Neo liberalizm sponsorları, plazaları, sektörleri ve medyasıyla hayatımızı avuçlarken, futbolun kapladığı yer artarak devam ediyor. Zengin bahis şirketlerin, kulüp sahibi Rus ve Arap patronların, kirli siyasi ilişkilerin göbeğinde ve varoluşundaki felsefeden çok uzakta artık futbol.
Bir 13 Ağustos akşamı, futbolun sevgi, dayanışma ve paylaşım üzerine kurulu varoluş felsefesine en uygun kişilik olan Süleyman Seba hayatını kaybetti. Seba yetiştiği jenerasyon ve ahlâki değerleri bakımından bizleri Hakkı Yeten'e, Şeref Bey'e bağlayan bir inci gerdanlıktı. Gözümüzün daha açılmadığı, mahalle aralarında top oynadığımız 90'larda, hafızalarımıza kazınan başkan imajıydı.
Bugün değer milyon eurolarla biçilirken, başarı kupalarla ölçülürken, yöneticiler ve futbolcular arasında saygısızlık sınır tanımazken Süleyman Seba, daima mütevazılığın, saygının efendisiydi. 1984 yılında başkanlığına geldiği Beşiktaş’ın, sadece küçük bir kulüp binası, çamurlu Şeref Bey stadı ve çokça zorlukları vardı. İşte bu dönemde Beşiktaşlıların etrafında toplandığı bir babaydı Seba.
1990'lı yıllar Avrupa'da endüstriyel futbolun çokça yol aldığı, Türkiye'de Fenerbahçe ve Galatasaray eliyle geliştiği dönemdi. Ama o asla kulübü ağır borçlara sokacak, oyuncular arasında adaletsizlik yaratacak yatırımlara girmedi. Altyapıya yöneldi. Çoğunu Serpil Hamdi Tüzün'ün yetiştirdiği Rıza, Sergen, Metin-Ali-Feyyaz (Metin Kocaeli’den gelmişti), Gökhan ve niceleriyle yola çıktı. 1987 ve 89 yılları arasında Gordon Milne Beşiktaş'ı şampiyon yapamadıysa da Seba arkasında durdu ve sonra 3 yıl boyunca Beşiktaş fırtınası esti. Bu yüzden sabır demekti Seba. En ufak bir başarısızlıkta teknik direktör değiştiren, her yıl 5 futbolcu yollayıp, 8 tane alanlardan değildi.
Başarıyı ve Beşiktaş sevgisini şampiyonlukla ifade etmediğinden, endüstriyel futbola da aykırıydı. Çünkü, endüstriyel futbol için şampiyonluk, yatırılan paranın karşılığını almaktır. Amatörce bir taraftar hissiyatının maddi kaygılara dönüşmesidir. Kapitalizm için bir Pazar, Seba için tutkudur futbol. Bu yüzden şike ve teşvik primleri onun yanından geçmemiş, kupa fetişizmine girmemiş, şerefli ikinciliğin gururunu yaşamıştır.
Beşiktaş taraftarı olmayı tüketici, müşteri olarak değil, ''iyi insan olmadan iyi Beşiktaşlı olunmaz'' diyerek tanımlamıştır. Reklam, bahis, borsa gelirlerinin olmadığı günlerde, uzun vadeli krediler alarak değil, iş adamlarına tek telefon açarak Beşiktaş kasasına para koymuştur ve asla süper zenginlerin bir grubuna dönüştürmemiştir.
Antrenmanlara minibüsle gidip gelen, kâr ve para odaklı düşünmeyen, aşırı ticarileşmeden kaçınan, hiçbir insana tepeden bakmayan, ''kıymetli rakibimiz'' üslubunu getiren, bir Beşiktaş proleteriydi Süleyman Seba. Gözyaşları içinde Beşiktaş başkanlığını bıraktığı 2000 yılı, aslında kendisine hiç de uymayan bir devirdi.
Seba'nın ölümüyle sanki futbol artık daha da kirli gibi geliyor insana...
Caner Özdemir psikolog, müzisyen, sosyal tangocu, insancıl varoluşçu psikoterapist. Psikosinema üzerine çeşitli toplantılar yaptı. Sanat, politika ve hayatın diğer alanlardaki çalışmalarını, anti kapitalist ve anti seksist açıdan, eleştirel ve politik psikoloji zemininden yapmaktadır. Twitter: @pskCaner |