İnsanla ve kendisiyle olan büyük hesaplaşmayı bu dünyada tamamlayanların anlatısında yer arıyoruz kendimize. Dâra durup vicdanımıza soruyoruz:
Ben dervişim dersin dava kılarsın
Hakk’ı zikretmeye dilin var mıdır?
Kendini gör, elde sen ne ararsın
Hâla hâl etmeye hâlin var mıdır
Abdal Haluk Tolga İlhan’ın “Dâra Duran” albümünün kapağındaki bu sözler sanatçının bir derviş sabrıyla çıktığı yolculuğu özetler nitelikte. İlhan’la beşinci albümü olan Dâra Duran ile ilgili yaptığı araştırmaları, geçmişe yolculuğunu, Alevi inanç felsefesini ve yeni projeleri hakkında konuştuk.
"Dâra durmak öze dönmektir"
Dede karşısında sol ayak başparmağını sağ ayak baş parmağı üzerinde tutup, eller karın bölgesinde kavuşturulmuş, kafanız önde duruyorsunuz. Bu sembolik duruş, kişinin vicdanıyla baş başa kalma ve bir anlamda özüne dönme sürecini; dâra durmak eylemini temsil ediyor. Bir hesaplaşma anı…Diğer yandan bir nevi dönemin hakim inancının kadı sistemine karşı Alevilerin kendi mahkemesini oluşturması olarak da okuyabiliriz. Diğer inançlardaki günah çıkartmanın farklı bir formu gibi.
Haluk Tolga İlhan, dâra durmayı insanın vicdanıyla baş başa kalması, insani değerleri taşıyıp taşımadığını sorgulaması olarak özetliyor bu kavramı.
“Aslında bu inançlar tekkelerde yaşam buluyordu. Anadolu ve İran coğrafyasında Erdebil tekkesi, Battal Gazi tekkesi gibi bir tekkeler ağını bu anlamda düşünebiliriz. Ancak abdal ideolojisini takip eden yapıların örgütlenme yeri olan tekke ve zaviyeler 1925’ten sonraki süreçte kapatılınca büyük bir boşluk oluştu. Ortodoks İslam, yaygınlaşma ve dayanışma zeminini bulurken, Alevilerin, dervişlerin bir araya gelme alanları kısıtlandığı, yok edildiği için inancın söylemleri de kavramları da sözlü gelenek ile aktarılmaya ve hatırlatılmaya ihtiyaç duydu diye düşünüyorum. Türküler de bu anlamda en büyük rolü üstlendi” diyen sanatçı, amaçlarının bu inancı ve unsurları daha iyi öğrenme ve hatırlatma olduğunu söylüyor.
‘Bilerek’ söyleme gereği hissettim
Erzurumlu Alevi bir ailede yetişen, evinde Ruhi Su, Sümeyra Çakır, Feyzullah Çınar gibi sanatçıların ve bağlama seslerinin eksik olmadığı İlhan, Aleviliğin ideolojisi ve inanç sisteminin ne olduğunu biraz daha derine inerek araştırmak istemiş. İliklerine kadar hissederek icra ettiği bu tarzın nereden geldiğini, bağlamanın, deyişlerin, ozan geleneğinin, Haydariliğin, Kalenderiliğin ne olduğunu anlamaya çalışarak, dervişlerin ne istediğini, ideolojik arka planının ne olduğunu görmeye çalışarak ve en önemlisi biraz daha ‘bilerek’ söyleme gereğini hissetmiş.
“Gördüğüm şey şuydu: Anadolu’daki yerel inançlar ortaklaşa inanç sisteminden hareket ederek; yayılmacı, cihatçı, hegamonik gaza ideolojisine karşı direnmişler. Ve kendi inançlarını korumaya çalışmışlar. Kürtlerdeki dengbêjlerinde bu yapı içerisinde bulunduğu ozan geleneği de bu Arap istilasına karşı kendilerini koruma içgüdüsüyle hareket etmiş. O yüzden de mütemadiyen bir isyanlar ağı oluşmuş. Ebu Müslim’le, Babek isyanıyla, Hürremiler ile başlamış ve o silsile devam etmiş.
