Bir arkadaşım çocukken fotoğraf çektirmekten ölesiye korktuğunu ve her fotoğrafı çekilmek istendiğinde deliler gibi ağladığını söylemişti bir vakit bana. Fotoğrafa esir düşeceğini ve bir daha oradan çıkamayacağını zannedermiş. Çocuk aklı desem, diyemiyorum; biz de bugün aynı şeyi yapmıyor muyuz? Hayatın gerçeğinde yaşamak yerine anda dondurduğumuz sahte mutluluklara- ve tabii sahte hüzünlere, coşkulara, devrimlere ve sahte erdemlere- esir düşmüyor muyuz? Ama arada çok büyük bir fark var; biz esir düşmeye gönüllü, çocuk aklı gerçekten ve özgürlükten yana.
Hayatımız hep bir poz…
İkincikat’ın geçen yıl başladığı Yarının oyunları projesinin ikinci oyunu Poz, işte tam da bu sorudan yola çıkarak ahlak kavramını sorgulamayı amaçlıyor. Fotoğraftaki anın gerçekliğinin ya da kurmaca oluşunun hayatı ne kadar ve nasıl etkileyebileceğinin araştırması gibi oyun. Gazeteci Rıdvan’ın yıllar önce çektiği, kendisine ödül ve ün getiren bir fotoğrafın, fotoğraftaki küçük kızın ve Rıdvan’ın hayatını ve yakınlarını nasıl etkilediğinin hikâyesi. Ama elbette bütün mesele bir fotoğraf değil, bunun ötesinde insan denen canlının hayat karşısında girdiği şekiller, durumların onda yarattığı etki ve ahlakın ne denli çetrefil ve derin bir mevzu olduğunun insanda hatta özelde kadındaki tezahürü, oyunun asıl derdi.
Oyun Rıdvan’ın birinci ölüm yıldönümünde, onunla ilgili bir belgesel çekimi için evde toplanan eşi Fazilet, asistanları Azra, manevi kızı İrem ve gazeteci Betül’ün yaşadıkları üzerinden derdini anlatıyor. Fazilet demokrasi şehidi olan eşinin arkasından siyasete atılmakta, asistan Azra onu hiç yalnız bırakmamaktadır. Manevi kızı İrem - ki oyunun kilidi ondadır- de bu toplantıya davetlidir. Belgeselci Betül’ün gelişiyle olaylar gelişir, geçmişe dair sorular bir bir cevap bulur.
Bu dört kadının arasında neler olmaktadır? Rıdvan gerçekten zannedilen kişi ya da bir demokrasi şehidi midir? Hayat hangi pozlar ve yalanlar üstüne kurulmuştur? Karşılıksız kalmış bir aşk bir kadına neler yaptırabilir? Tüm bu sorular ve daha fazlası oyunda var. Oyun seyircisine kendi cevaplarını verirken, seyircinin kendi olası cevaplarını da düşünmesine fırsat tanıyarak önemli bir iş başarıyor.
Oyun akıcı, yer yer komik ve bir o kadar da sarsıcı. Oyunun tansiyonunu ve trafiğini başarılı şekilde kurgulanmış. Oyunculuklar da iyi olunca ortaya lezzetli bir seyirlik çıkmış. Seksen dakika, tek perde gösteri hızla seyircisini içine alıyor, keyifli ve düşünsel bir yolculuğa çıkarıyor. Esra Dermancıoğlu’nu sadece “Fatmagül’ün suçu ne?” adlı diziden ve “magazin”den tanıyanlar, inanılmaz oyun gücü karşısında onun hakkındaki düşüncelerini tekrar gözden geçirmeye ihtiyaç duyabilirler. Dermancıoğlu, Azra karakterine öylesine güçlü ve inandırıcı şekilde can veriyor ki oyunculuğu karşısında şapka çıkarmamak neredeyse imkansız. Elbette diğer oyuncuları da anmak gerek, Fazilet rolüyle Selen Uçer, İrem rolüyle Gülce Oral işlerini son derece iyi yapıyorlar. Banu Çiçek Barutçugil’in can verdiği Betül karakteri ise, belki de rolün kendisi, oyuncunun daha fazlasını yapmasına izin vermediği için maalesef bir parça dışarda kalıyor. Zaten Betül, hikâyenin de en dıştaki rol kişisi. Ama bütününde dört kadının iyi oyunculuklarının birbiriyle paslaşması teatral anlamda da bir doyum sağlıyor.
Peki ama ahlak neden hep kadınlar üzerinden anlatılır?
Oyunda dört kadın ve ölmüş bir erkek var. Oyunun üzerine kurulmuş olduğu temel ahlaki problem ölmüş erkeğe ait, lakin bu ahlak sorununun yalnızca kadınlar üzerinden anlatılması ne kadar doğru? Ahlaki çöküntü, ya da bizatihi ahlak kadına mı miras kalır? Ölmüş bir erkek üzerinden var olmaya çalışmak neden hep kadına biçilen bir rol? Oyunda hiç erkek yok ve biz ahlakın yaşayan erkekle ilişkisini, söylenen yalanların onun hayatındaki etkisini maalesef oyunda göremiyoruz. Bu anlamda oyun bir kadın oyunu olarak kurgulanmış ve kadınlık durumları üzerinden ahlak sorusunu ele almış diyebiliriz. Ama o zaman da genel geçerin ve yine ataerkilin tuzağına düşmüş gibi görünüyor. Sanki ahlak sadece kadınla ele alınabilirmiş gibi. Yazarın niyetinin bu olmadığı elbette oyunda seziliyor fakat, seçtiği isimler -oyunda isimlerin anlamları açıklanıyor- ahlaka dair göndermeler içerirken, bu seferde ahlak iki bacak arasına sıkışmış ya da din ekseninde bir ahlak anlayışına kaymış olmuyor mu? Ya da en azından bunu düşündürmüyor mu?
Oyunun bir kadın oyunu oluşunu kabul ederken ve bunu severken, bu soruları da sormadan edemiyorum…
Poz İkinci Katta şubat ve mart aylarında da oynamaya devam edecek. Etrafımız böylesine fotoğraf makineleri, kameralar, fotoğraf ve video çekebilen bilumum aletle çevrilmiş durumdayken ve hepimiz bir kadraja girme derdine düşmüşken bu oyuna gidin ve kendinize ahlaka dair sorular sorun. Ama sorularınızın içinde erkekler de olsun…(NK/NV)
Proje Tasarım: Sami Berat Marçalı
Yazan: Deniz Madanoğlu
Yöneten: Sami Berat Marçalı
Oynayanlar: Banu Çiçek Barutçugil, Canan Atalay, Esra Dermancıoğlu, Gülce Oral, Selen Uçer
Reji Asistanları: Simge Kurtuluş, Sinem Pektaş
Sahne Tasarımı: Jesse Gagliardi
Işık Tarasımı: Eyüp Emre Uçaray
Kostüm Tasarımı: Hakan Akkaya
Fotoğraf - Afiş: Gizem Bentürk, Ahmet Alp Babür
Süre: 90 dakika
* Nesrin Karadağ: Yaratici drama lideri. Pegagoji lisansı ve yaratıcı drama yuksek lisansı yaptı. Halen İstanbul Üniversitesi'nde Tiyatro Elestirmenligi-Dramaturji ve Psikoloji okumaya devam ediyor. Çocuk ve yetişkinlerle drama çalışmaları yapıyor, çocuk kitapları yazıyor.