"İnsan hakları mücadelesi Türkiye’de zor, zahmetli ve bedel gerektiren onurlu bir mücadeledir. Yaptığım tüm çalışmaların arkasındayım. Burası arınmama, kendimi daha iyi tanımama vesile oldu.”
İnsan Hakları Derneği (İHD) Eski Diyarbakır Şubesi Başkanı, İHD Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erbey, dört yıldır tutuklu bulunduğu Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nden bianet’e yazdı, neden tutuklandığını, kendisine yöneltilen suçlamaları, cezaevindeki koşullarını ve çözüm süreci hakkındaki düşüncelerini anlattı.
Tahta kılıçlı şövalye
Çocukluğum, beş bin yıllık tarihiyle eşsiz güzelliğe sahip antik Diyarbakır kalesinin bulunduğu Sur içinde Saray Kapı semtinde geçti. Paylaşım ve dayanışma üzerine kuruluydu her şey. O koca duvarların arkasında koca bir aile olarak birbirimize yardım ederek büyüdük. Komşuların odununu taşır, karda, kışta yaşlılara ekmek alır, tulumbadan su çeker, insanlara el, ayak olurduk. Yardım etmeyeni azarlardı büyükler.
Kimileri 5 bin, kimileri daha da eski dedikleri kadim Diyarbakır/Amed şehrin surlarından ve 34 medeniyetin adımladığı sokaklarında dolanıp durur, Asur, Pers, İmparatorlarının, İskender'in, Selahaddin'in, Selçuklu, Moğol, Osmanlı'nın nice krallarının, Şehzadelerinin, prenslerinin, emirlerinin şanlı ordularıyla gelip geçtiği sokakta tahta kılıçlarla kaleyi beklerdik.
Elimde yemek tabakları komşulara koşturduğum, parasız, mutlu ve huzurlu günleri hatırlarım. Roma İmparatorluğunun doğudaki son kalesi olan Amed kalesini koruyan tahta kılıçlı son şövalyesi olduğumu bilmeden büyüyordum. O sokaklarda öğrendim tek şey acıyı, kederi, yükü sadece herkesle paylaşmaktı ve dayanışmaktı.
İHD ailesiyle tanışmam
İlköğretimi Diyarbakır'da ve hukuku İstanbul'da okuyup Ekim 1997'de avukatlığa başladığım andan itibaren insanlara yardım etmek için kıvranıp duruyordum.
Daha önce kapatılmış olan ve 2000'de Avrupa Birliği süreciyle açılan İnsan Hakları Derneği'nde (İHD) Osman Baydemir, Selahattin Demirtaş, Reyhan Yalçındağ, Ayla Akat Ata, Meral Danış Beştaş ve birkaç arkadaş ile önce yönetim kurulu üyeliği, daha sonra şube sekreterliği yaptım.
Bölgemizin birçok yerinde insan hakları ihlallerini yerinde tespit ettim, raporladım, başvuru yapan tüm mağdurlara hukuki destek sundum. 11 Mayıs 2008'de İHD Diyarbakır Şube Başkanı, Kasım 2008'de İHD Genel Başkan Yardımcısı oldum.
Kürt meselesi, demokrasi meselesi denince Türkiye'nin ve dünyanın gözü kulağı Diyarbakır'da olur. Bu amaçla Diyarbakır'a gelen tüm delegasyon-heyetlerinin genelde görüştüğü kurumlar; Valilik, Belediye, Baro, Tabip Odası, İHD, Türkiye İnsan Hakları Vakfı'dır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinden sorumlu İHD Genel Başkan yardımcısı olarak tüm görüşmelerde düzenli olarak oluşturduğumuz verilere dayalı konuşuyordum.
Bölgede bulunan 16 ildeki İHD şubelerinden günlük, aylık olarak gelen ihlal verilerini düzenli olarak raporlayıp internet sayfamıza ve aylık, altı aylık ve yıllık verilerimizi kaynak belirterek yansıtırız. Ayrıca bu raporların Türkçe-İngilizce versiyonlarını bizlerle görüşmeye gelen delegasyon ve heyetlere sunarız.