Birbiri ile etkileşim halindeki coğrafyalarda, örneğin Osmanlı devletinin kuruluşunda Aleviliğin büyük bir ağırlığı var. Mesela Edebali bir Vefai şeyhi. Zira Baba İlyas’a baktığımızda dönemin siyasetinde son derece etkili. Ancak, her ne kadar belli çerçevelerde ortak yaşam için irade gösterilmiş olsa da yaşamı kavrayışta, Aleviliğin öğretilerinin yarattığı fark, ayrışmayı getirmiş. Babek Erdebil ve İran coğrafyasında bir yapı oluşturuyor. Ebu Müslim Horasan bölgesini toparlıyor. Ancak bu etkileşimleri, inancı bütünsel olarak kavramak için iyi okumak gerekiyor.”
72 dil birdir bize
‘72 dil birdir bize’ diyerek ötekileştirmeye karşı olan bir argüman kullanan ozanların yıllar önce ortak bir paydada buluşma arzusunu yerine getirdiğini söyleyen Abdal Haluk Tolga, “Ozanlar bizim istediğimiz ideolojiyi geçmişte zaten bulmuşlar. Bunu fark ettim. Ötekileştirmenin söz konusu olmadığını gördük. Dolayısıyla bizim aslında günümüzde, kapitalizmde kaybedilen, üstü çiziler, değersizleştirilen çok önemli kavramların, yaşam felsefesinin aslında bu ozanlar tarafından yıllarca önce anlatıldığını da gördük. O yüzden ezgi seçimlerinde onları anlatan eserleri tercih ettik ve seslendirmeye çalıştık.”
Bir lokma bir hırka
Albüm kapağında dervişlerin “Bir lokma bir hırka” söyleminden hareketle bir hırka figürü bulunuyor. Ancak bu hırka görüldüğü üzere, eski ve yıpranmış değil daha canlı, yaşayan modern bir hırka. Haluk Tolga bu tercihi şöyle açıklıyor: “Çünkü albümün alt yapısı daha modern enstrümanlarla kurgulandı, söyleyiş biçiminde tercih ettiğim tarz da gençliğin sahiplendiği daha modern bir söyleyiş. O yüzden köklerini geçmişten alan ancak bugün hala canlı bir şekilde yaşayan kırmızı bir hırka çizimi istedik. Kapak tematik bir çalışma oldu. Bu çok önemliydi.”
"Ben yaratıcı değil hatırlatıcıyım"
“Bu çalışmada ben yaratıcı değil hatırlatıcıyım” diyen sanatçı şöyle konuşuyor: “Dâra durmayı, bu inançları, bu özgünlüğü, sevgiyi, aşkı, dostluğu bu ozanlar, zaten söylemişler. Barış içinde yaşamayı zaten anlatmışlar. Günümüz insanı bunları bilmiyor ve biz de bunları öğrenerek taşımaya çalışıyoruz. Yeni neslin haberdar olması için bir taşıyıcıyız. Bir gösterici, bir nevi oyunculuk. Sanatçı, yaratıcı olmayan bir şeyi ortaya çıkarandır ama biz var olan bir şeyi estetize ettik. İcra ettik diyelim. Biz yalnızca burada yorumculuk üzerinden şekillenmiş olabiliriz. Biraz da araştırıcılık.
