Şafak vakti atlı sordu: “Arkadaşın evi nerede?”
Bir an durakladı gökyüzü,
Yoldan geçen sundu karanlığına kumun
Dudaklarındaki ışık dalı
Ve parmağı ile kavağa işaret ederek söyledi:
“Ağaca varmadan
Tanrı düşünden daha yeşil bir sokak var,
Orada, doğruluk kanatları kadar mavidir Aşk”
erginliğin arkasından çıkan sokak
gideceksin sonuna dek
Yalnızlık çiçeğini dönerek
Çiçeğe iki adım kala
Yeryüzü efsanelerinin ebedi fıskiyesi önünde,
Saydam bir korku saracak tenini.
Bir hışırtı duyacaksın,
Bir çocuk göreceksin
Samimi bir ortamda:
Yüksek çınardaki ışık yuvasından civciv alıyor
Ona sor: "Arkadaşın evi nerede?" (Sohrab Sepehri)
Saflık, masumiyet, vefa, dostluk, arkadaşlık, yoldaşlık, dahasının dahası… Dünya insanı olarak yaşayanların yitirdiği, onların ise her defasında biraz daha biraz daha biriktirerek çoğalttığı.
Çocukluk... Çocuk, bir başkasının yerine kendini koyma, onun derdini, acılarını hissetme, sahiplenme duygusu.
Ahmet. Sekiz yaşında. İlkokul öğrencisi.
Muhammed Rıza. O da sekiz yaşında, ya da dokuz veyahut yedi yaşında. İlkokul öğrencisi, Ahmet’in de sıra arkadaşı.
Muhammed Rıza, ödevini defterine değil de kağıda yapınca öğretmeni önce ona kızar, ardından da kağıdı yırtar.
Bu olup bitenler Muhammed’in gözünde yaş, Ahmet de ise dert olur.
Bir ev. Evin içinde avlu. Avlunun içinde de kocaman bir yoksulluk.
Ahmet eve döndüğünde Muhammed’in okul çıkışı düşerken yere düşürdüğü defterinin kendisinde kaldığını görür.
Ahmet’in gördüğü hatırladığı olur: öğretmenin verdiği ödevi yapmayanlar okuldan atılacak.
Kurulacak sofraya ekmek almak için gönderilen Ahmet, ekmeğe değil, arkadaşına defterini ulaştırmak için koşar.
Şu dünyanın göğü, gündüzü gecesi, sabahı akşamıyla arkadaşının evinin nerede olduğunu bilmeden koşar.
Koştuğu yollar yoksuldur... Dosdoğru önünde duran patikayı, patikanın ardındaki tepeyi, tepenin de ardındaki ormanın içinden kuş sesleriyle koşa koşa, varır köye.
Köy evlerinin pencereleri ve kapıları demirdendir artık... Kimseler yok, o vardır, bir de oradan buraya, buradan oraya arkadaşın arayan ayaklarının sesi.
İçinde gittikçe büyüyüp genişleyen, öğretmenin azarlarken arkadaşının döktüğü gözyaşlarının tanıdık duygusu vardır.
Yolda karşılaştığı büyükler ne onun derdini anlar ne de ona yardımcı olur... Yanıt olmazlar "arkadaşımın evi nerede?" sorusuna.
Sonunda arkadaşının kendi köyüne doğru gittiğini öğrenir... Tekrar kendi köyüne koşarak geri döner... Sonra tekrar arkadaşının köyüne doğru koşar.
Gider gelir, patika boyunca... Güneşin patikada kaybolduğu yerde arkadaşını arar umutla... Lakin evi bulamaz.
Sonunda "yaşlılık kötüdür", "artık kimse tahta pencereler ve kapılar yapmıyor" diyen yaşlı bir adam ona arkadaşının evini gösterir, bir de çiçek verir.
Ancak zaman değirmeni güneşi alıp götürmüştür... Vakit çok geç olduğu için Ahmet, kapıyı çalamaz ve koştuğu yollardan eve dönerek, hem kendi ödevini hem de arkadaşının ödevini yapar.
Ertesi gün. Öğretmen verdiği ödevleri kontrol eder.
Ahmet sınıfta yok.
Sıra, Muhammed Rıza'ya geldikçe, içindeki korkusu büyür... Çırpınan kalp olur tam Muhammed Rıza'ya geleceği an, Ahmet, sınıfa girer, arkadaşına defterinin kendisinde kaldığını ama ödevini yaptığını söyler.
Öğretmen önce Ahmet’in sonra da Muhammed Rıza’nın ödevini kontrol eder.
Muhammed Rıza'nın defterinin sayfaları çevrildiğinde, yaşlı adamın Ahmet’e verdiği çiçek görülür... Çiçek, "sen varsın olur". (KT/EKN)
* Film: Arkadaşımın Evi Nerede?, Yönetmen: Abbas Kiyarüstemi, 1987
** Yazının başlığı, şair Mihrap Aydın'ın şiirinden alınmıştır.