Son bir yıl içinde Martin Luther King'in söylediği "bir hayalim var" sözlerini sıkça duyduk. Onun hayali bu sözleri söyledikten 46 yıl sonra gerçek oldu. King hayalini 28 Ağustos 1963 tarihinde 300.000 kişinin katıldığı, Washington DC. de yaptığı tarihi konuşmasında anlatmıştı. Bir bölümünde şöyle diyordu:
"Bugün bir hayalim var benim...Evet, bir hayalim var...! Gün gelecek, özgürlüğümüzün önünde birer engel olan bütün vadiler yükselecek, bütün dağlar eğilecek, engebeli yerler hizaya gelecek ve Allah'ın yüce şanı yeryüzüne inecek ve bütün canlılar bunu hep birlikte göreceğiz.
"Bizim umudumuzdur bu... Bu umutla Güneye gideceğiz. Bu inançla umutsuzluk dağlarını yontarak bir umut anıtı yapacağız. Bu inançla ülkeyi saran ahenksiz sesleri kardeşliğin senfonisine dönüştüreceğiz. Bu inanç sayesinde, bir gün özgür olacağınızı bilerek, hep beraber mücadele edecek, hep beraber hapse düşecek ve hürriyet için hep beraber ayağa kalkacağız."
Onun hayallerinin gerçekleşmesine bir "kara derili"nin Barrack Hüseyin Obama'nın ABD'ye başkan olması gösterildi.
Hepimizin hayalleri var...
Benim pek çok hayalim var. Hepsi insana dair. Hepsi özgürlüğe, eşitliğe, adalete, barışa, insanın insanca, kardeşçe, dayanışma içinde yaşamasına dair.
Hayaller kurmayı sürdürüyorum. Bir yandan da onlar için bir şeyler yapmaya gayret ederek. Gerçekleşen bir hayalimden söz edeceğim size. O hayalimi de ulaşabildiğim herkese söylemiştim. Ulaşamadıklarım da duysun bilsin diye, konuyu en genel bağlamında ortaya koyan bir de yazı yazmıştım...
Birkaç gün önce gelen bir "mesaj" bu hayalimin de çok yakında gerçekleşeceği müjdesini verdi. Mesajın altındaki imza, çok sevdiğim, değer verdiğim, örnek aldığım bir "hekim abime" aitti:
Aktif hekimlik yaptığım dönemde bir aktivisti ve üyesi olmaktan onur ve gurur duyduğum, birlikte çeşitli işleri ve etkinliklerinin gücüm yettiğince ucundan tuttuğum Türk Tabipleri Birliği'nin Merkez Konseyi'nin 1990-1995 yılları arasında üç dönem başkanlığını yaşmış olan Sevgili Dr. Selim Ölçer'di o imzanın sahibi.
Dr. Ölçer "Mezopotamya Tıp günleri adı altında yurt dışındaki meslektaşlarımızın da desteğiyle Diyarbakır'da toplantı düzenliyoruz. 22 - 24 Ekim 2009'da Cegerxwin Kongre Merkezinde yapılacak toplantıda çok sayıda değerli yurtiçi ve yurtdışından gelen konuşmacılar Mezopotamya'da sık görülen hastalıklar ve tedavileri ile ilgili görüşlerini belirtecekler. Toplantı da üç dil kullanılabilecek. Kürtçe, Türkçe ve İngilizce oturumlarda simültane çeviri yapılacak. Belki de anadilimizde ilk kez bir tıp kongresi düzenleniyor. Kürtçe tıbbi pratik yapma şansımız olacak. Toplantı süresince birbirimizi tanıyacak, dostluklar kuracağız. Ve esas olarak gelecekte büyüyecek ve kurumlaşacak bir toplantıya öncülük edeceğiz. Sizlerle, şüphesiz ki Mezopotamya'nın en güzel yerlerinden birisi olan Diyarbakır'da, güncel bilgileri paylaşmayı ve sosyal etkinlikler aracılığı ile de güzel zaman geçirmeyi diliyoruz" diyordu, söz konusu kongrenin başkanı sıfatıyla yolladığı mesajda.
Çok mutlu oldum. Çok sevindim
Geçen ay da başka bir saygın bilim insanı ve hekim olan, yine öğrencisi olma olanağına sahip olduğum için gurur duyduğum Prof. Dr. Faruk Nemlioğlu adına düzenlenen "Dermatolojide Gelişmeler Sempozyumu"na ev sahipliği yapmıştı bu "kadim şehir."
