Nuri Salman’ın politik mücadele ile geçen yıllarını anlattığı kitabı Yolculuk Sürer, bir devrimcinin biyografisi üzerinden, Türkiye’nin yakın tarihine ve dününden bugününe bakabilme imkânı sağlıyor.
Amerikan yardımı diye dağıtılan sıvıyağın, Dersim’in en ücra köylerine ulaşan iğrenç kokusu... Zaza diyarında, Zazaca konuşanın şiddet gördüğü köy okulları... Alevi olmanın ayrımcılığa maruz kalmakla eşdeğer kabul edildiği değişmez yasa... O yasa, galibin adaleti.[1] Adalet denen şey, ufukta yalnız dumanı gözüken sessiz bir gemi...
Nuri Salman,’38 Dersim Katliamı’nda sürgün edilen yoksul bir ailenin çocuğu olarak, böyle bir ortamda dünyaya gelir (1956, Ovacık, Tornova köyü). Ailesinin, o daha doğmadan maruz kaldığı ayrımcı uygulamalara ilkokul yıllarında öğretmeninin, lisede sınıf arkadaşlarının, askerde komutanının eliyle uğrar.
Öte yandan, 12 Mart’la beraber “erken doğum yapan” faşizm ülkeyi etkisi altına almıştır. Deniz’lerin idamına giden süre boyunca ve sonrasında günlük gazetelerin ilk sayfaları, gençlerin ölüm haberleriyle dolup taşmakta; siyasi cinayetler, faili meçhuller, infazlar git gide olağanlaşmaktadır... Memleket politikacılar, sermaye grupları, provokatörler ve faşistler tarafından iç kıyıma sürüklenirken, Salman, adeta doğal bir refleksle sol-sosyalist dünya görüşünden yana alır tavrını. Eline geçen politik yayınlar arasında, dikkatini en çok Devrimci Yol dergisi çeker. Dergi aracılığıyla kurduğu ilişkilerle beraber 1977’de başladığı siyasi faaliyetler, ömrü boyunca sürecek “yolculuğun” ilk adımları olacaktır.
Dağların sevdaya çağrısıdır, durmayın
Dersim’de faaliyet yürütmek, devrimci yapılar için zorluklar barındırmaktadır. Bir dış etken olarak, Dersim’e ulaşımın güç olması aşiretleri korumuş ve yalıtmış, böylece grup kimliklerini güçlendirmiştir.[2] Geleneksel örgütlenmeler genç nesil arasında çözülmeye uğrasa da etkinliğini devam ettiren feodal durumlar (mezhep liderlerine bağlılık vs.) vardır. Yanı sıra, Salman’ın, kitabında epey detaylandırdığı üzere, insanlar arasında var olan rekabet ve anlaşmazlıklar sonucu çıkan kavgaların ölümle sonuçlanması da nadir rastlanan bir durum değildir.
Kitabın sayfalarını çevirdikçe, Salman ve arkadaşlarının, önlerindeki temel güçlüklerden biri olan bu dezavantajlı sosyal ortamı ve bölgedeki yapısal çelişkileri, gerçekleştirdikleri kitle çalışmalarıyla nasıl avantaja çevirmeye çalıştıklarını görürüz. Halk meclisleri tertip edilir, tartışma ortamı oluşturulur, tehdit ve şiddetten uzak bir yaklaşımla sorunların üzerinde durulur. Çalışmalar büyük ölçüde olumlu sonuçlanınca halkın Devrimci Yolculara olan güveni artar. Bundan sonra gençlerin gönül işlerinden tutun da arazi ya da mal paylaşımı veya miras meselelerinin çözümü için bölge halkının Devrimci Yolculardan yardım talep etmeye başlaması, köylülerle ilişkilerin nasıl doğru biçimde kurulduğuna dair göstergeleri oluşturur. Bölgede faaliyet gösteren diğer sol fraksiyonlar arasında meydana gelen gerilimlerin yine Salman ve arkadaşlarınca nasıl uzlaşıya vardırıldığını, Salman’ın anlattıklarını okudukça -örneklerle ve tanıklarla beraber- görebiliyoruz.
