*Fotoğraf: Boğaziçi akademisyenleri
Boğaziçi Üniversitesi camiası 6 Şubat 2021’de üniversiteye ansızın iki yeni fakülte birden açılmış olduğu haberiyle uyandı. 158 senelik bir geçmişi olan ve bir kamu üniversitesi olarak kuruluşunun ellinci yılını dolduran bu köklü kuruma hiçbir danışma süreci yürütülmeden rektör atanmasının üzerinden henüz bir ay geçmişti. Hukuk ve İletişim Fakültelerinin kurulması kararı, akademisyenler, öğrenciler, mezun ve çalışanların benzerini ancak 1980 darbesini takip eden dönemde yaşadıkları bu müdahaleye gösterdikleri kuvvetli tepki devam etmekte iken alındı. Boğaziçi akademisyenleri, Anayasa tarafından üniversitelere tanınmış akademik özerkliğe ve Yükseköğretim Kanununa aykırı biçimde fakülte açılmasına karşı hukuki süreçlere başvurdular. Dava süreçlerinde öğrendik ki iki yeni fakülte kurulması, atanmış rektör Melih Bulu tarafından 3 Şubat tarihinde Yükseköğretim Kurulu’ndan talep edilmiş, YÖK Genel Kurulu hemen ertesi gün bu yönde karar alarak talebi Cumhurbaşkanlığı’na aktarmış, fakültelerin kurulma kararı Melih Bulu’nun bir kaç satırdan ibaret yazısından tam üç gün sonra Resmi Gazete’de yayımlanmıştı. Şubat 2021’den Mart 2022’ye, üniversitenin planlamadığı, haberdar olmadığı, kurumun hiçbir resmi veya gayri-resmi kararına dayanmayan fakülte kurma girişimi türlü şekillerde Boğaziçi camiasına dayatıldı. Kurumsal süreçleri titizlikle yürütme yönünde kuvvetli bir geleneği olan bu kurumda tepeden inme bir Hukuk Fakültesi birkaç ay içerisinde oluşturulmaya çalışıldı.
Geldiğimiz noktada, üniversite öğretim üyeleri, kurul ve komisyonlar, Senato ve Üniversite Yönetim Kurulu üyeleri ile rektörlük arasında bir senedir sürmekte olan çatışmalı süreç, atanmış yönetimin giderek daha göze batar usul ve hukuk ihlalleriyle devam eden bir sarmala dönüşmüş durumda. Üniversite mensupları rektörlükten kanun, usul ve teamüllere uygun davranmasını ve yeni kurulan fakülteler konusunda üniversitenin yerleşik işleyişine ve ilkelerine bağlı kalmasını talep ettikçe—ve görünen o ki—Hukuk Fakültesi kadrolarının bir an önce doldurulup öğrenci kabul etmesi yönündeki baskılar arttıkça, yönetimin kabul edilemez nitelikteki uygulamaları şiddet ve hız kazanmakta.
Usulsüzlük sarmalında ulaştığımız son noktayı baştan söyleyelim: 19 Ocak 2022 tarihinde üç fakülte dekanı birden YÖK tarafından görevden alındı; Rektör ve iki yardımcısı bu fakültelerin dekanlığına vekaleten atandı. Bu sayede üst kurullarda hem rektör ve rektör yardımcısı olarak hem de vekil dekanlar olarak, üstelik iki rektör yardımcısı ikişer fakültenin dekanı olarak, oy kullanmaya başladılar ve arzu ettikleri oy çokluğunu elde ettiler. Hukuk Fakültesinin lisans programı ve eğitim dili, üniversite birimlerince tartışılmadan, Senatoya bağlı çalışan ve akademik konularda görüş oluşturması gereken kurullardan geçmeden gündeme alındı. Koca bir fakültenin ders programı esasına dair hiçbir görüşme yapılamadan oylatıldı. Hukuk lisans programına ve programın eğitim diline dair kararlar Üniversite Senatosundan işte böyle, rektör ve iki yardımcısının, yani 3 kişinin toplam 8 oy kullanmalarıyla ancak ucu ucuna oyçokluğu ile geçirildi!
