Yalın Alpay’ın son kitabı “Öteki ve Ben”, kitabın adında geçen iki kavramın birbiriyle olan ilişkisini ele alan yazılardan oluşuyor.
“Öteki ve Ben”, bir “öteki” olan “ben”i ve bunun tam tersine karşılık gelen tamlamayı, hem Yalın Alpay’ın kendi alanı içerisine giren kavramlarla hem de gündelik yaşamdan örneklerle anlatan bir kitap.
“İnsan, var olabilmek için bir topluluk içerisinde doğmalı ve belli bir yaşa kadar gereksinimleri ile güvenliği topluluk tarafından üstlenilmeli. Aksi takdirde ölüm kaçınılmaz. Bu yaklaşım, sıkça savunulan bir ezberin, bireylerin toplumu oluşturduğu varsayımının karşısında bir konum alır; bireyler toplumu değil, toplum bireyleri oluşturur. Toplum, bireyi yaşamda tutarken, ona gelişkin bir model sunar. Bu modelde temel görev, içinde doğduğu toplumla nasıl entegre olacağıdır. Entegrasyon, düşünsel, inançsal, töresel, ahlaksal, ekonomik, siyasi ve dilseldir. Bebek, genetik özellikleri ve içgüdüsel tepileri çerçevesinde bir benlik üretmeye yönelmez, içine doğduğu toplumla uyum sağlamak için her aşamada kendi genetik özelliklerinden ve içgüdülerinden taviz verir. Toplumun kuralları çerçevesinde kendi beynini, toplumla pazarlık bağlamında geriye alır. Kıyafetler giyer, cinselliğini kamusal alanda geri çeker, siyasi geleneğe uyum sağlar, hiyerarşik yapılar, bürokratik tasarımlar, ekonomik donanımlar, ahlaki kuşatımları, dilsel ifadeler bağlamında toplumun genel kabullerini içselleştirir. Bireyliği ve toplumsallığı arasında bir alana yerleşir.”
Bireyin, daha “içeriden” bakacak olursak “ben”in, “öteki”yle ilişkisi tam da Yalın Alpay’ın tırnak içerisindeki ifadelerinde belirttiği biçimde doğuyor, şekil alıyor, gelişiyor. “Ben”siz bir “öteki”, “öteki”siz bir “ben”in “varlık” olarak bir yetisinin olmadığını ve bundan muhtaç olmaktan ziyade özdeşlikle vuku bulan bir “mecburiyet” olduğunu pekala söyleyebiliriz. Alpay da, Karakarga Yayınları etiketiyle yayımlanan son kitabı “Öteki ve Ben”de, bir “öteki” olan “ben”i ve bunun tam tersine karşılık gelen tamlamayı, hem konunun kendi alanı içerisine giren kavramlarla hem de gündelik yaşamdan örneklerle ele alıyor. Son iki yılda PolitikYol ve OT dergisinde yazdığı yazılardan oluşan kitap, falso bir okumayla, postmodernizmin “ben”e yağdırdığı övgüleri de alaşağı edecek pek çok zihinsel argüman sunuyor.
Kitabını dört bölüme ayıran Yalın Alpay, mevzuya nereden bakıldığına bağlı olarak tepeden ya da en dipten girerek, dünyanın bir ilişkiler ağı içerisinde olduğunu belirterek lafı açıyor. Bu sarmalı kendi içerisinde birçok konuya başlığı altında inceleyen yazar, ikinci bölümde “ben”in inşa sürecine değinerek “ben” ve toplum arasındaki bağa dikkat çekiyor. Hümanizma çerçevesi içerisinde değerlendirmeye aldığı “ben”i, Descartes, Sartre, Foucault ve Derrida gibi düşünürlerin fikirleriyle birleştirerek devam eden Yalın Alpay, üçüncü bölümde “ben”in “öteki”yle olan ilişkisine edebiyat, siyaset, sosyolojik açıdan göz atıyor. Son bölümde ise Jean Baudrillard’ın kapısını araladığı yaşam simülasyonuna değinerek “yeni çağ”ın sabit sorusunu kendi düşünceleriyle tartışamaya açıyor.
Yazının ikinci paragrafında “falso okuma”dan bahsetmiştim. Bunu biraz daha açmak isterim: Önümüz, arkamız, sağımız, solumuz bizi “biz”le ebelemeye çalışan envaı çeşit şeyle dolu. Kıyafet almak istediğimizde bizim için seçilen don gömlekle karşılaşıyoruz. Okumaya niyetlendiğimizde, büyük büyük kitapçıların en ön standında bize has kitaplar sunuluyor. Bilmem kimin beğenisi doğrultusunda puanlanan bir sistematik içinde karşımıza çıkan filmleri, dizileri izliyoruz. Futbol maçı izlerken, biz hödük olduğumuz için spikerin yanında bir de yorumcu bulunması kanun hükmünde. Ben konunun derin tarafıyla Yalın Alpay kadar ilgilenmediğim için aklıma ilk gelenleri sıraladım. Ancak Alpay’ın cuk oturan yazılarını, kendisine katılan bir okur olarak, herkesi “ben” manyağı yapmaya niyetlenenlere, göklere çıkardıkları “ben”in elini ayağını “öteki”den çekince neler olabileceğini arada fısıldamalarını da tavsiye ederim. (BS/AS)