Bir zamandır Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Her kürtaj bir Roboski'dir" sözüyle kuyuya attığı taşın peşine düşmüş, mevzuu bir orasından bir burasından tutmaya çalışıyor;
Roboski'ye mi kızalım, başbakan, bakanlar ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı'nın açıklamalarına mı köpürelim;
"İslam dininde aslında...., ama ruhun üflenmesi... beden Allah'ınsa da bunun üzerinde tasarruf sahibi olan canın emanet edildiği kişidir, ne erkekler ne hükümet," "bir Katolik Kilisemiz eksikti" diyerek dini argümanlar mı geliştirelim;
O da yetmedi "bedenimiz bizimdir" derken ucuz liberal mülkiyet hakkı tartışmalarına yanıt vermek durumunda mı kalalım;
"Kürtajı yasaklamak kadınlara ölün demektir" derken zaten bunun açıktan söylenegeldiği gerçeğine mi yanalım;
Türk kadınına "3'tü 5'ti doğur" diyen hükümetin Kürt coğrafyasında sıkı doğum kontrol yöntemleri uygulamaya hazırlandığını, bunun düpedüz kadınları bölen bir savaş politikası olduğunu mu haykıralım bilemedik.
Bu dört bir yandan gelen saldırılar karşısında politik duruşumuza göre kimimiz "gündem değiştirmeye çalışılıyor esas mevzumuz Uludere" derken (bkz. Aksu Bora), kimimiz "hükümetin gündeminde kürtaj yasası zaten vardı Uludere'yle bunun doğrudan bir ilişkisi yoktu" dedi.
Bu saldırıları kendimizce bir önem sırasına dizip mücadele hattımızı buna göre belirlemeden evvel durup derin bir nefes alalım; düşüncemizi berraklaştıralım derim. Zira karşı karşıya kaldığımız, Michel Foucault'nun modern devletin yegane nesnesi olduğunu savunduğu; Giorgia Agamben'in ise egemenin ezelden beri derdi olan ancak özü "istisna hali" olan modern demokraside siyasi alanla kesiştiğini düşündüğü "çıplak hayatın" politizasyonu...
Özür bile dilemeksizin -ki dilense ne olacak ki- kasten insan öldürebilmekle, doğmamış olanın "kutsal" ilan edilmesi paradoksu hukukun hem içinde hem dışında konumlanan (Immanuel Kant'ın transandantal terimini burada kullanmak yerinde olabilir) egemenin tasarrufundaki istisna halinin temelini oluşturur.
Sorulması gereken soru, doğmamış ceninde kutsananın ne olduğu ve bu "kutsallığın" neyi meşru kıldığı. Zira gün be gün maruz kaldığımız saldırıların sırrı, "modern demokrasi ve totalitarizm arasındaki içsel dayanışmanın kaynağı" burada yer alıyor.
Onlar varsınlar ancak dibine kadar çirkinleştikten sonra bu "küçük Amerika"da tartışmayı "pro-choice" (tercih hakkını savunanlar), "pro-life" (yaşam hakkını savunanlar) arasındaki suni ikilik üzerinden kurmaya çalışsınlar, biz burada "yaşam" derken kastedilenin ne olduğunu sorgulamaya açıyoruz.
Zira yaşam zaten yaşayanların mücadelesi sonucu inşa edilir; doğmamışa, soyut olana referansa mahal vermez. Lakin bu doğmamışa, soyut olana referans (felsefi arenada saf Varlık olarak kendini gösteren), bu mücadelede iktidarın en kuvvetli silahını, onun metafiziğini kurar.
Homo sacer
Agamben "homo sacer"i "öldürülebilen ancak kurban edilemeyen yaşam" olarak tanımlıyor. Bir anlamda hem ilahi olanın hem de yasal olanın alanından dışlanmış olan "çıplak yaşam", maruz bırakıldığı şiddet üzerinden tanımlanabilir hale geliyor. Bu minvalde egemenin en belirgin özelliği cinayet işlemeden öldürebilme yetisidir. Egemenin sahasında yaşam "cinayet işlenmeden öldürülebilmesi" üzerinden tanımlanır.
Modern demokrasilerde her daim yaşamın kutsallığından dem vuran egemen aslında "cinayet işlemeden öldürebilme" yetkisini pekiştirir. Tevekkeli değil Erdoğan, Batı demokrasilerinden dem vuruyor, tartışmayı yaşam hakkının savunması üzerinden yürütmeye çalışıyor. Burada atıfta bulunulan yaşam "çıplak hayata" indirgenmiş yaşamken; egemenin esas edimi bu çıplak hayatın üretimidir.
Agamben bu noktada "Günümüzde egemen karşısında mutlak bir hak olarak ele alınan yaşamın kutsallığı aslında yaşamın ölüm ve yaşam üzerine tasarruf sahibi iktidara tabiyeti ve kendisinden feragat edilmesi üzerine kurulu bu ilişki içerisinde yaşamın çıplaklaştırılmasıdır" der.
Egemenin bir sözüyle "-1 yaşına" düşürülen yaşam tanımı, cenine atfedilen kutsallık, egemene istisna halini uygulama, cinayet işlemeden öldürme yetkisi verir.
Yani Erdoğan'ın "Her kürtaj bir Roboski'dir" demesi aymazlığının değil, modern demokrasilerin üzerine kurulu olduğu "istisna hali"nin cüretkar bir ifadesi. Kürtaj yasağıyla anılan çıplak, soyut yaşamın kutsallığı, Roboski'de 34 kişinin kasten katledilmesinin, bütün muhalif seslerin keyfi tutuklamalar cenderesi içerisinde öğütülme girişiminin meşruiyet zeminini oluşturur. Kutsanan yaşam, egemenin cinayet işlemeden öldürmesini, hukukun dışında olmakla birlikte hukuk çerçevesinde keyfi tutuklamalar yapmasını sağlayan çıplak yaşamdır.
Erdoğan'ın savunduğu "kutsal yaşam" iktidara istisna halini uygulama yetkisini verirken demokrasi ikiz kardeşi totalitarizme dönüyor; hepimizin yaşamı parlamenter demokrasi rejimi içerisinde oy kullanan seçmenler olarak kutsallaştıkça çıplaklaşıyor ve kırılganlaşıyor; militer ve artık para-militer kuvvetlere asker; pazara müşteri ve proleter doğuran kuluçka makinelerine dönüşüyor. (ÖK/AS)