* Haberin fotoğraf galerisi için tıklayınız.
Sabah 08.30, Cihangir meydanı. 1 Mayıs işçi bayramı kutlamalarını izlemek ve haber yapmak için taksiye binip Kurtuluş'a "sorunsuz" gittik. Oysa Sıraselviler caddesindeki Alman Hastanesi'nin önündeki polis barikatı nasıl bir gün geçireceğimizin işaretini veriyordu.
Karaköy üzerinden Kasımpaşa'yı geçip Kurtuluş caddesine vardığımızda küçük gruplar sokak aralarında beklemeye koyulmuşlardır. "Abi erken gidip alınmanın alemi yok. Buluşma saati olan 10.00'a doğru katılırız korteje" dedi bir erkek.
Karnımız aç olduğu için Kurtuluş caddesindeki bir çorbacıya girdik. Çorbalara ilk kaşığı daldırdığımızda büyük bir gürültüyle irkildik. Dışarıda yoğun bir duman, kaçışan insanlar ve biber gazı atan, tazyikli su sıkan polisleri gördük. Hemen fotoğraf çekmeye ve dışarı çıkmaya başladık ki polis dükkanın kapısının önüne bir gaz bombası attı.
"Bölücülere su mu veriyorsun"
İçeride kahvaltı yapan polislerinde bulunduğu insanlar öksürmeye başladığı çorbacıdan çıkıp nefes almaya yeltenmemiz nafile bir çabaydı. Dışarısı içeriden daha fena durumdaydı. O hızla köşeyi döndük ve ikinci gaz bombası önümüze düştü. İlk sokağa attık kendimizi. Öksürük, göz yanması, burun akıntısı, mide bulantısı derken kepenklerin ardından bir ses "Su ister misiniz çocuklar" diye sordu. Evet yanıtımızın üstüne içeriye gidip bize bir bardak suyu vermek için bardağı kepenklerin ardından uzatan el boşta kaldı çünkü sokağın başında beliren polis yeni bir gaz bombasını atıp üstümüze doğru koşmaya başladı. Suyu içemeden kaçmaya başladık ama bize su vermek isteyen eli iten polis "bölücülere su mu veriyorsun lan!" diye bağırdı. Dükkanın kapısı kapandı.
"Serdar Ortaç Parkı"nın önüne geldiğimizde limonlarla kendimize gelmeye çalışırken Halaskar gaziden sokağa giren polislerin önünde bulduk kendimizi. Tekrar koşmaya başladık ve Baruthane caddesine vardık.
Yokuşun başında duran polislerle eylemcilerin arasında fotoğraf çekmeye ve haber için bilgi toplamaya çalışırken bir polisin attığı iki misketten biri bir kadının bacağına isabet etti.
Kadının moraran bacağını camdan olayları izleyen bir kadının verdiği buzlarla tedavi ederken, eylemcilerden biri yokuşun başında gaz bombası atan polislere bağırıyordu: "Atmayın lan atmayın. Gözlerimiz mahvoldu!"
Gazın etkisiyle olacak ki herkes nerede olduğunu, ne yöne kaçması gerektiğini bilmez bir şekilde birbirine bakıyor, sorular soruyordu. Hiç biri cevaplanamayan bu sorular sokağa dalan polisleri görünce birden yanıtını buldu: "Aşağıya kaçın oğlum!"
Az önce bize buz veren kadın eliyle Baruthane caddesinden nereye çıkacağımı gösterdi. Biz de kaçtık.
Atılan gazlar hala sokağa hakimken aksi istikamete, bir üst caddeye çıktığımızda gördüğümüz manzara dehşetti. Akrep aracıyla bir grup sivil-resmi polis küçük bir grubu kovalıyor, polislerden ikisi havaya, biri de doğrudan kovaladıkları göstericilere doğru ateş ediyordu. Sonra yakaladıkları birini araca tıkıp koşturmaya devam ettiler. Dört yol ağzında her yerde polisle eylemciler arasında atılan gaz bombası ve gaz bombalarının arasında kaldık. kapısı aralık olan bir dükkana kendimizi attık. Dükkan sahibi gazın etkisini geçirsin diye "zorunlu müşterilerine" ayran ikram etti ve polisten şikayet etmeye başladı: "Bıraksalar insanlar kutlasa bayramını. Bunlara ne gerek var?" hakikaten ne gerek vardı? sanırım bu soru tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar kadar karmaşıktı.
