! Ve pekalâ dans gösterisi, performans için de uygun bir mekân! Bu kadar bizden ve özgün olanı görecek, gerçekleştirecek duyarlı, uzgörülü bir yetkili var mı bu ülkede? Soruyorum! (YC/YY)