Türkiye'deki insan hakları ihlallerinin büyük bir çoğunluğu Kürt meselesi vesilesiyle bölgemizde meydana gelmektedir. Bölgede 16 ilde bulunan İHD şubelerine yapılan başvurular, Diyarbakır şubesine aktarılmakta, ayrıca günlük olarak yerel- bölgesel- ulusal basın taramaları yapılarak ihlal bilânçoları hazırlanmaktadır. Tüm başvuruların kaynağı vardır. Türkiye'de insan hakları ihlallerini düzenli olarak veri ortamına taşıyan çok az kurumdan birisi de İHD'dir.
2006'daki yasal değişiklikler
2006'daki Terörle Mücadele Kanunu (TMK), Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu (PVSK) ve Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda (CMK) meydana gelen değişikliklerle polisin yetkileri artırıldı, ihlaller de buna paralel olarak çoğaldı. 2008-2009'da bu ihlaller pik yaptı.
Bizler de her ortamda elimizdeki veriler üzerinden “İhlal var” dedikçe, sorumlular hakkında soruşturma açılacağına insan hakları savunucuları üzerinde baskılar artı.
Yurtiçi ve yurtdışında beni arayan tüm basın yayın kuruluşlarıyla röportajlar yaptım. Tümüne de; ihlallerin azalmasının nasıl olacağını, şiddet ve güvenlik politikalarıyla Kürt sorunun çözümünün mümkün olmadığını, barışçıl ve demokratik diyalog yöntemlerine başvurulması gerektiğini söyledim.
Etkin çalışmalarımızdan, ilkeli duruşumuzdan, eleştirel konuşmalarımdan, son dönemlerde güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımına dair yoğun açıklamalarımdan dolayı da hedef haline geldim.
Barış sürecine katkı sundum, alındım
2009’da Diyarbakır'a değişik tarihlerde gelen AK Parti yetkilileri Sayın Beşir Atalay ve Sayın Bülent Arınç ile görüştüm, hükümetin başlattığı “demokratik açılımı” desteklediğimizi, kaygılarımızın olduğunu, sorunun çözümü için asayiş-güvenlik politikaları yerine, cesur adımların atılması gerektiğini söyledim.
İHD'nin yasal, demokratik çalışmaları, ihlalleri gerçekleştirenler hakkında yaptığımız açıklamalar, bazı yerleri rahatsız etti. Katıldığım tüm toplantılarda şiddeti, orantısız güç kullananları eleştirdim, özellikle güç kullananlara dair suç duyurularım, basın açıklamalarım, yurtdışından bizleri ziyarete gelen 400 civarında yabancı delegasyona tüm raporlarımızı İngilizceye çevirerek düzenli olarak göndermem beni hedef yaptı.
Hatip Dicle'yi aynı gece alan polisler sohbetlerinin bir yerinde “Hatip bey, siz bu İHD'yi bilmiyorsunuz, onlar bizi, Avrupa'ya ispiyonluyor, Avrupa'nın ajanı gibi çalışıyorlar” dediklerinde Hatip Abi onlara bir zamanlar İHD Diyarbakır şubesinin başkanlarından birisi olduğunu, bunun doğru olmadığını aktarmış.
Barış istediğim halde tutuklanmamı o zamanlar anlamadım, şimdi daha iyi anlamaya başladım.
Kapımı çalanlar sütçü değildi
Ben, “Barış Süreci”nde ne zaman bizi çağıracaklar diye düşünürken, 24 Aralık 2009 günü sabaha karşı evimin kapısı çalındı. Sonra arabam, avukatlık bürom, İHD Diyarbakır Şubesindeki tüm odalar didik didik arandı. Bir tek suç unsuru bulunmadı.
Savcıya ilk çıktığımda yanımda İHD'den avukat Serdar Çelebi vardı. Henüz ayaktayken savcı bana “Demek 2011'deki milletvekili adayı sensin” diye sordu. “Sayın savcım nerden çıktı bu?” dedim. Manidar bir bakışla gülümsedi.
