Haberciliğin bağımsızlığını, özgürlüğünü vurgulamak için sıklıkla kullanılan cümlelerden biri de “haberde hiç müdahale yok”tur. Amma velakin, haberin “haber” olabilmesi için az da olsa bir “gazeteci müdahalesi” şart. Dava dosyasından haber yapınca o nasıl “haber” olmuyor, aşağıdaki örnekte görülebilir.
Birkaç gün önce sosyal medya hesaplarımdan birinde dolanırken bir haber düştü önüme. Farklı kaynaklar (1 – 2 – 3) tarafından çok benzer içerikle yayınlanan haberin başlıkları az çok değişiklik gösterse de genellikle “Kayınpeder damadına aşık oldu” kısmı ön plandaydı.
Olayı özetleyecek olursak, devam etmekte olan bir boşanma davası var, çift ayrı yaşıyor. Bu esnada damat, kayınpederinin torununa cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla dava açıyor. Aynı davadaki bir diğer iddiaysa kendisinin de cinsel tacize uğradığı. Yani, iddialara göre kayınpederi kendisine duygusal içerikli mesajlar göndermiş, ki başlıklar da buradan çıkıyor.
Mevzu eşcinsellikse gerisi teferruattır
Bir konunun haber olmasını sağlayan unsurlardan biri de ilginçlikse günümüz bağlamında haber bu unsura fazlasıyla sahip. Heteroseksist bir düzendeyiz, heteroseksüel iki evlilik söz konusu, ancak erkeklerden biri (hem de diğerinin kayınpederi) diğerine aşık olmuş.
Üstüne bir de boşanma var. Herhangi bir kamu yararı olmasa da merak duygusuyla haberi okumak mümkün. Amma velakin haberi okuduğumuzda olayın tek boyutunun “eşcinsel aşk” olmadığını görüyoruz.
Öncelikle konu, “boşanma davasında” ortaya çıkmıyor, “cinsel taciz ve çocuğa yönelik cinsel istismar” davası aslında söz konusu olan… İkincisi aşk iddiası da taraflardan birinin beyanı sadece, kayınpeder reddediyor bu iddiaları.
Haberin bu kısmıyla ilgili olarak takdir etmemiz gereken bir kısımsa ilişkinin herhangi bir sıfatla tanımlanmamış olması. Söz konusu iddia asla “sapık, sapkın” vb. sıfatlarla tanımlanmıyor, dolayısıyla konunun “sıradışılığı”nın şaşkınlığından başka bir şey görmüyoruz ama işte orada da gazetecinin bir “meraklı komşu” rolünden çıkması gerekiyor.
Haberin aşki boyutunu şimdilik bir yana bırakırsak görüyoruz ki davacının (damadın) iddialarından biri de davalı (sanık / kayınpeder) tarafından üç yaşındaki çocuğuna cinsel istismarda bulunulduğu. Özellikle de son aylarda kamuoyunun gündeminde sıklıkla yer alan bu boyut, haberin odak noktası olmamış, bir teferruat gibi ele alınmış.
Çok mu öznel bir değerlendirme bilmiyorum ama sanki iki yetişkin arasında geçen, birinin diğerini rahatlıkla reddedebileceği bir düzlemde gelişen ilişki çocuğa yönelik cinsel istismar iddiası kadar önemli olmasa gerek.
Haber, istismar konusunu nasıl aktarıyor peki bize? “Damadını kızdırmak ve öç almak için üç yaşındaki torununu bile oyunlarına alet etti”, burada “oyun” olarak nitelendirilen eylem, çocuğa yönelik cinsel istismar iddiası, bunu “oyun” olarak nitelemek suçun ağırlığını ortadan kaldırmaz mı?
Keza, eylemin hangi saikle yapıldığını bu kadar kesin bir şekilde belirtmek gazetecinin işi olmamalı. Konu, haberin ilerleyen paragraflarında da (hemen değil çünkü haberin odağı çocuğa cinsel istismar iddiası değil, “çılgın kayınpeder”in “aşkı”), “İntikam için torununu kullandı!” ara başlığıyla karşımıza çıkıyor.
Bu ifade tırnaksız verilmiş, yani gazetenin, gazetecinin kendi ifadesi, kendi yorumu, kendi ünlemi. Oysa, benzer davalarda da maalesef sıkça karşımıza çıktığı gibi, sanık, cinsel istismar suçundan, delil yetersizliği gerekçesiyle beraat etmiş.
Mahkeme yanlı/ş bir karar vermiş olabilir, nitekim delil yetersizliğinin tam olarak ne anlama geldiğini bilemiyoruz: eldeki deliller suçu ispat açısından mı yetersiz yoksa sunulan deliller iddiayı doğrular nitelikte değil mi?
Bu sanırım gazeteci için olduğu kadar mahkeme için de tali bir mevzu olarak kalmış. Bu noktada gazeteci, takip ettiği davanın olması gerektiği gibi görülmediğini düşünebilir. Ama o zaman da ünlemli ve yargıda bulunan bir ara başlık yerine yapabileceği şeyler var: Mesela, kamuoyu yaratmasına yardımcı olacak isimlerle görüşmek, onların ifadelerini habere taşımak, benzer örnekleri bulmak.