Türkiye’nin bu saygın ve başarılı üniversitesinin geleceğini etkileyecek kararların böylesi hicap verici hukuksuzluk ve usulsüzlüklerle alınıyor olması bu yazıyı yazmamızın nedenlerinden biridir. Bizler, üniversitenin dört fakültesinin öğretim üyeleri tarafından seçilmiş Senato temsilcileri, bu kurulun gasp edilmesi marifetiyle üniversitenin akademik yapısını zedeleyecek kararlar alınmasının, atanmış yönetimin giderek daha da ölçüsüz hale gelen usulsüz uygulamalarının en yakın şahitleriyiz. Sorumluluğumuz üniversite camiasına, ama aynı zamanda ülke kamuoyuna karşıdır. Son 15 ayda üniversitemizin kurumsal kimliği, eğitim bütünlüğü ve akademik özgürlük ortamının giderek artan şekilde hasar aldığını endişeyle gözlemliyor ve bu endişelerimizi kamuoyunun dikkatine sunmayı görev addediyoruz. Çünkü Boğaziçi Üniversitesi bir kamu değeridir; bu köklü kuruma verilen zarar bu ülkenin yüksek öğretimine ve araştırmadaki geleceğine verilen zarardır.
Kurumsal kimlik ve akademik özerklik neden gerekli?
Türkiye’nin sayıları ikiyüzü aşan üniversitelerinin pek çoğunda rektörler Yükseköğretim Kanununun kendilerine tanıdığı neredeyse sınırsız yetkileri sonuna kadar kullanmıyorlar mı? Neden Boğaziçi de böyle olmasın? Veya başka türlü soralım: 1971 senesinde yüksekokul statüsündeki küçük bir özel kolejin kamuya devredilmesi ile yola çıkan Boğaziçi nasıl oldu da Türkiye’nin en yüksek puanlı öğrencilerini alan, öğretim kadrosu, yayın ve araştırma profili en saygın üniversitelerinden biri oldu? Şöyle: Boğaziçi Üniversitesi’nde kurumsal süreçleri yönetme ve kurumu ilgilendiren her konuda karar alma pratiği, meselelerin önce bölümlerde, fakültelerde, kurullarda çalışılarak görüş oluşturulmasına, kurullar ve komisyonlarda değerlendirildikten sonra üst yönetime aktarılmasına, akademik işleyişi az veya çok etkileyecek kararların ancak bu süreç sonunda Senato veya Üniversite Yönetim Kurulunda görüşülerek alınmasına, yani bilginin ve deneyimin akılcılıkla kullanılmasına dayanır. İstihdamdan eğitim ve araştırmaya kadar tüm meselelerde, aşağıdan yukarıya işleyen tartışma, ortak akıl yaratma ve karar alma mekanizmaları işler. Rektörün veya üst kurulların masasına gelen konular, üzerinde enine boyuna düşünülmüş ve tartılmış, bu düşünme ve tartışma süreci belgelenmiş konulardır. Üst yönetimin üniversite bütününe dair önerileri de ancak birimlerde değerlendirildikten sonra karar aşamasına gelir.
Bu kurumsal yönetim modelinde rektörler, 2547 Sayılı Kanunun kendilerine tanıdığı geniş yetkileri, akademik özerklik esasına aykırı olduğu için kullanmamayı seçtiler. Kurucu rektörden başlayarak ve 12 Eylül darbesinin ardından gelen 1982-92 dönemi istisnası ile, bu kurumun mensupları katılımcı işleyiş üzerine kafa yordular; üniversiteyi usul ve teamüllere, işleyişleri belirlenmiş kurulların çalışmalarına uyarak yönettiler; şeffaflık ve hesap verebilirliği ön planda tuttular; demokratik yönetişim ve temsil mekanizmalarını çalıştırdılar ve olabildiğince iyileştirdiler. Bu ideal, kusursuz bir işleyiş değildir; eksikleri ve zaafları mutlaka vardır. Ama Boğaziçi mensuplarına kurumu inşa etme alanını açan, liyakate dayalı, katılımcı yönetişimin temelini kuran, bilimsel özgürlük ve akademik özerkliği uzak ve içi boş sözler addetmeyip ilke ve pratik olarak hayata geçiren, ve nihayetinde Boğaziçi’ni ülkenin saygın kamu araştırma üniversitesi haline getiren budur.
Hukuk Fakültesinin alelacele yürütülen kadrolaşma, program oluşturma ve öğrenci kontenjanı kararları ise bu tarif ettiğimiz usul, anlayış ve pratikler tamamen göz ardı edilerek yürütüldü, yürütülüyor.
