Gazeteciler Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun kaleme aldığı “Metastaz” adlı kitapları geçtiğimiz hafta Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıktı. Adında tıbbi bir terimin anıştırmasından yararlandıkları kitap, devlet katında yurttaşlık bilincine sahip her birey için kaygı verici düzeyde yer edinmeye başlayan Menzil tarikatının kadrolaşması boyutuyla öne çıktı ama bununla sınırlı değil. Pehlivan ve Terkoğlu, titiz araştırmacılıklarıyla ve hiçbir detayı atlamayan sorgucu gazetecilikleriyle, kitaplarında aslında devletin tastamam bir fotoğrafını çekiyorlar.
Peki bu fotoğrafta ne var? En kestirme ifadesiyle, siyasette etkin ölçüde örgütlü haldeki şirketleşmiş tarikatların, bürokrasideki kadroları doldurması ve devlet içinde keşmekeş halini almış bir savaş… Bu savaşta hukuk da dahil bir devleti devlet yapan her şey neredeyse rafa kalkmış durumda.
Fetullah Gülen’in bir zamanlar “dokunanı yakan” ve bugün artık terör örgütü ilan edilen yapılanması ile, kitapta da örnekleri anlatılarak altı çizildiği şekilde “mücadele edilirken”, ondan boşalan alan için kıyasıya bir kavga sürüyor. Metastaz’da anlatılanlara bakınca, “çöreklenme”, “çökme” gibi amiyane tabirlerin daha uygun düşeceği bu durum, bürokrasideki kadrolarla da sınırlı değil. Neredeyse tamamı resmi soruşturma evraklarına, iddianamelere ve davalardaki ifadelere dayanan kitapta, her işin bir ucu siyasettekilere, diğer ucu ise yekunu yüksek akçeli işlere değiyor. Hatta kitapta “Para nereye aktı” başlıklı bir bölüm bile var ve yazarlar Pehlivan ve Terkoğlu, “Soruyu açık soralım” diyerek, “FETÖ örgütlenmesi de, birilerinin FETÖ ile sözde mücadelesi de bir sermaye el değişimi süreci olabilir mi?” diyor.
Şimdilik meselenin bu boyutuna bir es verip, “yerli ve milli” denilen “yeni Türkiye’de”, devletin görünümüne bir değinelim: Hiç lafı dolandırmaya gerek yok. Hukuku ve kurumsallığıyla birlikte aklın ve bilimin de büyük ölçüde rafa kalktığı bir manzara. Bir örnek: Ankara’daki bir hastanede 3 günde 27, bir ayda 49 bebek ölüp de kamuoyu ayağa kalktığında Sağlık Bakanlığı’nda örgütlü tarikat zora düşer. Ve iddiaya göre, dönemin çocuk sağlığı profesörü unvanlı bakanı, sekreterine “Köyü bağla” diyerek Menzil’deki tarikatın şeyhini arar. Neden mi? İstihareye yatmasını rica etmek için. Olur ya, “Gavs” dedikleri şeyh, belki rüyasında toplu bebek ölümleriyle ilgili bir işaret görür. Adli soruşturmayı soracak olursanız, bakanlık sorumlularla ilgili soruşturma izni vermediği için savcılıkça kapatılır.
Bir de aynı tarikatın mensubu bir hakimle ilgili rüşvet davası var. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde de görev almış bir hâkim, sonra da Sulh Ceza Hâkimi… FETÖ suçlamasıyla tutukladığı bir iş insanını, “vicdanı elvermemiş” de rüşvet karşılığı serbest bırakıyor, sonra da aracı kıldığı avukatın ofisinde parayı alırken suçüstü yakalanıyor. Menzil tarikatının “dergahına, sofilerine vermek için” istenen ve milyon dolardan açılıp, yüz binlerce lira ile tamamlanan rüşvet pazarlığının dışında o süreçte başka neler yok ki! Kayyım tezgâhları, başka hakimlere ve savcılara etki etme girişimleri, peşi sıra kavgalar, karşılıklı suçlamalar…
Bu arada Menzil deyip geçmeyin, kitapta yazılanlara göre, tarikatın ve şeyhinin mukim olduğu Adıyaman’daki köyün kapısını ne siyasetçiler, bakanlar, valiler, emniyet müdürleri ve komutanlar aşındırmış. Hatta tarikata ait bir vakfın sosyal medya hesabından buraya ziyarete gelen rütbeli askerlerin fotoğrafları bile paylaşılmış.
