Bir ruhumuz var mı?
Filmi izledikten bir kaç dakika sonra kendime bu soruyu sormuş, içimde biriken suçluluk duygusunu dağıtmak istemiştim. Cevabını bilmediğimiz soruların bizi burada tuttuğunu düşünüyorum. Ya da cevabını bildiğimiz ama soramadığımız sorular içindir.
Yaşamak yine de olası bütün tanımlardan daha karmaşıktır. Bir nebze olsun basitleşmiş hali etkileyebilir.
Murakami'nin ilk kitabı için yazdığı sunuşu okurken altını çizmiştim. “Öyle bir Japonca tarzı oluşturmak istiyordum ki sözde edebi dilden mümkün olduğunca uzak kalsın ve ben kendi doğal sesimle yazabileyim.” (Rüzgârın Şarkısını Dinle)
Odanın içinde bakmadık yer bırakmadım. Yok. Kitaplıkta bulunan kitapları tek tek indirdim, koltuğun altına baktım, kanepenin...
Kazuo Ishiguro'nun okumadığım bir kitabı vardı. Ayırmıştım. Adı neydi? Odanın hali berbat.
Okuduklarım rafta duruyor. Onların biraz ötesinde kitaplığın en alt rafında ayakkabı kutusunun içinde filmler var. Onlar için kapalı bir raf iyi olurdu. Eğer bir şey kaybolmak istiyorsa buna da izin vermeliyiz. Biraz sakinleşip etrafa bakmak, açıkta duranları yani olanları görmek için fırsattır.
Filmi kutudan aldım. Daha önce de izlemiştim. Yanında kahve iyi olur. Kahve kutusu boş. Son günlerde fiyatı sürekli arttığı için olabilir. Uzaklardan çay gelmiş. Onu içelim. Durmadan çözümler üretiyor olmak sorunları görmeyi engelliyor olabilir mi? Filme geçsem iyi olacak.
Filmin adı, Never Let Me Go (Beni Asla Bırakma). Japonya asıllı İngiltereli yazar Kazuo Ishiguro'nun 2005 tarihli romanından uyarlanmış bir film.
Kitap yayımlandığı yıl Time dergisi tarafından “İngilizce Olarak Yazılmış En Etkileyici 100 Roman” listesine alınmış. Bugünlerde sıkça listelere denk geliyoruz. Okuduklarını, izlediklerini, gördüklerini listeleyip sonra da bunları tavsiye edenler.
Tavsiye kitaplar, tavsiye filmler, tavsiye sağlık, tavsiye duyarlılık... vs. vs…
Ödenmesi gereken faturalar ve diğer şeyler yüzünden eve yorgun argın dönenler uzayan bu listeleri okumaktan gerçekleştirmeye zaman bulabilirler mi? Bilmiyorum.
Ben ne zaman kitap okusam diğer şeyleri ihmal ediyorum. Belki zamanı planlamak konusunda yeterince iyi olmadığım içindir. Ya da zamanı ne denli iyi planlarsak planyalım sabahın ayazında bizi alıp akşamın karanlığında bırakan çalışma saatleri uzadıkça tavsiyeler de artacak gibi.
Alex Garland tarafından uyarlanan ve yönetmenliğini Mark Romanek'in üstlendiği filmin başrollerini Keira Knightley, Carey Mulligan ve Andrew Garfield paylaşıyor.
Çocukluktan beri yakın arkadaş olan Ruth (Kira Knightley ), Tommy (Andrew Garfield) ve Kathy (Carey Mulligan ) birer klondur. Onlarla aynı yazgıyı paylaşan yüzlerce başka çocuk gibi. Bu çocukların gittiği okullar var. Film bu okullardan Hailsham'da yaşananları aktarıyor. Daha önce de THX 1138, The Island gibi bilimkurgu filmleri klonlama, klonlar üzerinden varoluşun sorgulanmasını yapmıştı.
Aksiyon ve gizemin yoğun olduğu söyleneceklerin sona saklandığı bilimkurgu tarzına göre oldukça sakin ilerleyen bir filmdi. Kullanılan müzikler ve mekanlar el değmemiş gibiydi. (Anti-bilimkurgu denilebilir.)
Aşk ve çocukluk, yaşamak ve çaresizlik film boyunca çarpışıp durdu. Zaman geleceği değil geçmişi gösteriyordu. Başkalarını yaşatmak için yetişen bedenler, okullarda sanatla, bilimle buluşup düşlere; düşlerden soğuk yataklara düştüler. Organları bedenlerinden alınırken her türlü hassasiyet gösterildi. Dezenfekte aletler bilimi yutmuş doktorların eliyle klonların bedenine girip çıktı. Kurallara göre herşey iyiydi.
Yaşam uzamış, ölümcül hastalıklara çözümler bulunmuştu.
Donörlerin kostümleri, makyajları tam da okuduğum Kazuo'nun sadeliğine uygundu.
Kazuo Ishiguro beş yaşında iken Japonya’dan İngiltere’ye taşınan bir ailenin üyesi. Kültürel altyapısı Japonyalı olmasına karşın eğitimini İngiltere sistemi üzerinde tamamlamış ve eserlerini İngilizce yazıyor. Farklılığın yaratmış olduğu zenginlik kitaplarında göze çarpar. Özellikle Uzak Tepeler, ilk kitabı olmasına rağmen beni diğerlerinden daha çok etkilemişti.
Murakami kitaplarıyla başlayan Japonya edebiyatı okumalarım şimdilik henüz listelenecek kadar uzun değil.
Filmden bir alıntıyla bu yazıya son vermek istiyorum.
“Hepimiz misyonumuzu tamamlıyoruz. Belki de hiç birimiz yaşadıklarımızı tam olarak anlamıyor ve yeterli zamanımız kalıp kalmadığını hissedemiyoruz.” (GB/HK)