50 yıllık köklü bir kuruma hukuk fakültesini böyle mi kurarsınız?
Üniversitemize tepeden inme kondurulan Hukuk Fakültesinin 12 ay gibi kısa bir sürede içinin doldurulması rektör ve kurucu dekan tarafından kamuoyu nezdinde bir başarı hikayesi olarak aktarılmakta. Oysa kurumun katılımcı ve şeffaf yönetim süreçleri göz ardı edilerek alelacele açılan bu program Boğaziçi Üniversitesi’nde verilen nitelikli eğitiminin temel yapısı ve özellikleri ile uyumlu değil. Bu temel yapının, Boğaziçi mezunlarının eğitim aldıkları alanda meslek sahibi olmanın ötesinde, eleştirel düşünce yetilerine sahip, farklılıklara ve demokratik süreçlere saygılı, özgürlükçü ve yaratıcı bireyler olmalarında büyük payı vardır. Halbuki, hukuk lisans programı Üniversitenin yerleşik lisans programlarının disiplinlerarası çalışmalara açık, öğrencilerin farklı bölümler ve fakültelerden dersler almalarına izin veren bütünleşik yapısını ve İngilizce öğretim gibi ana özelliklerini taşımıyor. Öğretim kadrosu üniversitenin liyakate dayalı istihdam süreçleri takip edilerek oluşturulmuyor. Söz konusu temel özellikler korunmadan eğitimin kalitesi, mezunların niteliği ve kurumun akademik başarısında sürekliliği sağlamak mümkün değildir. Bu yöndeki tüm uyarılara rağmen, adeta bir mecburiyet varmış gibi, bu denli bir telaşla fakülte kurmanın amacı ne olabilir? Olayların ne şekilde geliştiğine birlikte bakarsak bu sorunun da yanıtı ortaya çıkacaktır.
Senato üyeleri olarak 2 Ocak 2021 tarihinde bir gece yarısı kararnamesi ile Boğaziçi’ne rektör olarak atanan Melih Bulu ile ilk defa 24 Şubat tarihinde yapılan toplantıda karşılaştık. Bu arada iki yeni fakülte üniversite mensuplarının haberi olmadan üç gün içinde kurulmuş ve bu ilk toplantıya Boğaziçi’nin kurumsal yönetim modeline aykırı bir şekilde atanan Hukuk Fakültesi dekanı da katılmıştı. Senatoda görüşülmeden ve karar alınmadan açılan bu yeni fakültelerle ilgili sorularımız cevapsız kaldı; Bulu konuyu toplantı gündemine almayı dahi reddetti. Halbuki, üniversitenin en üst akademik kurulu ve bir nevi yasama organı olan Senatonun asli görevi üniversitenin eğitim-öğretim, bilimsel araştırma ve yayım faaliyetlerinin esasları hakkında karar almaktır. Yükseköğretim Kanununa göre de üniversite senatosunun birinci görevi budur.
21 Nisan tarihli ikinci Senato toplantısı Melih Bulu’nun Senatonun kompozisyonunu değiştirerek oylamaların sonucunu belirleme çabasının ilk işaretlerini vermekteydi. Bunlardan ilki, rektör yardımcılarının vekaleten atandıkları Sosyal Bilimler Enstitüsü (SBE) Müdürlüğü, Fen Bilimleri Enstitüsü (FBE) Müdürlüğü ve henüz ortada olmayan İletişim Fakültesinin Dekanlığı için de oy kullanacaklarının göstergesi olarak, üzerinde SBE, FBE ve İletişim Fakültesi yazan üç kara kutunun Zoom ekranında belirmesiydi. Bu tarihten sonra, Boğaziçi Üniversitesi Senatosu yeni yönetimin nihai kararı belirlemek istediği her durumda, rektör ve yardımcılarının vekalet ettikleri makamlar adına da oylamalara katılarak birden fazla oy kullandıkları, mükerrer oy uygulamasıyla karşılaşacaktı.