Sonra bana “senden sonra avukat bey mi İHD başkanı olacak, o zaman 2015'de o milletvekili olacak desene” dedi. “Bunları nerden çıkarıyorsunuz” dedik.
Bana “Otur bakalım” deyip dosyamı açtı: “Büyükşehir Belediyesine sık sık gidip, Osman Baydemir ile görüşüyormuşsun doğru mu?” diye sordu. “Evet. Danışmanıyım” dedim.
25 yıllık arşiv dosyada
Bu minvalden birkaç sorudan sonra soğuk bir kış gecesi sabaha karşı cezaevine geldim. Tam on ay boyunca iddianamenin hazırlanmasını bekledik.
Nihayet Ekim 2010’da duruşmalar başladı. Radyo, televizyon, gazetelere yaptığım suç içermeyen, eleştirel, çoğunluğu Kürtçe olan konuşmalarım, yaptığım röportajlar ile dünyanın en saygın kurumlardan biri olan İHD'nin 25 yıllık arşivi dosyaya suç diye konuldu.
İHD'de yıllardır yaptıklarım, konuştuklarımı kara ve iri puntolarla; tamamen çarpıtarak, ön yargılı, yanlış yorumlarla, mantık-akıl tutulması içinde KCK'ye zorla bağlamaya çalışıyorlardı.
İddianamem dört ana konu üzerinde düzenlendi:
* Diyarbakır'daki STK'lar ile birlikte yürütülen Sivil Anayasa çalışmaları,
* Basın açıklamaları, TV, radyo ve gazetelere yapılan özelikle Kürtçe açıklamalar,
* Çocuk, kadınlarla ilgili projelere dair telefon konuşmaları, e-mail ve yazışmalar
* DTP’lilerin mağdurlar için İHD ile yaptıkları telefon konuşmaları.
İddia makamı bana karşı iki temel iddia ileri sürdü:
* KCK/Dış ilişkiler Komisyonu üyesi: Yazılı olarak davet edildiğim, İngiltere, Belçika, İsveç parlamentosu ile Cenevre'deki, BM binasında “Kürt Sorunu ve İnsan Hakları” konusunda deneyimlerimi panel ve konferanslarda düşüncelerimi aktardım diye dosyada başka bir üyesi bulunmayan KCK/Dış ilişkiler komisyonu üyesi yaptılar.
* KCK Hukuk Komisyonu Üyesi: İHD'ye gelen tüm mağdurlara yazdığım dilekçeler adliyede ve diğer tüm kamu kurumlarında haklarına kavuşması için yaptığım girişimlerden dolayı da beni KCK Hukuk komisyonu üyesi yaptılar. Bu komisyonun diğer üyeleri nerede? İsimleri neden dosyada yok? Onlarla adı geçen büroda kaç kez görüşmüşüm? Büroda ortam dinlemelerinde bu hususlarla tek bir detay neden yoktur.
“Olmadığını ispatlayın!”
Gizli Tanık Mercek, “M.E. KCK Dış ilişkiler komisyonu üyesidir, talimat almak için DTP [Demokratik Toplum Partisi] Yerel Yönetimler bürosuna sık sık gider, askeri polisi karalar, işini iyi de yapar, Sarmaşık derneğine üyedir” şeklinde soyut bir ifade düzenlenmiştir.
Yoksullukla Mücadele Derneği Sarmaşık'a üye olduğumu, etik olmadığından kimseyle paylaşmadım. Üç yıldır Sarmaşık Derneğine hiç uğramadım. Bu derneğe üye olduğum Emniyetin bilebileceği istihbarı bir bilgidir. Gizli Tanık Mercek sunidir, sonradan oluşturulmuştur. Sık sık gittiğimi iddia ettikleri DTP Yerel Yönetimler Bürosu, evim ile aynı sokakta olup oraya hiç gitmediğimi, gitsem görüntümün olacağını hesaba katmadılar. DTP'nin yasal olan bürosuna işim olmadığından hiç gitmedim.
