2006 Nisan'ında ordunun Güneydoğu'da askeri yığınağa başladığı, 200 bin askerin sınır bölgesine sevk edildiği haberleri geldiğinde analist Kenan Kalyon "çatışmaların ve onun sonucunda milliyetçiliğin tırmanacağını" söylemişti.
Bir buçuk sene içinde Kürt sorunu birkaç senelik sessizliğin ardından yeniden geniş biçimde gündeme oturdu. Operasyonlara PKK saldırıları eklendi. Sorunun yeniden yakıcılaştığı ölçüde taraflar da netleşti.
Bugün kim ne istiyor
Çok kabaca söylersek, ordu "tek bir terörist kalmayana dek savaşmak" istiyor. Genelkurmay Nisan 2007'den bu yana kimi zaman basın, kimi zaman İnternet sitesi aracılığıyla görüşlerini açıkladı. Meclis'ten sınır ötesi operasyon yetkisi çıkınca da "gereğini yerine getirmeye" başladı.
Hükümet köşeye sıkışmamak için üzerindeki baskıyı idare etmeye çalışıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan bir yandan Kürt sorununa kapsamlı paketler hazırladıklarını söylüyor, bir yandan ordunun taleplerini yerine getiriyor, diğer yandan seçmeninin "milliyetçi hassasiyetlerini" doyuruyor.
PKK muhatap alınmak istiyor. Operasyonlara askeri karşılık vererek hesaba katılması gerektiğini söylüyor.
Demokratik Toplum Partisi (DTP) de muhatap alınmak istiyor. Soruna siyasi bir çözüm için bir aktör olduğunun altını çiziyor.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bölgedeki etkisini elde tutmaya çalışıyor. Bir yandan Irak'taki tek sadık müttefiki Kürtleri rahatsız etmemeye, diğer yandan Türkiye'den gelen tepkileri yumuşatmaya çalışıyor.
Sosyal muhalefet şiddetin sona ermesi, barışın sağlanması, insan haklarının tanındığı bir poltika için baskı yapıyor.
Sonuç olarak herkes varlık sebebinin gerektirdiği politikaları –doğru ya da yanlış, başarılı ya da başarısız- bir bütünlük içinde uygulamaya çalışıyor. Peki ya ana muhalefet partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ne yapmaya çalışıyor?
CHP'nin derdi tasası
CHP lideri Deniz Baykal dün basın toplantısında üzerinde "Türk-Kürt kardeş; PKK kalleş" yazan bir pankartın önünde konuştu. Bu son jest, CHP'nin yine son bir buçuk yılda Kürt Sorununa ilişkin izlediği gerçeküstü politikanın trajikomik zirvesini oluşturdu.
Kısaca bakalım:
Baykal, 2006'nın son aylarında verdiği demeçlerde Milliyetçi Hareket Partisi'ni (MHP) takdir etti; merkez sağdaki seçmenin oyuna talip olduklarını söyledi; askerin yanında yer aldı; 301. maddeyi savundu.
22 Temmuz seçimlerinde AKP'ye karşı askere yaslanmayı seçti; sınır ötesi operasyonu hararetle destekledi. Geçtiğimiz günlerde "Irak'la komşuluk ilişkileri geliştirilmeli" deyince herkes çok şaşırdı. Kimse ondan bunu bile beklemiyordu!
Şimdi o pankartın ima ettiği gerçekle yüzleşmek zorundayız: Bu ülkenin kendine sosyal demokrat diyen ana muhalefet partisinin on yıllardır süren, tarihsel bir geçmişe dayanan, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi dalları olan Kürt sorununa çözüm önerisi futbol statlarında üretilmiş bir slogandan ibaret.
Dilin kemiği
İşlevi, varlık sebebi toplumsal sorunlara çözüm önerileri geliştirmek olan bir siyasi partinin gözü kararmış, aklını askıya almış holiganlarla aynı dili kullanması ne anlama gelebilir?
Son 20 küsur yılda on binlerce insan çatışmalarda öldü; sadece bu insanların acı çeken yüz binlerce yakını, eşi, dostu var. CHP –daha bir siyasi proje bile oluşturmadan- bunca insanı bile bir kalemde karşısına alıp, onların acısının farkında olduğunu gösteren en ufak bir cümle bile kurmadan nereye gitmeye çalışıyor olabilir?
Baykal ve ekibinin "en milliyetçi biziz" yarışında bir adım öne geçmek isterken aslında kendi varlık sebeplerini ortadan kaldırmaları, dahası muhalefet işlevini bununla sınırlayıp AKP'nin rahatça ilerlemesine olanak sağlamaları sadece onların değil, hepimizin trajedisi aslında. (EÜ)