Bilgiye erişim, içinde bulunduğumuz çağda son derece hızlı ve kolay bir şekilde gerçekleşiyor. Eskiden kitapların ya da ansiklopedilerin tozlu sayfaları arasından öğrenilen kavramlar, şimdi birkaç dakikalık bir çaba gösterme mesafesinde... Bu durum, pratikte büyük kolaylık sağlasa da, edindiğimiz bilginin “doğruluğu”nu büyük ölçüde sarsabiliyor, bilgi kirliliği içinde doğru bilgiye ulaşmak zorlaşabiliyor. Ancak içeriğin doğruluğu meselesi bireyler tarafından çok da dikkate alınmıyor. Bu da, günlük hayatta ve çeşitli toplumsal tartışma ve pratikte dile yerleşen ve sıkça kullanılan kavramların içinin boşalmasına neden oluyor.
Örneğin “ütopya” ya da “ütopik” kelimesi entelektüel bir “hava” barındırsa da genel olarak yerli/yersiz popüler kültürde de sıkça kullanılan bir kavram olarak hayatımızı işgal ediyor. Kavramın anlamından yola çıkarsak, toplumsal ve bireysel bazda böyle bir “iyi”ye ne kadar ihtiyacımız olduğu tam da bu noktada açığa çıkıyor. Entelektüel bazda da bu ihtiyaç hissedilmiş olacak ki, 2017 yılında gerçekleştirilen Siyasal Psikoloji Çalıştayları’nın üçüncüsü, Mülkiyeliler Birliği’nin katkılarıyla “Politikayla Arzunun Kesiştiği Yer: Ütopyalar” başlığıyla bir dizi konferansa dönüştü.
Konferansa sunulan bildiriler içerisinden yapılan bir derleme de aynı adla İletişim Yayınları’ndan yakın zamanda çıktı. Konferansta oturum başkanlığı da yapan Yücel Demirer’in derlemeye yazdığı önsözde belirttiği gibi: “Toplumun varlığı ya da yokluğunun/toplum olmanın imkanının giderek daha fazla tartışıldığı bir dönemdeyiz. Buna uygun biçimde ütopyaları yeniden düşünmek, bir yandan bugüne dair yer yer örtük bir arzuyu, diğer yandan geleceğe dair bir vaadi taşıyabildiği için çok anlamlı…”
“Ütopyalar: Politikayla Arzunun Kesiştiği Yer”, konferans gibi ütopya meselesine farklı alanlardan ve mesafelerden yaklaşan yazıları içeriyor. Bu da okuru, ütopyaların akademik düşüncenin çok ötesine giden bir konu olması açısından şaşırtmıyor. Kitapta aynı zamanda yazarların metinleri arasına serpiştirilmiş “öğrenci izlenimleri” de hem bu süreçte emeği geçen gençlerin de sesini duyurmayı hem de Yücel Demirer’in belirttiği gibi, siyasal psikoloji çalışmalarının yaratmak istediği kültüre ilişkin bir işaret olarak görülmeyi amaçlıyor.
Murathan Mungan’ın açılış konuşması ile başlayan konferanstaki bildiriler, yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi, siyasetten, psikolojiye, gündelik yaşama, feminist teorilere ve belki de ütopya denilince ilk akla gelen edebiyata kadar uzanıyor. Bu bağlamda çeşitli alanlardan farklı okurların ilgisini de epey çekecek yönde yazılar kitapta mevcut. Örneğin kitabı elime alıp başlığı gördükten sonra bende yarattığı ilk beklenti, Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’ini yeni okumuş olmanın da verdiği bir tesadüf ile, edebiyat metinlerinde ütopya/distopya kavramlarına dair, hatta daha da özelinde sevgili Ursula’ya dair bir metin olmasıydı. Bu anlamda şahsen beklentimin karşılandığını büyük bir mutlulukla ifade edebilirim.
Ütopya, geleceğe dair bir hayal aslında… Bu noktada herkes kendi hayalini üretiyor ve aslında baktığınız yere göre birinin ürettiği ütopya, sizin distopyanız haline gelebiliyor. Tıpkı Mülksüzler’de anlatılan iki farklı dünyanın hem birer ütopya hem de birer distopya olarak algılanabileceği gibi… Murathan Mungan da açılış konuşmasında kendi ütopyasından bahsederek bireysel hayallerimizin de aslında taşıdığımız “sosyolojik kumaşlar” tarafından şekillendirildiğini ve genel olarak bakıldığında toplumun çoğunluğunun, insanların eşit olduğu bir toplumdan ziyade kendisi için imtiyaz istediğini belirtiyor. Tam da bu noktada derlemenin sonlarına doğru yer alan Gökçe Zeybek Kabakcı’nın makalesini çok anlamlı buldum. Kabakcı, neo-liberal politikaların salt bir ekonomik işleyişten ziyade gündelik hayatlarımıza da işleyen bir biyopolitika haline geldiğini ve toplumun daha çok tüketmeye teşvik edilerek kendi memnuniyetini ürettiğini, bu yüzden de insanların giderek daha da bireyselleştiğini belirtiyor. Kabakcı’ya göre, bu noktada bireyselliği artan toplumu kendine daha fazla döndüren ise “içeriği değişmiş ütopya” vaadiyle aslında bireylerdeki distopyaları tetikleyen reklamlar. Gündelik hayat içerisine bu kadar sirayet etmiş ve hayatımızın hemen her noktasında maruz kaldığımız bu alanı böyle bir bakış açısıyla düşünmek oldukça çarpıcı. Zira bir kez daha, ütopya gibi aslında “ortak bir iyi”ye ulaşma arzusunun ve bu arzuyu hayata geçirme çabası taşıyan bir kavramın nasıl da içinin boşaltılabileceğini fark ettiriyor.
Konferansta kapanış konuşmasını yapan Nilgün Toker, derlemede de sonsözü söylemiş: “Grupların ya da bireylerin hayalleri olur ama ütopyası olmaz. Siyaseten ütopya, zorunlu olarak herkese konuşmak zorundadır. İşte 21. yüzyılı ütopya değil de distopya çağı yapan şey de ütopyanın bu özelliğidir. ‘Herkes’in düşünmenin kategorisi olmaktan çıktığı bir dünya, ütopya üretemez…”
Tam da bu noktada toplumsal hayatta hissedebildiğimiz “bizim coğrafi deformasyon”umuza geliyor ve kimseyi dışarıda bırakmadan herkesin dahil olduğu bir ütopyanın “hayal”ini kuruyorum. Dedim ya deformasyon işte, dedim ya hayal işte…(PMM/BK)
* "Ütopyalar: Politikayla Arzunun Kesiştiği Yer", Der: Aksu Bora, Kadir Dere, İletişim Yayınları, İstanbul, Mart 2018.
** Katkı sunanlar: Meral Akbaş, Polat S. Alpman, Kazım Ateş, Ayşe Devrim Başterzi, Aksu Bora, Nihan Bozok, Olga S. Hünler, Kadir Dede, Yücel Demirer, Demet Şahende Dinler, Emre Erdoğan, Gökçe Zeybek Kabakcı, Onur Eylül Kara, Özge Kelekçi, Burak Özsoy, Çağla Karabağ Sarı, Pınar Uyan Semerci, Özgür Taburoğlu, Nilgün Toker ve Tolga Ulusoy.