Aynı toplantıda kara kutulara ek olarak Zoom ekranında hiç tanımadığımız bir kişinin Hukuk Fakültesi temsilcisi olarak toplantıda bulunması Senato üye yapısının değiştirilmeye çalışıldığının diğer işaretiydi. Üniversite Yönetim Kurulunda herhangi bir karar alınmadan, mevzuata aykırı bir şekilde başka bir kurumdan Üniversitemize geçici olarak görevlendirilen bu kişi fakülte temsilcisi olarak Senatoda bulunuyordu. Toplantı hukuki açıdan sakatlanmıştı. İtirazlarımız dikkate alınmayınca toplantıyı terk ettik ve bu usulsüzlüğe karşı dava açtık. Sonraki aylarda üniversitede araştırma faaliyetinin önemli bir kısmının yürütüldüğü Sosyal Bilimler Enstitüsüne yine dışarıdan geçici görevlendirmeyle bir kişi müdür olarak atanacak, Yükseköğretim Kanununa aykırı şekilde görevlendirilen bu müdür de Senato üyesi olacaktı.
Haziran ve Temmuz aylarında yapılan iki toplantıda Hukuk Fakültesinin öğretim üyesi atama ve yükseltme kriterlerinin görüşülmesinin yanı sıra İletişim Fakültesine açılması planlanan bölümler ile atama ve yükseltme kriterleri ve ayrıca ilk defa karşılaştığımız iki enstitü kurulması önerisi de gündeme alınmıştı. Bu yüklü ve sürprizlerle dolu gündem Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilmek istenen kadrolaşma niyetini açıkça ortaya koyuyordu. Hukuk Fakültesinin kurulmasına dair kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı 6 Şubat 2021 tarihinden Haziran ayında yapılan toplantıya kadar bu fakültelerin akademik çerçevesi, vizyon ve misyonu, anabilim dallarının neler olacağı, eğitim dili, üniversitenin akademik yapısına, diğer fakülte ve birimlerine uyumu hakkında Senatoya hiçbir çalışma veya rapor sunulmamıştı. Üniversitenin yeni bir fakülte kurulmasına dair yerleşik süreçleri takip edilmeden yeni öğretim üyeleri istihdamına yönelik kararların acele ile alınmak istenmesinde hiçbir akademik gerekçe yoktu. Henüz iptal davaları sürmekte iken Hukuk ve İletişim Fakültelerinin içinin bu şekilde doldurulmasının ileride çok daha büyük sorunlara ve kamu zararına yol açacağını sekiz dokuz saat aralıksız süren toplantılarda, rektörlüğe yazdığımız ve üniversite kamusu ile de paylaştığımız yazılarda ifade ettik. Bunlara rağmen Hukuk Fakültesinin Üniversitenin asgari koşulları ile uyumlu olmayan atama ve yükseltme kriterleri 7 Temmuz 2021 tarihli Senato toplantısında üyelerin itirazlarına rağmen ısrarla oya sunuldu ve reddedildi. Bir hafta sonra Melih Bulu görevden alındı; yerine yardımcılığını yapmakta olan Naci İnci atandı.
Sonraki aylar boyunca Senato gündemine Hukuk Fakültesi ile ilgili hiçbir konu getirilmedi. Ancak, istihdam süreçleri Üniversitenin ilke ve yönetmeliklerine aykırı bir şekilde yürütülerek bu fakülteye yeni öğretim üyeleri alındı, alınmaya devam ediyor. Örneğin, üniversiteye alınan her yeni öğretim üyesinden kamuya açık İngilizce bir sunum yapması beklenirken, Hukuk Fakültesinin yeni öğretim üyeleri Senato tarafından belirlenmiş bu uygulamaya tabi olmadılar.
Hukuk Fakültesinin tekrar Senato gündemine getirilmesi ancak 19 Ocak 2022’de Eğitim Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi ve İktisadi İdari Bilimler Fakültesi dekanlarının hukuksuz bir şekilde aynı gün, aynı kararla YÖK tarafından görevden alınmalarının ertesinde olacaktı. Dekanların bulunmadığı, rektör ve iki yardımcısının Üniversitenin dört ana fakültesinin dekanlıklarına vekalet ederek katıldıkları 2 Şubat 2022 toplantısında, Hukuk Fakültesi lisans programı yerleşik süreçler izlenmeden gündeme getirildi. Yeni açılacak herhangi bir lisans programına öğrenci alınabilmesi için müfredat programının Senato tarafından görüşülüp kabul edilmesinden sonra onay için YÖK’e gönderilmesi gerekir. Boğaziçi Üniversitesi’nde yeni bir program önerisi önce Senatoya bağlı üç ayrı komisyonda sırasıyla görüşülür ve gerekli bulunan düzeltmeler yapıldıktan sonra Senatoya sunulur. Yeni bir program kurulması bir yana, mevcut bir programa yeni bir ders ihdası dahi bu süreçten geçer. Bu, Senatonun görüş oluşturmasına temel teşkil edecek çalışmadır; programın yapılabilirliğinin, üniversitenin eğitim standartlarına uygunluğunun ve var olan programlarla uyumluluğunun tüm yönleriyle değerlendirilmesine olanak verir.