Öte yandan, Türkiye her anlamda bir kriz ve bunalım döneminden geçmektedir. Yine Salman’ın kitaptaki ifadeleriyle aktaracak olursak: yoksulluk, gıda kuyrukları ve karaborsacılık had safhaya çıkmıştır. Alevi ve Sünni kitlelerin bir arada yaşadığı Erzincan, Elazığ, Sivas, Çorum gibi illerde faşist saldırılar yaşanmakta, buna karşın sol kanatta da direniş ve barikat savaşları örülmektedir. En sistematik faşist saldırı ise Maraş’ta cereyan eder ve bilindiği üzere vahşetle sonuçlanır. Kısmi sıkıyönetim de böylece ilan edilir. Adı dağa taşa “Karaoğlan” diye yazılan Ecevit’in mevcut durum karşısındaki çekingen tavrı ve kısmen taban bulan milliyetçi cephelerin saldırgan tutumu, ülkeyi arayışa sürükler. Cunta fikri, halkın bazı kesimlerince mevcut koşullardan kurtuluş, bir düzlüğe çıkış umudu olarak görülmeye başlanır. Salman ve arkadaşlarının “Açık askeri faşist müdahalenin gelişi an meselesidir, bunun engellenmesi için geniş kitlesel eylemler ve halk direnişi gerekiyor. Ancak bu şekilde caydırıcı bir rol oynayabiliriz,” çağrısı sol örgüt ve çevrelerde yer yer karşılık bulsa da Cunta’ya karşı topyekûn bir direnişi örgütleyemez. Ve nihayet Müşerref Akay’ın “Türkiye’m, Türkiye’m” adlı şarkısı, bir felaket düdüğü gibi çınlamaya başlar memleketin kara bulutlu göğünde...
Yol verin geçelim Dersim Dağları
Cunta’nın Dersim’e yoğun operasyon başlatmasıyla birlikte devrimciler bölgeyi terk etmek durumda kalırlar. Salman da evvela politik ve teorik eğitim almak üzere Suriye’ye geçer. Kamplarda, doğrudan demokrasi yahut “nasıl bir sosyalizm?” gibi temel konular üzerine uzun tartışmalar yürütülür. Devrimci Yol’un akıbeti tartışılır: Cunta harekete yalnızca darbe mi vurmuştur, yoksa hareketin üzerinden geçip onu işlevsiz mi kılmıştır? Halkın ve devrimin geleceği ile ilgili tartışmalar bazen bıktırıcı bir hâl alır. Türkiyeli devrimcilerin bitmek bilmeyen toplantıları, kamptaki Filistinlileri bile hayrete düşürür.
Fakat burada asıl önemli nokta, Salman’ın gerek diğer sol örgütlerle gerek Devrimci Yolcularla olan tartışmalarında, fikrini özgürce söylemekten geri durmayışıdır. Bunun da en büyük sebebinin, düşüncelerinin -ama doğru ama yanlış olsun- şahsi komplekslerden arınmış olması ve tüm saflığıyla devrime bağlı oluşu ve hasretini çektiği sosyalist Türkiye’yi mümkün kılmaya yönelik tutkusu olduğu görülür. Onun bu bilimsel ve materyalist yaklaşımı tüm eylemlerini, düşüncelerini ve gerek halkla gerek yoldaşlarıyla ilişkilerini belirlemede başat rol oynar. Bilimsel davranışa varmanın temeli, kişisel önyargılardan arınmaya, özel sevgi ve nefretlerden sıyrılmaya bağlıdır.[3] Salman’ın yaşamını okudukça, bunu fazlasıyla başardığına tanık oluruz. Hareketin ideallerinden ve amaçlarından şöyle bahseder Salman: “Biz devrimci mücadeleye, gelecek mücadelesi diye ifade ettiğimiz yaşam biçimine, kimsenin zoru veya teşviki ile çıkmış değildik. (Hareketimiz) yaşanan zulme, baskıya başkaldırıydı; bu yüzden çok fazla arkamıza bakmıyorduk. İnsani ihtiyaçlar bağlamında da bizim gecemiz gündüzümüz her konuda hareketimizin geleceği içindi. Bunu amaçlamıştık, bunun dışında başka bir şey düşünmüyorduk.” (s.128)
Daha sonra askeri eğitim için Lübnan’a geçilir. Eğitimler tamamlanınca, 1983 yılının Mayıs ayında, devrimci mücadeleyi sürdürmek adına Dersim’e dönülür. Salman, Hozat çevresinde faaliyete başlar. Anlatının bu bölümü, barınakların inşasından yiyecek – içecek temininin gerçekleştirilmesine, köylülerle olan işbirliğine, diğer sol örgütlerle olan karşılaşmalara kadar epey detaylandırılmakta ve özellikle dönemin kır yaşantısına dair zengin bilgiler içermektedir. Ermenilerden kaldığına inanılan hazineyi ararken yanlışlıkla Devrimci Yol dergilerine ulaşan hazine avcılarına, savaşçılara keçi kılından ve koyun yününden çorap ören köylü kızlarına, “benim tüzam (tüzüğüm) Dev – Genç tüzasıdır,” diyen ihtiyarlara –ki Marx, fikirlerin, yığınlar onlara sahip olduğu zaman maddi güçler hâline geldiğini yazmamış mıydı?[4]- yerel mitoslardan tutun da dağlarda söylenen türkülere, dağ hayvanlarına kadar birçok zengin ayrıntı, Salman’ın hafızasından hareketle kağıda dökülür.
