Sayın başbakan, yaklaşık iki haftadır sağlığınız sade görsel ve yazılı basının değil ülke vatandaşlarının da derdi, merak konusu. Diliyorum ki, bir an evvel sağlığınıza kavuşursunuz.
Sizi Siirt'te okuduğunuz o malum şiir nedeniyle görevinizden alındıktan bir süre sonra İstanbul'da Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin yanlış hatırlamıyorsam "Ötekileştirme, azınlıklar" başlıklı bir toplantısında görmüştüm. Taksim'deki bir otelin salonundaydı program. Birkaç arkadaşınızla gayet sakin, eski belediye başkanlığınızdan azade, gösterişsiz bir edayla gelmiş boş bulduğunuz sandalyeye oturuvermiştiniz. Uzunca bir süre konuşulanları dinlemiş, elinizde tuttuğunuz bloknota konuşulanları yazmış sonra da arkadaşlarınızla çekip gitmiştiniz.
İyi bir izlenimdi bende kalan. Bu ülke ne zaman şiir okudu sudan gerekçesiyle ya da kitap yazdı, düşüncelerini paylaştı bahanesiyle insanların eziyete zulme uğradığı "tuhaf"lıklardan kurtulacak acaba sorusunu kendime sormuştum o gün.
Sonra Özal'ın ANAP'ını gerekçelendirdiği gibi her eğilimi içinde barındıracağını vurguladığınız "dört eğilim" ve kurduğunuz partinizdeki iki ulvi, saygın değeri görünce hadi bakalım; O hiç tecelli etmeyen "Adalet" ve insani "Kalkınma" nasıl bir bedende vücut bulacak; bekleyelim görelim diye düşünmüştüm.
Sonra sizi 2005'te Diyarbakır sahnesinde televizyonlardan izlemiştim. O güne dek "devlet ricali"nden alışık olmadığımız farklı sesler terennüm ediyordunuz...
Büyük devlet olmanın geçmişiyle yüzleşmekle, tarihte yapılanları kabullenip özür dilemekle mümkün olabileceğinden bahsediyordunuz Diyarbakır'da.
O gün NTV televizyon kanalının canlı yayınına çıkmıştım, sizin sabah konuşma yaptığınız Toplu Konutlar bölgesinde, "Bu sözler ve ses önemli, devamı gelmeli uygulamaya dönüşmeli" demiştim.
Ben sol siyasal düşünceden gelen biriyim. Sizin geleneğinize göre ömrünü tamamlamış ama bize göre dünya yüzünde "emek, sermaye" çelişkisi sürdükçe, "artı değer" hakketmeyenlerin kesesini doldurdukça sol bir umut olmayı sürdürecektir diyenlerin so(y)undanım.
Ama benim "solcu" olmam sizlerin yapmak isteyeceğiniz "iyi şeyler"e karşı olmayı gerektirmiyor / gerektirmez.
Bizim kuşak "demokrasi kültürü" deyince demokratik talepleri solla bütünleştirir. Sağın hiçbir zaman demokrasi talebinin olmayacağına inanır bizim sol kuşak. Neylersiniz ki böyle öğrendik ve böyle yetiştik.
Sonra sizler "Siyasal İslam" üzerinden siyaset yapanlarla tanıştık. Sizler de demokrasi diyordunuz. Hatta yetinmiyor, "demokrasi hepimize lazım" diyor ve öyle siyaset yapıyordunuz.
Demokrasi dediğimiz arzulanan hülyayı, bizim geleneğimize göre geleneğinde ve genlerinde demokrasi kültürü olmadığını düşündüklerimizin istemesi doğrusu ben dâhil çoğumuza göre yeni şeylerdi, sanki yeni bir değişim rüzgârının habercisiydi. "Damdan düşenin derdinden, ancak damdan düşenler anlar" kabilinden sol, Kürt, İslam hep sıkıntı, eza ve cefa yaşadığından "acaba" deyip kendi sorularımıza yanıt arar olduk.
Sonra büyük çoğunlukla iktidar oldunuz. Sizin dışınızdakilerin size yeterince destek sunmadığını, söylemlerinize sahip çıkmadığını gerekçe göstererek güvenlik gerekçeli sertlik politikalarını savunur ve uygular oldunuz.
Hayat hep hülyası kurulan büyük gelecek tasarımları üzerinden yürümez / yürümüyor sayın başbakan.
Unutmayın sizden önce de neredeyse bütün bir doksan yıllık cumhuriyetin, hatta öncesinin derdi olan Kürt Sorunu hâlâ olanca yakıcılığı ile "Sorun" ve çözül(e)medi. Ülkenin diğer kimi sorunları da öyle. Oysa siz yüzde elli ile muktedirsiniz.
Sayın Başbakan, böyle bir mektubu alenen yazmayı düşünmüyordum. Ama ben vicdan sahibi bir aydınım. Yüreğimin ve vicdanımın sesi, düşünce ve davranışlarıma hitap edip yön veriyor. Belki böyle bir mektubu alenen size yazdığım için kimi arkadaşlarım bana kızacak. Ama varsın kızsınlar.
Dün sokakta bir kadın avukat arkadaşımla karşılaştım. Dedi ki; "Doksanlı yıllarda Diyarbakır sokaklarında her gün en az on kişi faili meçhul cinayetlere kurban gidiyordu. Hava karardıktan sonra evimize ulaşabilmişsek çok şükür bugün de ölmedik, diyorduk. Yirmi yıl geçti aradan ve bugünlerde sabah güneş doğduğunda hadi yine iyiyiz bugün de sabahı ettik, polis kapımızı çalmadı".
Evet, sayın başbakan; henüz vakit varken, hazır hastalığınız nedeniyle nekahet döneminde sıcacık evinizde dinleniyorken bir kez daha bence kendinizle dertleşip konuşun. Büyük kapılar büyük politikalarla açılır. Büyük kapılardan doğru politikalarıyla geçmeyi bilenler tarihe geçerler. Elinizde hâlâ böyle bir şans da böyle bir fırsat da var sayın başbakan.
Ünlü bir sözdür bilirsiniz; "Küskünler ordusuyla zafer kazanılmaz". Kazandığınızı sandığınız zaferse mağlubu da galibi de olmayan Pirus Zaferi olur. O zaferin de kimseye hayrı olmaz.
Siz inançlı birisiniz. İnanan insan tanrısıyla aracısız, perdesiz görüşen insandır. İçinizdeki inancın sesine kulak verip sorunu olan Kürt halkının daha fazla kırılmasına, acı çekmesine ve küsmesine fırsat vermeyin derim.
Aydın sorumluluğum, 10 Aralık İnsan Hakları Günü'nde düşüncelerinden, inandıklarından, yazdıklarından ve konuştuklarından dolayı "içerde" olanlar ve bütün insanlık için; bu yazıyı ve açık mektubu kamuoyunun nezdinde size yazmamı gerekli kıldı. Umarım bunca aydının, bunca insanın telef edildiği bir ortamda sözüm adresini bulur... (ŞD/EKN)