"Özümüzü koruyarak, soft bir çalışma yaptık"
Albümde gereksiz süslemeleri kaldırdıklarını söyleyen İlhan, teknik olarak pratiklerini şöyle anlatıyor: Gitara bir kaç koma ekledik . Bağlamayla solo çaldığımız perdeleri, gitarda olmayan yapıya ekledik. Gitarda “si bemol”ün kendisi var ama “si bemol iki” olması lazım. Bağlamada var. O yüzden Anadolu müziğinde bağlamada “si bemol iki” var. Hicaz ve Kürdi değil. Alevi müziğinde de “si bemol iki” ezgiler çok yoğun. Dolayısıyla gitarda solo makamı bozmadan atılamıyordu, gitara koma ekleyince halk müziğinin öz makamını bozmadan aynı melodiyi gitar ile çalabildik. Bu da gençlik tarafından çok sevildi. Özümüzü koruyarak, müziği asimile etmeden tını farklılığı oluşturduk.”Kontrbas, santur, viyola ve keman yanı sıra vurmalı çalgıları kullandıklarını söyleyen İlhan, “Çok enstrümanla çok renkli şeyler yapabilirdik ama temayı bozmadan soft bir çalışma yaptık.”
"Mahlaslı eserleri tercih ettik"
Eserleri seçerken Alevi ideolojisini ve felsefesini anlatan, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Mahsuni Şerif, Ali Ekber Çiçek, Davud Sulari ozanların imzasını taşıyan mahlaslı eserler kullanmayı tercih ettiklerini belirten İlhan şunları söylüyor:
“İnsanların gönlüne girmiş büyük ozanların eserlerini seslendirmeye çalıştık. Toplumsal olayları yansıtmasının yanında o toplumsallığın bireye nasıl yansıdığını göstermeye çalıştık. Örneğin Mahzuni Şerif Alevilik inancı açısından toplumun en değerli isimlerinden, ancak onun da bir bireysel hikayesi var. Yani toplumsal olarak o inanç mekanizmalarının nasıl yansıdığı esas. Ama mahlasların her birinin ayrı ayrı bireyleri de temsil etmesi açısından bu anlatıların bireylerin hayatında nasıl bir değişiklik ve etki yarattığını ve sonuç olarak benim hayatıma nasıl etki ettiğini ifade etmeye çalıştım.”
"Gençlik türküleri sahiplendi"
İkinci albümünü grup olarak, diğer dördünü solo olmak üzere beşinci albümü hazırladığını söyleyen İlhan, “İkinci albümü hatırlatan bir sound üzerinden yaptık. Çünkü yeni gençlik o altyapıyı çok benimsedi bu nedenle onu takip ettik. Son beş yıl içersinde üniversitelerde 50’ye yakın konser verdik.
18-30 yaş arası türküleri sahiplenen bir gençlik olduğunu görüyoruz. Biz türkülere ses verdik. Yüksek dinlenme tirajlarımız var. Gençlik sesimize cevap verdi. Bu albüm için de şimdiden aynı şeyleri söyleyebiliriz. Konserlerimiz devam edecek.
"Şan tekniğini kullanıyorum"
İlhan, halka yabancı olmayan bir söyleyiş biçimini yakalamanın önemli olduğunu düşünüyor: “Şan bilgim ve eğitimim sonucu akademik bir söyleyiş de tercih edebilirdim. Bir dönem Ruhi Su ile özdeşleştirdiler, yazdılar, çizdiler röportajlarda. Tabii ki bu çok gurur verici ancak ben kendime has bir söyleyişi yarattığımı düşünüyorum: Şan tekniğini kullandığım, ancak akademik yetkinliği gösterme çabasından uzak, yerel gırtlak yapılarını da içeren, daha doğal bir söyleyişi daha çok seviyorum. Gördüğüm kadarıyla toplum da buna yanıt veriyor, kendi kültürüne yabancı olanı bir şekilde kabullenmiyor. Toplum burada samimiyet duygusunu ölçüyor.”
Yeni proje yolda
Haluk Tolga İlhan, şimdilerde ise heyecan verici başka bir projeyi hayata geçirme arefesinde. İlhan, daha sınıf eksenli ve sınıf mücadelesini anlatan ezgilerin peşine düşecek. “Mutlaka bir hikayesi olan, çeşitli halkların ezgileri var. Daha edebi bir söylemi burada kullanabilirim. Destansı anlatıların izini süreceğim.” (BD/HK)