Tanışmak, el sıkışmak, sevmek, güvenmek, güvendikçe dayanmak, birlikte üretmek, birlikte yapmak ve birlikte ‘ol’mak… Sorulduğunda kahir ekseriyetin savunduğu herkesin yücelttiği değerlerdir bunlar. Kıymetlerini anlatmaya kelimelerin hikmeti de yetmez.
Ama yaşam serüveni pek böyle akmaz. Dünya gibi Anadolu da böyle bir yer değildir. Dertlidir... Ama çarelidir.
Bayramların barışma vesilesi yapılması da buradadır, kan davasının yüceltilmesi de...
Bilhassa bu topraklar küskünlükler, acılar, yanlışlar, zulümler, hatalar için hiç çorak değildir. 20'inci yüzyılın en korkunç acısını da üzerinde taşır.
Lafı, bu toprakların en derin acısı olan Ermeni tehcirine, katliamına, soykırımına getirmek istiyorum. Çünkü acıyla yüzleşen, bu topraklara borcunu ödemeye çalışanlar yok değil.
İnsanca, tahayyülümüzdeki dünyayı kurmak için önce bu çaba. Nasıl öderiz peki bu borcu? Yüzleşerek, tanışarak, el uzatarak mı?
Üç maymunu oynayan güruhun korkutucu kalabalığında tam da böyle yaparak başlamalıyız işe. Bu iradeyi göstererek, el uzatabilme cesaretini sergileyerek. Bunu yapanların sayısı az değil.
Onlardan birisi de yazar Murat Ataş… Hem de kırmadan, dökmeden, başkasına saldırmadan yapıyor, tanışma çağrısını. Edebiyatla… Edebiyata ilk merhabası olan ‘Armine / Çorak Dağ’ın Sürgünü’yle…
Aras Yayıncılık etiketiyle raflarda yer alan kitap, 1910’lu yıllarda Sivas'ta Türklerin ve Ermenilerin birlikte yaşadığı bir köyde başlıyor.
Başlangıçta köyde yaşayan Galenler ile tanışıyoruz. Garabed Efendi, Armine, Sate, Arpiar, Manuşak ve Mihran’dan oluşan, tasasız, gürültülü bir ve şenlikli bir ailedir Galenler. Hayat normal seyrinde akar. Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilere karşı baskı da artar. Siyasi karar alıcılar Ermenileri bu topraklardan sürmeye karar verir.
Önce müslüman olmaları şart koşulur, ardından o olsa bile yine fayda etmez. Tehcir günleri başlar. Minik Armine, dedesi Garabed Efendi ve ailenin diğer fertleri ile yola düşer. Önceden gidenler de olmuştur tabi.
Tehcir zamanında kardeş kardeşi kaybeder, eşkıya haraç keser, asker tecavüz eder. Düşünüldüğünde bile katlanılması zor olan acılar yaşar Armine. Ama ona yardım edenler de vardır, Türkler arasında.
Topraklarından kopmamak için verdiği mücadeleden vazgeçmez. Sevdiği Civan ile birlikte olmak en büyük dileğidir. Bunca acının ardından, Armine'nin bu topraklara olan sevgisi, sadakati Civan'a olan aşkında tecessüm eder.
Ataş, işte bu hikayeyi yalın ve akıcı bir dille kaleme almış. Bol diyaloglu bir roman. Diyaloğa davet eden bir roman. Bizi, acılarla yüzleşmeye, önyargılarla hesaplaşmaya, tanışmaya, el sıkmaya çağırıyor.
Bu davete icabet edip etmeyeceğimiz, bu topraklara olan borcumuzu ne kadar ödeyip ödemeyeceğimizi de belirleyecektir. (SM/ÇT)