Bana iftira atanlar “Şimdi siz bunun höyle olmadığını ispat edin” diyorlar. Bunu beş yıldır duruşmalarda yüzlerce-binlerce kez bizler, avukatlarımız ifade ettik ama hâkimler dinlemediler.
İddia makamı, DTP'nin tüm yasal çalışmalarını KCK/TM' ye aitmiş gibi göstermiş. İHD'nin de çalışmalarını buna zorla monte etmeye çalışmış.
“DTP'nin örgütsel çalışmaları” diyerek dosyaya koyduğu tüm belgeler incelendiğinde; 1- Tüm telefon konuşmalarında, 2- Tüm ortam dinlemelerde, 3- Tüm e-ınail ve yazışmalarda, 4- Tüm doküman ve belgelerde, 5- Çizilen şemada, hiçbir yerde Muharrem Erbey ve İHD geçmemektedir. Buna rağmen zorla bir bağ varmış gibi göstermeye çalışmalarını anlamakta zorlanmaktayım.
Herkese ayrımsız elimizi uzattık
İHD'de gelen başvurucunun etnik, siyasi kimliğine, siyasal tercihine bakmaksızın mağdur kimliğini esas alarak muhafazakâr, mütedeyyin veya liberal, seküler demeden, Kürt-Türk ayrımı yapmadan, “asker, polis, korucu veya DTP/ PKK'nin yakını/ailesidir” demeden ve hiç kimse arasında ayrım yapmadan, derneğimize gelenlerin siyasal kimliğini değil “mağdur kimliğini” esas alarak başvurusunu alıp, hukuki yardım sunduk.
İHD'nin 25 yıllık tarihinde kimse çıkıp “İHD'ye gittim, ben asker-polis yakını olduğumdan veya farklı siyasi tercihimden dolayı başvurum alınmadı, benimle ilgilenilmedi” dememiştir.
Diyarbakır'da yapılan tüm basın açıklamalarına gözlemci veya arabulucu olarak katıldık. Kentte yapılan birçok etkinlik sırasında Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünden beni telefonla arayarak etkinlik alanına gelmemi ısrarla istediler.
Bu konuların tümü benim yaptığım cep telefonu konuşmalarına yansıdığı halde ne hikmetse lehime olduğundan dolayı iddianameye konulmamıştır.
Kentte ve bölgedeki tüm ihlaller için çalıştım, çabaladım. Fakat iddianameye sadece DTP ile ilgili çalışmalar yansıtılmıştır. Her kesimin sorunlarıyla ilgilendim. Çocukları gözaltına alınan çoğunluğu DTP'ye üye olan aileler ile cenazesini alamayan PKK'li aileler İHD'ye başvurunca bu çalışmalar, gayrı yasal gösterilip dosyaya yansıtılmıştır.
İHD'de her türlü ihlal ve kesimlerle ilgili çalıştık
Bilindiği üzere İsrail, 2009'da Gazze'yi bombaladı. Çok sayıda insan öldü. Diyarbakır'da 100'den fazla sivil toplum örgütü “Gazze ile Dayanışma Girişimi” adıyla birleşti. İHD, MAZLUMDER, Özgür-Der'den oluşan üç kişilik komisyonda İHD adına ben de yer aldım.
Diyarbakır Valiliğinden izin aldık, sokaklarda dolaşılarak para topladık, parayı İHH [İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı] üzerinden Gazze'ye gönderdik. Doğa ve çevreyle ile ilgili, hayvan haklarıyla ilgili, kentli haklarıyla, buna benzer birçok konuda İHD'ye yapılmış başvuru ve yazılmış binlerce dilekçe vardır.
AİHM'den para alıp örgüte aktarmışım
AİHM'e yapılan başvuru paralarını şahsi hesabıma alıp bir kısmını da örgüte aktardığım iddiası var.
AİHM'deki hükümet aleyhine verilen mahkumiyet kararından sonra hükmedilen para başvurucuların banka hesaplarına yatırılmaktadır. Mahkeme Diyarbakır'daki tüm bankalardan hesap ekstreleri istemiştir.
