AKP Hükümeti eskilerin deyimiyle; gemi azıyla almış, gelirim siyasetin uygun bir tempoda topyekûn saldırıyor.
Haberleri izlerken bir yandan da bu dalganın bizim bulunduğumuz hapishaneye nasıl yansıyabileceğine dair arada bir sesli düşünüyoruz.
Saldırı dalgası avukatlara/savunma hakkına kadar geldi. Yeni ve daha çaplı bir dalgadan sözedenler var. Herhalde o dalgada da Meclis'teki milletvekillerinden bazılarını gözüne kestirmiş olmalılar.
Yakında söz konusu ettikleri dalganın kimleri önüne katarak, gözaltıyla başlayan, özel yetkili savcılıklarla, ağır ceza mahkemelerinden (ACM) geçerek yolculuklarının hangi hapishanelerde son bulacağını hep birlikte göreceğiz.
Devlet bu tutuklama terörüne hapishane yetiştiremiyor. Tutsakların F Tipi hapishaneler hariç, ya balık istifi yaşadığını ya da yeni saldırı dalgalarıyla tutuklanacaklara yer açmak için hükümlülerini sürgün sevklerle Karadeniz'deki hapishanelerde balık istifi yaşamak üzere gönderildiklerini gelen mektuplardan öğreniyoruz.
Geçtiğimiz Cuma (25 Kasım) akşamı bize de iki misafir geldi. Akşam radyo haberlerinde 22 Kasım sabahı Kocaeli'nde gözaltına alınanlardan 12 kişinin tutuklandığı duyar duymaz, koğuş sakinlerine haber verdim. Ve yarım saat sonra iki genç kadını getirdiler.
Hapishanede üç-aşağı beş yukarı günler, haftalar, aylar ve yıllar birbirine benziyor. Rutin hapishane yaşamını bozan sayılı şeylerden biri de, yeni tutsakların gelmesi oluyor. Her yeni gelenle, kısa bir süreliğine de olsa, değişik yüzler görmek iyi oluyor. Tabii bu durum maksimum üçer kişilik hücrelerden oluşan F tipi hapishaneler için geçerli değil.
Yeni gelenler ilk tutsaklık günlerinde mapusluğa alışmaya, hatta sindirmeye çalışırken; eski tutsaklar da, uzun bir aradan sonra, yeni yüzlerle karşılaşmanın verdiği enerjiyle, bol sohbetli, gürültülü bir ortamda buluveriyorlar kendilerini.
Geçen hafta cumartesi yazımı yazmak için, defalarca masa başına geçsem de, bir türlü yazmaya başlayamadım. Her girişimimde birileri bir sohbete kapı aralayınca, kendimi o sohbetin orta yerinde buldum.
Önümdeki kâğıdın iki gün boyunca bir türlü dolmadığını görünce anladım ki; her ne kadar kişisel olarak okumayı, çalışmayı hayır zorlaştırdığı için kalabalık bir koğuşta kalmayı tercih etsem de... Sessiz, sakin bir ortamda kalmak hoşuma gitse de. Yeni birilerinin gelmesinin yarattığı değişikliğe, rutin mapusluk günlerinin bozulmasına hepimizin ihtiyacı varmış.
Bir de şu geride kalan birkaç günde fark ettim ki; rutin hapishane yaşamının bozulması durumunda müthiş bir bedensel ve beyinsel yorgunluk baş gösteriyor. İnsanın beyni sanki büyük kalabalıkların gürültüsüyle ambale olmuş gibi. Kötü bir baş ağrısı musallat oluyor. Bir de benim gibi tansiyon sorununuz varsa şayet, her gün ilaç almanızın pek yararı olmuyor. Kulaklarınızdaki uğultudan tansiyonun yukarı doğru tırmanışa geçtiğini anlıyorsunuz.
Koğuşunuza yeni birileri geldiğinde bunlar yaşanıyor. Peki ya yeni gelenler? Onlar ne yaşar, neler hissederler?
Merak edip gençlere sordum.
Savcılık ile Kandıra Hapishane Tesisleri arasındaki 20-25 dakikalık yolculukta; dört günlük gözaltından sonra dışarıyı görmek güzel elbette.