124 sayfalık program önerisi bu ön çalışma yapılmadan ve toplantıya 48 saatten az bir süre kala Senato üyelerine gönderildi. Üniversitenin lisans yönetmeliğine ve eğitim standartlarına uyumsuzluğu açık olan Hukuk Fakültesi lisans programı önerisi esasa dair hiçbir görüşme yapılmadan, Senato iradesini gasp eden mükerrer oy uygulamasıyla ucu ucuna oy çokluğu sağlanarak kabul edildi. Üç dekanın YÖK’ün kararı ile görevden alınması Hukuk Fakültesine dair kararların alınması için gereken oy çokluğunu sağlamıştı.
Boğaziçi Üniversitesi bu sınavı geçmeye kararlıdır
Hukuk Fakültesi Boğaziçi’ni dönüştürme projesinin ayaklarından biri olduğu içindir ki, bir senedir şahit olmakta olduğumuz usulsüzlük ve hukuksuzlukların da ana alanlarından biri oldu. Dışarıdan geçici görevlendirme süreçleri suistimal edilerek, getirilen kişilerin fakülte temsilcisi ve enstitü müdürü atanmaları, katılımcı süreçlerle belirlenmiş dekan ve müdürlerin atanmayarak bu pozisyonların vekaletlerle gasp edilmesi, seçilerek belirlenmiş ve YÖK tarafından atanmış üç dekanın süreleri dolmadan aynı gün görevden alınması ve yerlerine vekaleten rektör ve rektör yardımcılarının atanması gibi yollarla Senatonun üye yapısı temsili olmaktan tamamen uzaklaştırıldı. Vekaleten rektör ve rektör yardımcılarının eline verilen pozisyonlar adına kullanılan mükerrer oylarla bir yandan hukuksuzluk ve usulsüzlük devam etti, diğer yandan üç kişinin sekiz oya sahip olduğu üst kurullarda “usule uygun” toplantı parodisi sahnelendi. Senato üyelerinin Üniversitenin karar alma mekanizmalarının ve kurumsal yönetim süreçlerinin takip edilmesi yönündeki uyarıları hiçe sayıldı.
Yukarıda aktardıklarımız, Boğaziçi Üniversitesi’ni tanımlayan, ulusal ve uluslararası düzeydeki saygınlığının temelini oluşturan kurumsal kimliğini ve kültürünü dönüştürmeye yönelik müdahale projesinin somut adımlarıdır. Bu, üniversite akademik özerkliğine vurulmuş bir darbedir. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri olarak bu sürecin en başından beri, üniversitenin varlığının olmazsa olmazı, Anayasa tarafından güvence altına alınmış bilimsel özgürlüğün ve akademik özerkliğin ülkemizin yükseköğretim sisteminden silinmeye çalışılmasına itiraz ediyoruz.
Bilimsel ilerlemenin temelini teşkil eden yaratıcı, eleştirel ve sorgulayıcı düşüncenin ancak farklılıkların kabul edildiği, akademik özerklik ve özgürlüğün var olduğu ortamlarda yeşerebileceği unutulmamalı. Kuruluşundan itibaren geliştirmiş olduğu katılımcı ve demokratik işleyiş, tam da böyle bir ortamı mümkün kılarak, Boğaziçi Üniversitesi’ni başarısını küresel ölçekte ispatlamış yükseköğretim kurumlarımızdan biri yapmıştır. Bugüne kadar bu anlamda doğru yaptığımız ne varsa, ülkemizin bir değeri olan kurumumuzu ve dolayısıyla ülkemiz gençlerinin nitelikli yükseköğretim hakkını korumak için bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz. (RT)