20. yüzyılın ilk yarısı Avrupa tarihinde kaos, altüst oluş ve büyük yıkımların tarihi. Dünya savaşları ufuklarında henüz belirmemişken, Avrupa küçük burjuvazisi “altın çağını” yaşıyordu. Savaşlar ve Nazizm bunu yok ederek geriye ağır bir trajedi bıraktı. Galiba bunun izleğinin en sahici şekilde sürülebileceği yer, bireylerin yaşamları. Yüz binler ve belki de milyonlarcasının dünyanın değişik köşelerine savrulup yaşama tutunduğu ve beraberlerinde taşıyıp götürdükleri bu yaşanmışlıkları, yazanlar da oldu. Bu yazılanlar için de en etkililerinden biri de sığındığı Brezilya’da, “ruhsal anavatanı” Avrupa’nın kendini yok edişine tepki olarak eşiyle birlikte intihar ederek hayatına son veren Stefan Zweig’dı.
Zweig’ın kişiliğinin içinde şekillendiği “altın çağa” vedası “Dünün Dünyası” kitabıylaydı ve orada şunları söylüyordu: “Evimi, varımı yoğumu üç kez altüst ettiler, beni geçmişimin her türlü bağından koparıp olağanüstü bir acımasızlıkla boşluğa fırlattılar; defalarca yaşadığım, nereye, kime gideceğimi, kime güveneceğimi bilmediği bir boşluğa. Ama şikayetçi değilim; özellikle vatanı olmayan kişi başka türlü özgürdür ve artık hiçbir yere bağlı olmayan bir kişinin ‘geride bıraktım’ diye düşüneceği bir şey de yoktur.”
Madam Amati, Stefan Zweig gibi dünyaca ünlü bir yazar değildi. Yaşadıklarını yazmak bir yana, İzmir’de kemanıyla ve müziğiyle öyle kabullenilmişti ki, bir geçmişi yokmuşçasına ve sanki hep orada, İzmirlilerin hayatlarının bir parçasıymışçasına yaşayıp bu dünyadan göçmüştü.
Sinagogdaki bir fotoğraftan yola çıktı
Madam Amati’nin hikayesini ortaya çıkaran ise, sinagogun müzeye dönüştürülen kısmında asılı bir fotoğrafına ölümünden 28 yıl sonra rastlayan yazar Rita Ender oldu. İzmirli Yahudilerin, Beth-İsrael Sinagogu’ndaki düğünlerinde keman çaldığı yere, “Madam Marta Amati” isim kartıyla asılan fotoğrafın izini süren Rita Ender, bu çarpıcı yaşam öyküsünü, “Madam Amati - Avrupa’dan İzmir’e bir keman ikonu” adıyla kitaplaştırdı.
“Marta Amati kim?’
‘Düğünlerde keman çalardı,’ dediler.
‘Tanıyor musunuz onu?’ dedim.
‘Tabii,’ dediler, ‘Madam Amati, bizim düğünümüzde de çalmıştı.’
Çalmıştı ama kimdi o?
Neden ona ‘Madam’ diye hitap ediyorlardı? Nereliydi? İzmir’e nasıl ve neden gelmişti? Yahudi miydi?
Bilmiyorlardı.
Kimi Alman olduğunu, kimi Doğu Avrupa’dan geldiğini söylüyordu. Birilerine göre ‘Katolik’ti, birilerine göreyse ‘Cenazesi Kilise’den kalktığına göre Yahudi olamazdı.’”
Arşiv ve belleklerde arkeoloji
Kentte pek çok kişinin hayatında yer eden, “koyduğu nazik mesafe ile kendini hiç sorgulatmayan” Madam Amati hakkında, kendi anılarının ötesinde bilinen bir şey yoktu. Ve Rita Ender, Madam Amati’nin biyografisini ortaya çıkarmak için arşivlerde ve belleklerde bir arkeolog gibi çalıştı:
İzmir’de 1462. Sokak’ta tam İzmir Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi’nin karşısındaki tahta cumbalı evde oturmuş, o sokakla özdeşleşmişti. Komşuları ise Rinaldo, Simes, Penso, Sera, Papi, Toctan ve Bertuzzi aileleriymiş. Sıcak yaz akşamüstlerinde evinin önündeki merdivenlerde oturup, basamaklarda keman çalarmış. Sokakta Marta’nın kemanından Sergey Rahmaninov’un besteleri duyulurmuş….
İzmir Konservatuarı’nın kurucularından
Onu tanıyanlarla röportajlara başlayan yazar, Marta Amati İzmir Konservatuarı’nın kurucuları arasında olduğunu; İzmir Sağır Dilsiz ve Körler Okulu’nda dersler verdiğini öğrenir. Yetiştirdiği öğrencilerle görüşmeler yapar. Madam Amati’yi onlardan dinler. Ancak Madam’ın yaşamında İzmir’in öncesine dair varsayımların ötesinde bir bilgi, hiçbirinde yoktur.
Almanya’da yayımlanan bir kitapta adına rastladı
Madam’ın 1988’de bir noterden verdiği vekaletnameye ulaşan ve adının “Marta Amati (Sadi)” diye yazılı olduğunu gören Rita Ender’in sorularına yenileri eklenir: “Neydi bu parantez? Neden Sadi bir parantez içine alınmıştı? Ailesinden gelen soyadı hangisiydi?”