Kadını güçlendirecek mekanizmalar
Haber, odağına çocuğun cinsel istismarını değil de “eşcinsel çılgın aşk”ı alınca haliyle böylesi bir durum karşısında neler yapılması, nerelere başvurulması gerektiği bilgilerine de yer verilmemiş. Bir cümlede de “evde sık sık yaşanan tartışmalar yüzünden M.K. çocuğunu da alarak, kocasının aşkının yani babasının evine gitmek zorunda kaldı” bilgisi verilmiş.
“Koca” kayınpederiyle bir ilişki yaşamadığını iddia ediyor, dolayısıyla “kocasının aşkı” kim diye soruyoruz tabi önce. Ama bu bir yana, böyle bir olay olsun olmasın kadının / kadınların boşanma süreci ve sonrasındaki tek seçeneklerinin aile evine dönmek olması da haberin kıyısında köşesinde kalmış bu ülke gerçeklerinden biri. Burada da kadına destek olacak mekanizmaların varlığı ya da yokluğu, “eşcinsel aşk”ın gölgesinde yer alıyor.
Dava dilekçesinden haber yazmak
Özellikle de “üçüncü sayfa haberleri” olarak anılan polis-adliye haberlerinde temel kaynak genellikle sanık ifadeleri, tutanaklar, dava dilekçeleri vb. olmakta. Bunlar muhakkak ki habere kaynak olabilir ancak herhangi bir editoryal müdahale olmadığında taraflardan birinin iddialarının gerçekmiş gibi sunulması riski ortaya çıkıyor.
Yukarıdaki örnekler dışında yine dava dilekçesinden aynen aktarılan, ve burada tekrarlamayacağım, başka ifadelerse çocuk odaklı bir habercilik açısından uygunsuz kaçıyor. Dilekçedeki ifadeleri (yani gerekli olmayan ayrıntıları) aynen kullanmak yerine durumu tanımlayacak ve yine dilekçede de olan ifadeleri habere yedirmek mümkün.
Çocuğun cinsel istismarıyla ilgili olarak son diyeceğimizse çocuğu tanımlamak için kullanılan sıfatlara dair. Çocuğun yaşı (biraz belirsiz bir şekilde de olsa) bir kez verildikten sonra onu ayrıca “küçük çocuk” olarak tanımlamanın bir gereği yok. Habere bir şey katmadığı gibi ifade olarak da yanlış, çocuk tanımı zaten belli bir yaşa aittir, onun üstü genç, onun da üstü yetişkin olur. Çocuğun yaşıtlarına göre az gelişmişliğinden bahsedilmek isteniyorsa da “küçük” doğru sıfat değil yine… Hele bu “küçücük çocuk” haline dönüşüyorsa lütfen hemen “sil / iptal / delete” tuşuna basarak o sıfatı oradan kaldıralım.
Haberde temas – mesafe dengesi
Fransa’nın bilinen gazetelerinden Le Monde’un kurucusu Hubert Beuve-Méry, gazeteciliği “temas ve mesafe mesleği” olarak tanımlar.
Gazeteci hem herkesle ve her şeyle yeterince temas etmeli hem de arasına yeterince mesafe koymalıdır. Bu mesafe, haberde kullanılan dil aracılığıyla da sağlanır.
Söz konusu haber bu açıdan da olması gerekenden daha “heyecanlı” olarak nitelenebilir. Kayınpederin damadına “tutulması” kahve sohbetinde garipsenmez belki ama haberde böylesi bir gündelik dilden kaçınmak tercih edilir.
Aynı şekilde, “(...) Aşk mesajlarıyla deliler gibi aşkını dile getirdi” kısmında da kimin aşkını nasıl dile getirdiğini ölçüp biçmek gazeteciye düşmez. Ayrıca “deliler gibi” ifadesi akıl hastalığı göndermesinden dolayı hem gerçekten akıl hastalığına sahip insanlar için hem de konunun öznesi için kullanılmaması gereken bir ifade. Haberin başka bir kısmında da “Aşkına karşılık bulamayan çılgın kayınpeder”le karşılaşıyoruz. Yine aynı sorular ve aynı sorunlar.
Haberin ara başlıklarından biri de “Babalarının duyguları evliliklerini sarsmaya başladı”. Oysa, söz konusu kişi sadece bir kişinin babası, “damadın” babası değil, kültürel bir hitap biçimini bu kadar içselleştirmek konuyu da muğlaklaştırıyor.
Damadın babası da gelinine karşı mı bir şeyler hissetmiş? Hayır? O zaman “Anlaşmazlığın kaynağı kayınpederin müdahaleleri mi?” gibi, gazetecinin yargıç ve savcı rolünü üstlenmediği bir ifade daha uygun olabilir. Haberin bir yerinde “kayınpeder” ifadesinin “kayınbaba”ya dönüştüğünü de ekleyelim. Haber için fazla gündelik bir ifade olmasının yanı sıra haber dilinde de tutarsızlık yaratıyor.
Konuyla ilgili karşımıza çıkan metinlerden anlıyoruz ki kaynak haberi hazırlayan kişi en azından davayla ilgili belgeleri okumuş, temel ve önemli bilgilere sahip. Peki ne oluyor da aynı kişi “eşcinsel aşk”ın şehvetine kapılıp haberin sadece bu kısmını “köpürterek” yazma seçimini yapıyor?
Haber daha dengeli, daha özenli yazılabilir ve yine ilgi çekebilirdi. “Hemen yayına girmeli bu haber”, “ilk ben vermeliyim” telaşı mı elimizden çıkan şeyin niteliğini kötüleştiriyor yoksa zaten elimizdeki malzeme bu mu? (İE/HK)