Ama "Mezopotamya Tıp Günleri"nin, bu, daha önce yapılan ve daha sonra yapılacak olan bir çok kongreden farklı yanı bir bilim dili olarak "Kürtçe"nin de bu toplantı sırasında geçerli dillerden birisi olarak kullanılacak olmasıdır.
Ben de Dr. Ölçer gibi bunun, bu ülkede ve bu coğrafyada bir "ilk" olduğunu sanıyorum.
Beni daha da "mutlu" eden, bu "ilk"i gerçekleştirenlerin pek çok konuda olduğu gibi "hekimler" ve "sağlık camiası" olması. Eskiden beri pek çok başka "ilk"i yaratanların başında hep "hekimler" oldu. Bunun nedeni insana ve topluma bakma biçimleri ve o bakışla gördükleri bence. Mesleklerini öğrenirken edindikleri bu bakış açıları, eğer mesleklerinin değer ve kurallarını benimsemeyi sürdürüyorlarsa, yaşamlarına, yaptıklarına başka bir boyut ve anlam katıyor.
İşte onun içindir ki bu hayalin gerçekleşmesi benim açımdan çok önemli ve anlamlı.
Ama bu "farklı bir ilk"
Kürtçe bir gerçeklik. Kadim bir toplumun dili. Var ve yaşıyor. Bu dili anadili bilenler tüm baskılara, engellemelere, zorlamalara karşın, bir çok bedeller ödeyerek gündelik yaşamlarında "anadillerini" kullandılar. O nedenle varlığını sürdürdü. O nedenle bilenlerin her zaman konuştuğu, kullandığı bir dil oldu ve yaşadı. Ama daha çoğu olabilirdi. Geçen 90 yılda daha çoğu başarılabilirdi.
Tüm engellemelere karşın Kürtçe edebiyat ve sanatın değişik alanlarında kullanıldı. Bu toplumun sanatçıları bunun için üzerlerine düşeni "hakkıyla" yapabildiler. Yine bedeller ödeyerek.
Bugün "Kürtçe" yazılmış pek çok değerli ve büyük eser ortaya çıkıyor, bilinir hale geliyor. Dayatmalara karşın bir başka alanda özellikle sosyal bilimler başta olmak üzere "toplumsal yaşamı" bilimsel olarak irdeleyen çeşitli konularda Kürtçe "akademik" bir dil olmayı da başarabilmiştir.
Ama bu coğrafyada son yüz-yüzelli yıl içinde ilk kez bir bilimsel tıp etkinliğinin geçerli dillerinden birisi "Kürtçe" olacaktır. İşte bu "ilk"in "fark"ı tam da buradadır.
Diyarbakır'da söz konusu tarihlerde tıp biliminin konuşulduğu salonlarda, İngilizce ve Türkçe'yle birlikte Kürtçe duyulacak. Eş zamanlı çeviri ile bu dilleri konuşan insanlar birbirleriyle doğrudan anlaşabilecekler. Sunumlarını, paylaşımlarını "Kürtçe" de yapabilecekler, Kürtçe sorular sorup tartışabilecekler. Kimse "bilinmeyen bir dilde konuştu" demeyecek, diyemeyecek!
"Ne anlamı var, ne önemi var" denilebilir. Sağlık bir doğrudan ilişkiyi gerektiren hizmettir. Kavramların içerdiği anlamlar, nüansları yaşamı var edebilir, iyileştirebilir ya da riske atabilir. Sağlık alanında hizmet gerçekleştirirken bu amaçla bir arada olan insanların birbirleriyle "anlaşmaları" çok önemlidir. "Ağrı ile acı"nın tıptaki anlamları, nedenleri, sonuçları birbirinden farklıdır. Kürtçe'deki "deşi" sözcüğünün bu durumların arasındaki farkı ortaya koyabilmesi için ilişki içinde olanların o dilin o nüanslarını bilmeleri gerekir.