Ve sonunda bir gün Rita Ender, “yola çıktığı günden beri ne aradığını bilmeden aradığı bir belgeyi” bulur: Almanya’da yayımlanan bir kitap. Bu kitaptan hareketle derinleştirdiği araştırmasında merak ettiği pek çok sorunun yanıtına ulaşır.
Ve yaşamının bilinmeyen kısmı
Madam Amati, 18 Temmuz 1902’de bugün Slovenya toprakları içinde yer alan, o zamanın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu topraklarında kalan, bugünkü adıyla Bled, bir zamanların adıyla Feldeş (Veldes) olan göl kenarı bir yerde doğmuştu. Babasının soyadı “Schwenk” idi. Türkiye’deki nüfus kayıtlarına bu soyadı ile kaydolmamıştı. Annesinin adı Bertha, babasınınki ise Antoin’dı. Büyük dedesi Yahudi’ydi. İki kız kardeşi vardı. Okul kayıtlarından birine göre, evleri bugünkü Romanya’da bulunan Temeşvar’daydı.
Macaristan’ın en önemli müzisyenlerinden birinin öğrencisiydi
13-15 yaşları arasında Budapeşte’deydi.
“Zeneakademiaja”da yani Liszt Müzik Akademisi Keman Bölümü’nde Macaristan müzik tarihinin en önemli isimlerinden Profesör Jenő Hubay’ın öğrencisiydi.
1918-1926 arasındaki zamanda neredeydi, ne olmuştu, bilinmiyor. 1931 yılından itibaren bir değişiklik oldu, Marta artık “Schwenk” değil, “Amati” soyadıyla anılmaya başlandı.
Yazar Rita Ender soruları sıralıyor: “İtalyanca’da ‘sevilen’ anlamına gelen ‘Amati’ bir sevgiliden mi gelmişti, yoksa sadece bir sahne adı mıydı? Bir keman markasını soy isim olarak taşıması tesadüf müydü, kader mi?” Söylenenlere göre bir dönem İtalya’da bulunan Madam, orada ilişkisinin de olduğu, kendisine konserler organize eden menajerinin soyadını almıştı.
Almanya’da müzik çevrelerine girdi
Madam Amati bir dönem Almanya’ya gitmişti. Burada farklı müzik çevrelerine girmiş, farklı şehirlerde bulunmuş ve kimi zaman orkestra şefi, kimi zaman virtüöz olarak sahneye çıkmıştı. 1931 yılında Ellenzek gazetesinde çıkan bir habere göre, Langenberg şehrinde adını taşıyan bir grupla müziğini icra etmişti.
Naziler adını “listeye” aldılar
Avrupa’yı kasıp kavuran Nazi iktidarının Yahudi karşıtı politikaları çok daha fazla sertleşerek, saldırılar başlamıştı. Marta Amati de saldırıya uğradı. O yıllarda Almanya’da bulunan ve önemli bir müzisyen olarak kabul edilen Marta Amati, Goslar isimli bir şehirde, Cafė Reiɮ adlı bir kafede sahnedeyken iki Nazi subayı tarafından yerde sürüklenmiş ve tüm seyircilerin önünde hakarete uğramıştı: “Judenschwein!” “Yahudi domuz!”
Marta Amati’nin adı, Naziler ve sempatizanları tarafından yayınlanan listelerde vardı. “Yahudi Müzisyenler Lexicon’u” başlığıyla yapılan “akademik” bir kitapta onun adı da yer almaktaydı.
Bir askerle anlaşmalı evlenerek Türkiye’ye geldi
Marta Amati, Almanya’dan kaçabilecek kadar şanslı olanlardandı. Söylenene göre, Almanya’da bulunan bir askerle evlenmiş ve bu anlaşmalı evliliği sayesinde Türkiye’ye gelmişti. Anlatılana göre, “Sadi” soyadı da bu askerden geliyordu. Hatta o subayın fotoğrafını ömrünün sonuna kadar, şükran duygusuyla evinin salonunda tutmuştu.
Türkiye yılları ve İzmir…
Marta Amati 1938’de İstanbul’daydı, hatta Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir ilanda Sarıyer’deki Canlı Balık adlı gazinoda 12 kişilik orkestrasıyla birlikte sahne alacağı belirtiliyordu. 23 Eylül 1952’de Taksim nüfus idaresinden bir nüfus cüzdanı çıkarmış, bir süre sonra da İstanbul’dan ayrılıp İzmir’e giderek, ömrünün sonuna kadar orada müziğiyle var olmuştu. 17 Ekim 1989’da ölümünün ardından Katolik Kilisesi’nde onun için bir cenaze töreni düzenlendi ve Paşaköprü Hristiyan Mezarlığı’nda kimsesiz rahibelerin gömüldüğü bir mezara defnedildi. Bedeni ve kişiliğinin bir parçası haline gelen kemanı ise, bir öğrencisi tarafından Budapeşte’ye yollandı.
Rita Ender, Aras Yayıncılık’tan çıkan kitabında Marta Amati’nin hikayesini araştırırken, uzandığı yılların ve uğradığı mekanların da atmosferini tasvir ediyor. Ender’in, Madam Amati’nin izindeki yolculuğuna Berge Arabian da eşlik ediyor.
Arabian’ın, bazılarına kitapta da yer verilen fotoğrafları, Schneidertempel Sanat Merkezi’nde “Madam Marta Amati” başlıklı sergide 31 Mart’a kadar görülebilir. (SA/AS)
Künye
Madam Amati
Yazar: Rita Ender
Fotoğraflar: Berge Arabian
Yayınevi: Aras Yayıncılık, 2019, 78 sf.