Fakat yolculuğun sonunda hapishane olunca; haliyle git-gelli duygularla arkadaş oluyorsunuz. Yani dışarıyı görmekle, hapishaneye doğru yol almak arasında bir duygu.
Arabanın penceresinde gördüğünüz her şeyi hafızanıza kaydetme istek ve çabası..Ve sizi bekleyen hapishane.
Öyle ya! Terörle Mücadele Yasası (TMY) sayesinde en basit bir basın açıklamasına katılmak bile tutuklanmak için yeterli bir gerekçe.
Evinizdeki müzik cd'lerinden, vizyondaki film cd'lerine, Komünist Manifesto'dan, devrimci-sosyalist gazete ve dergilere. Denizleri, Mahir Çayan ve Kızıldere'yi anma törenlerine, 8 Mart etkinliklerine katılmak. Hepsi suç.
Dosyalara gizlilik kararı konulması 2006 yılından beri özel yetkili ACM klasiği oldu.
Bu koşullarda iddianamenin hazırlanması ve ilk duruşmaya çıkabilmek için; en az altı ay beklemek gerekiyor. Olur, mu öyle şey; "tutukluluğa her ay itiraz hakkı var" diye itiraz etmeyin sakın! O hak Deniz Feneri davası sanıkları için geçerli.
Dolayısıyla, yeni tutuklanan biri(leri)nin adliye ile hapishane arasındaki yolculuğu esnasında gördüğü her bir güzelliği hafızasına kaydetmek istek ve çabası anlaşılır bir durum. Fakat önünde uzayıp giden yolun sonunda bekleyen demir kapılar, beton duvarlar, ilk girişte çıplak arama, dayatması ve daha bir sürü yanıtını bilmediği sorunun kendini beklediğini farkındadır.
Arabanın gidiş güzergâhına baktığında hapishaneye dair sorular kafasına hücum ederken. Ardında adliye çıkışta kapı önünde bekleyen aileler, arkadaşlar, yoldaşlar. Anılar ve bir sürü "keşke"yle başlayan cümleler. Her bakıştan, her seslenişten alınan güç ve moral.
Ve elbette onca günün ardından çıkılan bu kısa yolculuğun sonunda; mahkûm kabulde yapılan işlemler, aramanın her çeşidi, bir sürü demir kapıdan, koridordan geçerek gürültüyle açılan kapının ardında seni bekleyen eski tutsaklarca karşılanmak. Hele bir de karşılayanların içinden tanıdık yüzler varsa. Onca gerilimin, sorunun, ardından gelen bir rahatlamayla başlıyor hapishanedeki yeni yaşam.
Şimdi özrümü belirtebilirim. D-6 sakinleri olarak sayımız dokuza çıktı. Bu nedenler 26 Kasım'da "Görülmüştür" damgalı mektubumu yazamadım. Umarım mazeretimi kabul edersiniz.
Bir de, Diyarbakır D Tipi Hapishanesi'nden aldığım bir mektupta, meslektaşım Bedri Adanır'ın dediği gibi kimseye; "Bizi buradan çıkarın!" diye bağırmıyoruz. Ama gördüğünüz gibi, artık sıra herkeste. Tekrar hatırlatmak istedim.
Sevgi ve dostlukla kalın...
Not: Gazeteciler Özgürlük Platformu'nun başlattığı tutsak gazetecilerle dayanışma kampanyasına katılarak bayram kartı gönderen Ece Temelkuran, Adil Okay, Musa Ağacık, Zeynep Kuriş, Halil Hüner, Nagihan Akarsel, Serhan Yedig, İsmail Kayhan, Ercan İpekçi, A. Levent Tüzeli, Osman Ünver Öncel, Düriye Sezgin, İbrahim Geler, Muammer Mırsal, Sadettin Altındağ, Ali Dağlar, İkbal Kaynar, Türkiye Yayıncılar Birliği, Uluslararası Gazeteciler Birliği, Avrupa Gazeteciler Federasyonu, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'ne teşekkür ederim...
* Füsun Erdoğan 3 Aralık, 2011, Kandıra, 2 Nolu T Tipi Hapishane.