Vakalara dönelim; bir diğeri Bursa’da: “FETÖ borsası”. Başta basına da yansıyor, sonra sessizlik… Peşi sıra soruşturmayı açan savcı kendi iddialarından vazgeçiyor. Şüpheliler arasından hâkim ve savcılar siliniyor, isnat edilen suçların niteliği küçülüyor, hakimiyle, savcısıyla, “devlet büyüğüyle” çektirdiği selfie’leri sosyal medya hesabından paylaşan organizasyonun başı dahil tutuklular salıveriliyor. Böyle sürüp gidiyor. Rüşvet alan hâkimi, soruşturmayı usulünce hasıraltı eden savcısı, bu işi tarifeye bağlayan girişimci ruhlu eski hemşeri derneği başkanı…
FETÖ soruşturmalarından aklanma ve tahliye olmanın bir yolu daha var: “Hüsn-ü şehadet”. Kimi köşe yazarları, tarikat şeyhleri araya giriyor, “O arkadaş FETÖ’cü değil, ‘falan cemaattendir’, ‘filan tarikattandır” diyor ve bu da bir kurtuluş yolu oluyor gerçekten. Kitapta dayanakları da ortaya konulan bu iddialara bakınca, ne CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) ne diğer kanunlar ne de ceza hukuku usulleri yürürlükte. Üstelik bu “hüsn-ü şehadet”, çoğu zaman da mahkeme salonlarında, savcılık sorgularında değil, Cumhurbaşkanına yazılan mektuplarda dile getiriliyor. “Hüsn-ü şehadetin” söz konusu olduğu tek durum dava ve soruşturmalar da değil, görevden alma ve tasfiyelerle de ilgili lehteki bu şahitler devreye giriyor.
Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu, “hüsn-ü şehadetlere” konu olan ve şu anda “devlet tarikatı” mertebesindeki cemaatin ise, “Hakyolcular” diye de anılan Nakşilerin bir kolu İskenderağa Cemaati olduğunu ileri sürüyor. Bu yol açılınca Fetullahçıların da bu tarikatların mensubu görünmeye çalıştığını anlatıyorlar.
Bir başka olay da çocuk istismarını meşrulaştıran sözleriyle tepki çeken bir cemaat liderinin, bakanın, müsteşarın, yargıçların katıldığı hukuk konferansının baş konuğu olması.
Peki bütün bunlar yaşanıyor da bir kesimin çok bel bağladığı Türkiye’nin “laik” diye anılan eski büyük sermayesi, bu olan bitenin neresinde? Gerçi TÜSİAD yöneticisi bir iş insanı, “Liberal demokrasi, hukuk devleti ve piyasa ekonomisinin tüm dünyaya barış ve refah getireceği beklentisi boş çıktı” diye açıklamada bulunmuştu. Türkiye’nin yakın zamanda el değiştiren en büyük medya grubunun sahibinin damadı da “demokrasi, hukuk devleti boş” şiarıyla hareket etmiş olmalı ki, dahil olduğu bir olay kitapta anlatılıyor.
Kitabın yazarlarına, “FETÖ ile mücadele” adı altında yaşananların, “sermayenin el değiştirmesi” olduğunu düşündüren dikkat çekici bir olay daha var. Sonradan şirketleri, bir başka patronun mülkiyetine geçen İzmirli bir iş insanının yaşadıkları… Bu iş insanını önce hedef tahtasına koyup, sonra patronlarıyla görüşüldüğünde suspus oluveren ve kendileri hakkında da “FETÖ’cü” ithamı bulunan köşe yazarları mı ararsınız; tanınan ayrıcalıklarla ülkenin en çok tartışılan vakıflarından birine, soruşturmadan kurtulsun diye 3 milyon dolar bağış yapması istenmesini mi, ne ararsanız var… İzmir ile Ankara arasında dokunan mekikler de…
Metastaz’da, çürümeyi gözler önüne seren çok örnek var. Cemaat mensuplarının yerini, bağlılığı yine anayasa ve kanunlara değil de şeyhlerine olan başka tarikat ve cemaat mensupları almış. Yine, tam da bu tabloya muhalif yüzlerce gazeteci, avukat, siyasetçi, sanatçı, akademisyen, öğrenci anayasal haklarını kullandıkları halde kanunda suç olmayan fiilleri nedeniyle yargılanıyor ve cezaevlerindeler. Devlette hâkim olmaya çalışan bu ilişki ağı içinde modern yurttaşlık ilişkisi uzak bir hayal gibi… (SA/AS)
Künye
Metastaz
Yazarlar: Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu
Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019, 254 sf.