Kitabın en çarpıcı bölümlerinden biri ise şüphesiz, Nuri Salman’ın bir zamanlar kalabalık bir grupla beraber heyecan ve coşkuyla mücadele verdiği dağlarda tek başına geçirmek zorunda kaldığı devredir. Yine kendi ifadeleriyle; korku ve endişeye yer yoksa da, zaman zaman duygusal anlamda boşluğa düşmemek, bir dost-yoldaş sesi özlememek işten değildir Salman için.
Anlatının bundan sonrası dağdan iniş, 1985 sonbaharında İstanbul’a dönüş ve Çanakkale Cezaevi’nde geçirdiği on yıllık mahkûmiyet süreçlerini kapsıyor. Devrimci Yol hareketinin başlattığı Tartışma Süreci ve ÖDP’nin 1996 senesindeki kuruluşuna kadar giden yolda yaşanan polemiklere genişçe yer ayrılıyor. Özgürlükçü Sol fikriyatı ile kurulan bu yeni yapının sol içi misyonunun ne olduğu, hem halkta hem sol-sosyalist çevrede nasıl karşılık bulduğu, doğruları yanlışları, sonraki süreçte yaşanan ayrışmalarına kadar detaylıca aktarılıyor.
Anadolu bahçesinin ayrıkotları
Sonuç olarak, Nuri Salman, ne hayalî yel değirmenlerine karşı savaşan bir Don Quijote ne de öz yurdunda gizlenmek zorunda kalan Kral Odysseus’tur. Okur, anlatıyı okudukça görecektir ki Salman, bir düşüncenin insan hüviyetine bürünmüş hâlidir. Devrimciliği “...acı, ıstırap ve zorluklara rağmen, tadına doyulmayan, her gün kendini yenileyen ve daima yeni şeyler üreten bir yaşam biçimi...”(s.202) olarak tanımlaması bunun bir göstergesi olsa gerektir. O, Lyotard’ın deyimi ile “büyük anlatıların” parçalanmak üzere olduğu bir yüzyılın son deminde, geniş kitleleri kapsayan devasa ideallerin çöktüğü, neo-liberalizmin ve küreselleşen sermayenin zaferini ilân etmek üzere olduğu bir çağın kapı aralığına sıkışmış inatçı bir taştır. Onun belleğinden dökülen mücadele anıları, şahsi yaşam öyküsünden hareketle, bu toprakların yarattığı en kitlesel devrimci hareketinin tarihsel sürecini detaylıca öğrenmek isteyenler için enikonu bir kitap olmuştur: Yolculuk Sürer...
Nuri Salman ve onun şahsında tüm yol arkadaşları, zehir solumaktan rengi atmış ölgün çiçeklerle dolu Anadolu bahçesinde, besinini kendi kökünden, toprağından alan yemyeşil ayrıkotlarıydılar. Hikâyeleri ve mücadeleleri, ezilenler için ilham ve inanç kaynağı olmaya devam edecek...(DT/NV)
* Nuri Salman, Yolculuk Sürer,Ayrıntı Yayınları, 221 sayfa.
[1] Nurdan Gürbilek, Sessizin Payı, Metis Yayınları, s.41, 2015, İstanbul.
[2] Peter Alford Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar, Tümzamanlar Yayıncılık, s.174, 1992, İstanbul.
[3] Gordon Childe, Kendini Yaratan İnsan, Varlık Yayınları, s.10, 2010, İstanbul.
[4] K. Marx, F. Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], Sol Yayınları, s.17, 2013, Ankara.
Nuri Salman hakkında1956 Tunceli’nin Ovacık İlçesine bağlı Tornova köyünde doğdu. 1980 yılında Tunceli’de tutuklanıp bir yıl sonra tahliye oldu. 1981 Ağustos sonlarına doğru yörede bir kısım arkadaşıyla kırsal alanda mücadeleye başladı. Haziran 1982’de Suriye ve Filistin’e gitti. 1983 Mayıs’ında Dersim’e döndükten sonra Hozat çevresinde kaldı. 1988’de yakalanarak Çanakkale Cezaevine gönderildi. 10 yıl ceza aldı. 1991’de tahliye oldu. ÖDP’nin kuruluşunda yer aldı. Fatma Turgut ile evlendi. İki çocuk babası. |