Hizmetin gereği budur; bu hizmetten bekleneni, olması gerekenini bunların varlığı sağlar. Yalnız "doğru" olan değil "insani" olan da budur. Hekim hastasını tedavi ederken kendisini de sunar. Bunu yapabilmesi için iletişimin eksiksiz ve doğru olması gerekir. Bir yandan ilaçlar hastayı tedavi ederken, hekimin onu rahatlatacak şekilde, onun sorularına yanıt verecek şekilde onunla, onun bildiği dilde anlatması, anlaşması gereklidir. İşte bunun için bu mesleğin bilimi yapılırken bu dilde yapılması çok anlamlı, önemli ve gereklidir.
Önemli bir adım
Bir bilimsel toplantı, bu doğrultuda atılmış adımlardan bir adımdır. Sonraki adımların öncülü, yine bir talebin yaratılması için de bir geliştirici, özendirici bir olanaktır.
Bu bundan on yıl, yirmi yıl öncesinden bakılınca gerçekten bir "hayaldir".
Ama bu hayalin bugün gerçekleşiyor olması, aynı zamanda bence "gündelik yaşamda ezberleri bozan", hiç azımsamayalım gerçek anlamda bir "devrim"dir.
Hem de öyle ulaşmak için kimsenin "ölmesi" gerekmeden gerçekleşen bir devrimdir. Kürtçe'yi bilmesem de, bir bilim dili olarak kullanıldığına tanık olmasam da o kongreye gideceğim. Türkçe ve İngilizce konuşulan yerlerde bile eş zamanlı çevirinin kanalını birkaç kelime dışında bilmediğim "Kürtçe" kanalına ayarlayacağım. Anlatılanları "Kürtçe" dinleyeceğim.
Bun anlatılanları önemsemediğimden ya da bilmek anlamak istemediğimden dolayı yapmayacağım; gözlerimi kapayacak, bu tarihi anı yaşamak, ona tanık olmak, bu dilin müziğini, ezgisini, ritmini, ahengini ve tınısını hissetmek için yapacağım.
Şimdiki "hayalim"..
Hayalimin gerçekleşmesinden duyduğum mutluluğu da çoğaltacak bu yaptığım. Aklıma yine Martin Luther King ve "bir hayalim var..." sözleri bir daha gelecek. Yine bir düş kuracağım.
Bu düşüm de "Kürtçe eğitim yapan bir Tıp Fakültesi" olacak. Bu kongreyi yapanların onu da gerçekleştireceğine olan inancımla, kalan ömrümde o düşün gerçek olduğunu göreceğime de inanarak.
Gelecek yıl, yani 2010'da tıp fakültesini bitireli tam otuz yıl tamamlanmış olacak. Öğrendiklerimin çoğunu unuttum. Yeni bilgilerin ise pek azını biliyorum. Yaptıklarım için bile yeniden bir eğitime gereksinimim olduğunun farkındayım. Artık aktif hekimlik yapmasam da bu gerekli.Çünkü halen tıbbın, sağlık hizmetinin başka yanlarında çabalarım sürüyor.
İşte burada bir söz veriyorum. Eğer sizlerle paylaştığım bu düşüm gerçekleşirse, önce hemen "Kürtçe" öğreneceğim. Sonra açılacak o yeni "Kürtçe eğitim veren Tıp Fakültesi"ne ilk öğrencisi olarak gireceğim.
Yeniden hekim olmak ya da bu dilde de hekimlik yapmak için değil; 25 yılı aşkın bir zamandır, kendi dillerinde hizmet sunamadığım bu yoksul coğrafyanın, artık eskilerde kaldığı düşünülen ama hâlâ yaşayan "cüzzamlı hastalarına", onların kendi dilinde "merhaba" diyebilmek için, bunun mutluluğunu yaşayabilmek için bunu yapacağım.
Düşler düşleri doğurur
Düşler düşleri doğurur; ama her yeni düş hep gerçekleşen daha önceki düşlerin üzerinde yükselir.
İnsanı insan yapan, insanın gelişimini bize gösteren en temel kanıtlardan birisi de bence budur.
Lord Alfred Whitehead "Büyük düşler kuranlar düşlerini gerçekleştirmez, aşarlar" demiş.
Bence de bizim aşacağımız çok yol olduğu için daima "büyük düşler" kurmalıyız.
O düşleri kurabilmek için 22-24 Ekim 2009 tarihlerinde Diyarbakır'da olmalı ve düşleri gerçekleştirenleri kendi gözlerimizle görmeliyiz. (MS/EÖ)