Yarın ülkenin kaderi değişecek, bu açık.
Bed suratlı, bed fikirli siyaset, kendi elleriyle ve fakat çocuklarımızın canını kürek edip kazdığı kuyuya biraz daha batmış, o kuyudaki çamura biraz daha bulanmış olacak, bu da açık. Komplo siyaseti, bayrağı yerden kaldırma edebiyatı, yeniden diriliş nutukları, habis zihni, tarihte örneği görülmemiş ölçüde yüzsüz, yalancı ve dalkavuk medyası, küfür dolu dili kaybedecek.
Âlâ...
Lakin beni en çok, hiçbir beşerin içinde ışık bulamayacağı gözlerin alacağı ifadeyi öngörmek heyecanlandırıyor. Yok, kimse ağlasın istemiyorum; kimse başını taşlara da vurmasın. Hem bıktık kötü oyunculuktan, hem de zaten çok geç. Yenilginin; iftirayla, hakaretle, ırkçı galeyan çabalarıyla, polisle, copla, palayla, satırla, saldırıyla, öldürmeyle uzak tutmaya çalıştığı karşı tarafın gülümsemesiyle geldiğini görünce o siyasetin yüzünün takınacağı ifade var ya... Aklımda hep aynı dize: Güzel günler göreceğiz çocuklar!
Siyasi tarihinin en sempatik liderlerinin Demirel yahut Özal olduğu bir ülke düşünün. Tarihsel veballerini, sevimsizce gülerken ettiklerini, o antipatik hallerini, öfkelerini... Düşünün. Bu tür göstermelik bir sempatiden bile nasibini almamış bir başka örnek düşünün şimdi. Anladınız, tamam. Şimdi ne olur aklınızdakinin tam karşısına, dünyanın en ciddi meselelerinden bahsederken bile gülümseyen, halkının yaşadığı tüm acılara, katliamlara, sindirme çabalarına, aşağılanmalara rağmen elini gülümseyerek önündeki herkese uzatan bir başka yüz, başka yüzler getirin. E bunu da anladınız tabii...
O zaman bu büyük çelişkinin, devrimsel bir kırılma anı olduğunun da farkındasınız demektir.
İlk kez demiyoruz "Gülmek devrimci bir eylemdir" diye. Mesela, Deniz Gezmiş'in Yusuf Aslan'la duruşma sırasında çekilmiş bir fotoğrafı var aklımda. Deniz'in elleri göğsünde birleşmiş, Yusuf öne doğru eğilmiş, ellerini dizlerinin arasında birleştirmiş. Hatırlarsınız... Gülümsüyorlar, hakikaten içten, hakikaten inanç ve sevgiyle. O sırada karşılarında, o yüksek kürsüde oturanların adlarını hatırlamıyor çoğumuz; ama muhtemelen iki devrimcinin gülümsemesi karşısında devletin o pek ciddi, o pek suratsız haliyle hukuku temsil ettiklerine inanıyor, böbürleniyor, mağrur ifadeleriyle içerideki jandarmaya, bu gülümsemeleri bitirmesi için emir vermeye hazırlanıyorlardı. Devrim orada, o kifayetsiz kalan böbürlenmenin karşısında gerçekleşti bir kere...
Bir başka fotoğraf ise Eskişehir'den... Dönemin başbakanının Eskişehir'e gelmesini protesto eden gençler, gözaltına alınıp itiş kakış sokuldukları araçta gülümsüyor, kahkaha atıyor içlerinden birinin cep telefonunun kamerasına. Bulun bir yerden ve bakın; billahi de ışık var gözlerinde... O kötü tarihli polis otobüsünde yaşanan şeyin adı da devrimdi bana göre.
Hatırladığım kadarıyla adını andığımız, dünyanın tüm halklarından ezilenlerin resimlerini kendilerine bayrak ettiği her devrimcinin gülümseyen bir fotoğrafı, bir görüntüsü var; çünkü tarihe kafa tutmanın daha güzel, daha samimi ve karşısındakini daha çok ne yapacağını bilmez hale getiren bir yolu yok.
Gezi'yi tarihin atardamarlarından birine yerleştiren şey değil miydi gülümseme? Karşısında gözü dönmüş, şiddet arsızı bir güç varken bile hepimizi kahkahaya boğan çocuklar, attığımız her kahkahada tarihsel hakları olan isyanın zaferini pekiştirmiş olmadı mı?
Belki de sırf bu yüzden muhafazakârların gülmeyle ilgili bir derdi var. Bir başbakan yardımcısının "Kadın iffetli olacak, herkesin içinde kahkaha atmayacak" dediğini unutmak mümkün mü? Şeytan diyor çık karşısına elinde Kobanili kadınların cephede kahkaha atarken çekilmiş hayat ve umut dolu fotoğraflarıyla...
Şimdi ise HDP gülümsüyor. Yapmacık değil, öylesine değil, basbayağı gülümsüyor. Gözleri gülüyor bir kere.
Yıllarca gözyaşına mahkûm bırakılmış bir halkın temsilcileri şimdi neredeyse tüm ülkeyi müthiş bir sempatiyle gülümsetiyor. Üstelik çok da ciddi şeylerden, çok da tutarlı biçimde bahsederken. Üstelik her gün kalleşçe saldırılara uğruyorken.
Peki, tarih yazmak bu değilse nedir?
Daha açık olalım: Devrim bu değilse nedir?
Hakikaten; ölümle, kayıpla, ikinci sınıf sayılmakla, tehdit edilmekle dolu bir toplumsal belleğin siyasi muhayyilesi nasıl oluyor da kırıcı olmayan, hakaret içermeyen, belden aşağı vurmayan bir mizah ve sempatiyle dolabiliyor? Bir halkın savunma mekanizması mı? Devrimciliğin gülümseyen mirası yahut?
Gülmenin, daha doğrusu gülebilmenin siyasi olarak büyük avantajlar yarattığını görüyorum, görüyoruz. Hele de gerilim yaratmaktan, kaş çatmaktan, kaş çatarak "erkeklik taslamak"tan başka siyaset yapma yolu bilmeyenlerin yönettiği bir ülkede. Dahası, mizahı seven, halk edebiyatının en önemli kollarından biri mizaha dair olan bir halkı siyasi konularda ikna etmek istiyorsanız ve karşınızda espri anlayışı "Geçen gün kamyon sürdüm, Leonardo da Vinci"den öteye geçemeyen bir rakip varsa, elinizdeki en önemli güç, gülümseyişiniz oluveriyor.
Bu bir giriş yazısı olsun; yarından sonra, bir iletişimci olarak oturup HDP'nin büyük insanlık zaferini hazırlayan iletişim stratejisini analiz etmek istiyorum artık. Tek bir gerçekten, tek bir samimiyet damlasının yarattığı büyük insanlık selinden bahsetmek yeterli olsa da: Hiçbir baraj, hiçbir diktatör, faşizmin hiçbir resmi insanın içten gelen kahkahasının önünde duramaz.
Gülümsemeyi unutmayın...