Tüm bankalardan hesabımdaki 0 TL kaydı gelmiştir. İHD'deki hiçbir AİHM başvurusunu ben yapmadım, hesabıma tek kuruş yatırılmadığı halde iftira atılarak suç isnadına gidilmiş, belgeler geldiğinde boş olduğu anlaşılmış, hiçbir şey değişmemiştir.
Roj TV'de aldığım parayı da...
Belçika'da bulunan Roj TV, beni 10 Aralık İnsan Hakları Haftası ve 1 Eylül Dünya Barış Günü ve bazı ihlallerdeki artışlar nedeniyle birkaç kez davet etmiş, tüm uçak, otel, taksi, lokanta, ulaşım vb. masraflarını karşılamıştır.
Mahkeme dosyasına 2012'de giren bir belge ile Roj TV'den örgüt adına para alıp Diyarbakır'a getirdiğim iddia edildi. Dayanak olarak da Roj TV'de olduğum bir günde yapılan altı kalem harcama gösterildi.
Bir günde örgütten altı defa (110 Euro, 160 Euro, 140 Euro, 100 Euro vb.) elden alıp aktardığım şeklinde yansıtıldı. Bunlar otel, yemek, taksi paralarıdır. Roj TV've davet edilen tüm konukların masraflarının yazıldığı bir belge dosyaya örgüt adına para aktaranlar diye yansıtıldı.
İşkence mağduruna yol göstermek
Bir işkence mağduru olan başvurucu ile yaptığım telefon konuşmasında kendisine; “Dostane çözüme razı olma, AİMH'de davanı devam ettir, işkence yapanları mahkum ettirmen emsal olması için önemli” demem suç olarak dosyaya yansıtıldı.
Ayrıca Diyarbakır'da STK'lar ile yaptığım bir toplantıda aldığım notumda; “10 Aralık İnsan Hakları Haftası broşürü basılsın, Talaytepe Master Froş yeşil alan olarak kalsın, imara açılmasın, ofis semtinde düdüklü yürüyüş yapılsın, tüm STK'lar, il tarım müdürlüğü ziyaret edilsin” yazılıydı.
Bu notlarım polis tarafından her ne hikmetse “Sayın Öcalan Broşürleri basılsın, ofiste düdüklü yürüyüşle protesto edilsin, tarım il müdürlüğüne gidilip broşür verilsin” şeklinde adeta okuma körlüğü içinde, zorla belki yargıyı kandırırım, şeklinde dosyaya yansıtılmış.
17. Ludovic-Trarieux İnsan Hakları ödülü
İfadem Ocak 2012'de alındı, bitti. Türkiye'de insan hakları çalışmalarından dolayı en uzun süre tutuklu kalan kişiyim. Bu Türkiye'nin insan hakları karnesine kara bir leke olarak yansıyacak.
Bu tutuklama, artık cezalandırmaya, zulme dönüştü. Babam Selhaddin, kardeşlerim, Sercan, Şeref, Uğur. Meral, Zuhal, M. Ali, M. Zeydin, eşim Burçin, çocuklarım Robin ve Rober de kısaca tüm ailem cezalandırılıyor.
İnsanlık onurunu korumak amacıyla her türlü ihlalin üstüne gittim, mağdurlarla dayanışma içinde oldum diye dört yıl 2 aydır tutukluyum. Başkalarına adalet ararken tutuklandım, şimdi ben adalet arıyorum.
Hukukçu ve insan hakları savunucusu olarak yaptığım çalışmalarımdan dolayı ilki 1985’de Nelson Mandela'ya verilen Avrupa Birliği İnsan Hakları Enstitüsünün 17. Ludovic-Trarieux Uluslararası İnsan Hakları Ödülü bana verildi.
Eşim ve çocuklarım ödülü 30 Kasım 2012'de Almanya Adalet Bakanının elinden aldılar. 2013 yılında Uluslararası 5. Hrant Dink ödülünü alan Cumartesi Anneleri'nin ödülü bana atfetmeleri benim şahsımda tüm insan hakları savunucularının emeğimin görülmesi açısından beni çok mutlu etti.