"Gel basın, bayanlara nezaketimizi çek!"
Dolapdere'ye inen yokuşun orada bir grup polis mevzilenmiş bir grup polis hangi sokakta kimlerin olduğu yönünde tahminlerde bulunurken burnu kanayan biri koşarken kendini polislerin arasında buldu. Ne tuhaf ki hiçbir polis bu kişiye bir şey yapmadı. Çocuk da şaşkınlıkla yokuştan aşağı saldı kendini.
Bu sırada karşı sokakta göstericilerin olduğunu söyleyen bir polisi takip ettik. bir binaya kıstırdıkları dört kadını alması için kadın polisler bekleniyordu.
Erkek polislerden biri ben ve Taraf gazetesi muhabiri Tuğba Tekerek'e yaklaşarak, bağırır bir tonda "Gel basın bunu da çek! Bayanları erkek polisler ellemiyor, bayan polis bekliyoruz bakın!" dedi ve bizi çekiştirerek "nazikliklerini" görüntülememizi istedi. Bir diğer polis bu polisi sakin olmaya davet ederken fotoğrafı çektik ve gözaltına alınanların tıkıştırıldığı otobüsün yanına vardık, içeriden bir kişi bize bakarak bağırmaya başladı: "Yürürken alındık, coplandık, küfüre maruz kaldık!" Otobüsün kapısı hızla kapatıldı.
Pangaltı'dan Halaskargazi caddesine çıkan sakin bir ara sokak bulduk ve oradan caddeye yöneldik. "Orantılı güç" kullanmaktan yorgun düşmüş polisler ekmek arası döner yiyorlar, gazın etkisini hafifletmek için ayran içiyorlardı. Tekerek'in sarı basın kartı sayesinde barikatı aşıp caddeye çıktık. Kol kola girmiş CHP'liler sloganlarla geliyorlardı. Öğrendik ki polis onlara da müdahale etmiş ve ana korteje gecikmişler. Binalardan alkışlayan ve karanfil atan insanları görüp daha da coşan CHP'liler "Gündoğdu marşı"nı okumaya başladılar:
"Gündoğdu hep uyandık, siperlere dayandık!.."
"Bu işte bir iş var"
Bu esnada Harbiye Askeri Müzesi'nin önündeki çimlerde uzanan bir kadın gördük. Yarı baygın bir biçimde yatıyor, yardım bekliyordu. Eğitim-Sen üyesi olduğunu sonradan öğrendiğimiz bu kadına polis copla boynuna vurmuş, sonra da orada bırakıp gitmişti.
Ambulans geldi, boyunluk takılan kadını aldı ve en yakın hastaneye götürmek üzere yola çıktı. O sırada kaldırımdan gelen sivil polislerden biri "Biz burada kimseye müdahale etmedik ki. Nasıl olmuş bu kadın böyle tuhaf" deyiverdi. "Bu işte bir iş var."
Aynı polis müdürü Taksim'e doğru yürüyen kitlenin beş bin kişi olduğunu söyledi ve gülerek yola devam etti. Biz de gün boyu "sadece var olduğunu" duyduğumuz, ama polislerin görmemize olanak vermediği korteji gördük.
Ara sokaklardan birinden DTP'li milletvekilleri Sebahat Tuncel ve Aysel Tuğluk çıktı. Vekil olduklarını söyleyince polis barikatı açmış, caddeye çıkmalarına müsaade etmişti. Oysa onlarla birlikte bekleyen 68'lilere barikat kapalıydı hala. Polislerden biri bana dönerek taktığım cerrah maskesini gösterip, bir tane daha olup olmadığını sordu. Yoktu. Bu yüzden elimdeki limonu ikram ettim. Almadı.
Korteji yakaladığımızda bir başka ilginç olay da gün boyu dizdiğimiz zincire eklendi. Gaz maskeli bir polis cep telefonuyla kendi fotoğrafını çekiyordu. Sanırım bu "Star Wars" halini çok sevmişti.
"İşte Taksim işte 1 Mayıs"
Elmadağ'da kortejdeydik artık. Ara sokakların aksine daha şen, daha mutlu bir kalabalık vardı. haklarıydı da elbet. Zira yıllar sonra Taksim'e çıkacaklardı. Ama arka sokaklarda o caddenin aksine bir halet-i ruhiye cereyan ediyordu.
Şişli-Taksim arasındaki ağır gaz kokusu hala gözleri yakarken az önce çok işimize yaran limon kortejdekiler için "komik" bir enstantaneydi. Sloganlarla sendikalı-sendikasız emekçiler ağır ağır ama heyecanla yürüyorlardı. Az sonra yapılan anonsla Taksim kapılarının açıldığını ve alana girilmeye başlandığını öğrendik. Coşku da arttı, sloganlar da...
Alan girildiği anın favorisi "İşte Taksim işte 1 Mayıs"tı. Bol bol atıldı.
Sonra birden haftalardır süren tartışmaların ardından alana girenler şaşkın, mutlu, heyecanlı, muzaffer bir edayla, sanki gün boyu hiç bağrımamış, slogan atmamışçasına hayırmaya, marşlar söylemeye başladı.
"Polisten rica ettik barikat açıldı"
Kazancı yokuşun başında toplanıldı, kimileri meydandaki heykele çıkanlar, bayrak asanlar birbiriyle yarıştı... Yokuşun aşağısında, polis barikatının arkasındaki grup kalabalığı görünce sloganlara eşlik etmeye başladı.
1 Mayıs marşının koro halinde söylendiği anda herkesin aklı barikatın arkasındakilerdeydi. Marş bitti, slogan hep bir ağızdan yükseldi: "Barikatı aç! Barikatı aç!"
Birkaç görüşmenin ardından barikat açıldı, grup alandakilerle buluştu. Bir arkadaş şaşkınlığını şöyle özetledi: "Aaa! İstedik ve oldu. Rica edince açtılar."
Konuşmalar yapıldı, halaylar çekildi, meydanda hatıra fotoğrafları çekildi, simitler yenildi... sonra kutlama bitti ve insanlar dağıldı. Bu an bilenler veya deneyimleyenler için başka bir "level"di. Dağılan gruplara müdahale edilirdi. Edildi.
Polis Sıraselviler caddesinden Firuzağa'ya inen gruba hiçbir sebep yokken tazyikli su sıktı, gaz bombası attı. Grup koştu, arkasından 300'ü aşkın polis koşarak Firuzağa kahvesindekileri masalardan kalkmaları "uyarısında" bulundu.
"Rica ettik küfür etti"
Bu esnada Cihangir'de bir ara sokakta polis iki kişiyi gözlatına alırken camdan bir kadın "Biraz kibar oldun, insanlara böyle davranmayın" diyerek polisi uyardı ama aldığı yanıt sanırım beklemediği bir yanıttı. Polis camdaki kadına döndü ve "Sana ne oluyor lan a.cık" dedi. kadın camını kapadı, polis iki kişiyi Firuzağa kahvesinin önünde götürdü. O anda kahvedeki herkes polisi yuhlamaya, sloganlar atmaya başladı.
"Yaşasın 1 Mayıs!", "Kahrolsun polis terörü!"
Sonra bir adam kalktı ve "Yaşasın Paris Komünü!", "Yaşasın Sacco ve Vanzetti!", "Yaşasın 1 Mayıs!" diyerek bağırdı. Sonrası alkışlar, ıslıklar...
Seneye aynı yerde
32 yıl sonra Taksim'e çıkılan 1 Mayıs'ta "nümayiş" resmi olarak biterken, Tarlabaşı, Kurtuluş ve Dolapdere'de Valinin "illegal" diyerek ötekileştirdiği emekçiler polisle çatışıyordu.
Vesselam, meteorolojinin tahminlerinin aksine güneşli bir havada geçen, "makul" sayıda bir kitlenin Taksim'e çıktığı 1 Mayıs alanından ayrılanlar seneye aynı tarihte, aynı yerde buluşmak üzere sözleştiler. Caddede ya da arka sokaklarda bir 1 Mayıs da böyle geçti...(BÇ)