Çözüm süreci
Her platformda Kürt meselesinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin en asli sorunu olduğunu, çözümünün ise; 40 milyona varan Kürt halkının kabul edilip, kucaklanmasıyla gerçekleşeceğini belirttim.
1071’de, 1514’de, 1919'da üç büyük Kürt-Türk birlikteliği yaşandı. Dördüncü ve son büyük birlikteliği oluşturma zamanıdır. Hükümetin ve Kürt siyasetinin çözümde kararlı olması çok sevindirici ama karşılıklı güvenin tesisi için cezaevlerinde öncelikle hasta olan tutuklular, yaşlıların, 5 yıldır tutuklu olan siyasetçilerin bırakılması acil ilk adımdır.
Büyük ve güçlü Türkiye hayali ancak içinde Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Araplar, Asurîler, Lazlar, Yezidiler, Aleviler, Romanlar, farklı cinsel tercihi olan herkesin onay ve kabul görmesiyle olur.
Kürtler bu ülkenin asli kurucusu olarak kabul görmek istiyorlar. Kendi bölgelerinin yönetiminde söz ve karar sahibi olmak, kimliklerini anayasal güvenceye almak, kendi diliyle eğitim görmek, kendi dili ve kültürüyle kamusal alanda var olmak istiyorlar. Bunlar bu ülkeyi bölen değil, daha da güçlü hale getirecek yasal, evrensel beklentilerdir.
Doktor “Acil ameliyat” dedi
Ben bir eş, bir baba, avukat, insan hakları savunucusu, yazar, muhalif olarak Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde 2010/444 Esas sayılı dosyada, TCK. 314/2'den, yasadışı örgüt üyesi olduğum iddiasıyla 4 yıl 2 aydır tutuklu yargılanıyorum.
Bel fıtığım üçüncü evrede. Hastanede MR çektiler, acil ameliyat lazım dediler. Soğuk hava bıçak gibi sırtıma saplanıyor. Çok aşırı soğuk. Üst üste iki kalın polar eşofmanla oturup, okuyup çalışıyor, size bu mektubu yatakta bel ağrıları içinde yazıyorum.
Cezaevinde 400 sayfalık Günahkarlar Kalesi adlı bir roman yazdım. PEN’e üye çok sayıda ülkeden, yazardan mektup aldım. İngilizce çalışıyor, okuyor, okuyor, okuyorum…
Kaç deseniz de kaçamam
Delilleri karatma, kaçma şüphem olmadığı halde her ay verilen ara kararda “Kaçma şüphesi, delil karatma olasılığı” denilerek tutuklamaya devam kararı verilmesi hukuk adına bir garabet örneğidir. Ceza alsam bile cezamın yüzde 95'ni infaz ettim.
Eşim öğretmendir, çocuklarım okula gidiyor. Git, kaç deseniz de gidebileceğim hiçbir yer yok. Her gün adliyede olacağımı bildikleri halde hukuk dışı yöntemlerle içeride tutuyorlar.
Bir ülkede hukuk ayaklar altına almıyorsa birinci derecede sorumlusu hükümettir. Bizler devlet, hükümet, farklı inançlar, oluşumlar düşmanı bir kurum değiliz. Bizler tüm dünyada kabul gören, genel geçer insani kural ve kaidenin kabulü ve tüm insanlara eşit uygulanması, bunu ihlal eden varsa ki hala var, bunların ayıklanmasını talep ediyoruz.
Bu güne kadar; adilane ve akilâne bir dünya ideali ile binlerce yıllık antik sur içinde, Saray kapısında tahta kılıcıyla adaleti savunma hayaliyle büyüyen o küçük çocuk, nice zorba krallara, nice imparatorlara, nice bağnaz Emirlere, nice gaddar Satraplara, vahşeti dünyanın dört bir yanında duyulan Moğollar'a karşı durdu ve diz çökmedi. Bu günden sonra da kimseye diz çökmeyecek bu böyle biline. (ME/AS)