Tarihçiler olarak çoğunlukla işimiz belgelerle. Ama tarihçilerin bazıları belgeleri doğrudan bilgi olarak kabul eder ve belgeyi üretenin, yani “yazar”ın kimliğini analiz etmez. 1915 Ermeni Katliamı ile ilgili olan belgelerin nasıl okunacağı konusunda da benzer bir yaklaşım farklılığı vardır genelde. Soykırım olmadığı iddiasındaki tarihçiler belgelerin karşılıklı bir çatışma olduğunu, hatta katledenlerin Osmanlı devleti değil Ermeniler olduğunu anlattığını söyler. Devlet aklını ve devletin belge üretirken yeniden oluşturduğu söylemi dikkate almadan belgenin gerçekliğini temel gerçeklik olarak kabul ederler. Farz edelim 100 yıl sonra, emniyet arşivleri eğer araştırmacılarının kullanımına açılmışsa tabi, arşivden bugün haber olan İstanbul çevresine bombalama olaylarının gerçekleşebileceğine dair uyarının olduğu bu belgeyi bulduk ve Suruç’ta yaşananları ve devamındaki süreci anlamaya çalışıyoruz. Peki, bu belge olaylar hakkında bize ne söylüyor?
"Emniyet Tedbiri" belgesi |
Belgeyi büyütmek için üstüne tıklayın. |
1-Ölenler teröristtir:
Belgede “sehven” SDGF yazılmış olan SGDF bizzat MLKP’ye bağlı bir terörist örgüt yapılanmasıdır. Haliyle ölmeden önce yapılan işin niteliği terörizmdir. Herhangi bir mahkeme veya daha doğrulanabilir bir bilgi olmadan belge, Kobane’nin yeniden yapılanması için silahsız bir biçimde Suruç’tan Kobane’ye geçmeyi bekleyen ama Valiliğin de bilgisi dahilinde geçmelerine izin verilmeyen çoğu SGDF’li olmayan ve hatta ölenlerden Koray Çapoğlu gibi tek örgütü Trabzonspor olan bütün herkesi aynı örgütün üyesi olarak tanımlamıştır. Aradan 100 yıl geçtiği için biz tabi bu bilgileri bilmiyoruz; öğrenmemiz, başka belge ve kaynaklardan gösterebilmemiz gerekir çünkü belge bize bunları söylemiyor.
2-Öldüren bilinmemektedir:
Herkesin terörist olduğu belgede, canlı bombanın kim olduğu konusunda bir bilgi edinememekteyiz. Belgenin herhangi bir yerinde meşrebinize göre IŞİD-DAEŞ-DEAŞ-DAİŞ-İD kullanılabilecekken, yani aslında bütünüyle meselenin nasıl başladığına dair örgütsel bir bilgi verilebilecekken hiç olmaması tercih edilmiştir. 100 yıl sonra olaylardan bihaber bir biçimde belgeyi okurken, dikkatsiz bir tarihçi, zaten terörist olan SGDF militanlarının yanlarında bulundurdukları canlı bombanın kendi kendilerini patlattığı yorumunu yapabilir.
3-Asıl öldürülen devlet görevlileridir:
Kendi kendilerini patlatan terör örgütlerinin ortaya çıkarttığı durum, devletin görevlilerine saldırılmasına yol açmıştır. Burada ortada hiçbir gerekçe yokken, devletin görevlilerine saldırıldığını yani olaylarda asıl mağdurun devletin kendisinin olduğunu öğreniyoruz. IŞİD’i bilmediğimiz için, ölenler kendi kendilerini patlattığı için, devletin vatandaşların güvenliğini sağlamak yönünde herhangi bir sorumluluğu olmadığına kanaat getirebiliyoruz. Aslında hiçbir sorun yokken ve devlet barış içinde kardeşçe yaşanacak bir ortam oluşturmuşken, huzurumuzu bozmak isteyen bir kısım kökü dışarıda unsur devletimizin görevlilerini hedef almaktadır.
4-Günay Özarslan ölmemiştir:
Adı malum örgütün bir elemanı güvenlik güçlerine karşı silahla mukavemet göstermiştir, sonuçta ise belgede ölü olduğu bilgisini verilmediği için, bir biçimde ele geçirilmiştir. Özarslan’ın cesedinin teslim edilmemesi ve cenazesinin bir türlü kaldırılamayışı sırasında ortaya çıkan durum belgede görülemediği için, 100 yıl sonrasındaki tarihçinin yapacağı yorum, “terör örgütlerinden ölenin olmamasına rağmen devletin güvenlik güçlerine sürekli saldırıların olduğu”, yani asıl mağdurun yine devlet olduğu yönünde olması muhtemeldir.
5-Kaynaklarımız güvenilirdir:
Belgenin yarısından sonrası ise “Konu” kısmında belirtildiği gibi “Emniyet Tedbiri” hakkındadır. Belgenin bürokratik kısımları da dikkate alındığında, İstanbul Emniyet Teşkilatı’nın bütün iç birimlerine yaptığı bir uyarıyı içeren bir belgedir. Valilik bu konuda emniyet mensuplarını temin etmektedir ki, terör örgütlerinin yapacağı bombalama eylemlerine ilişkin bilginin kaynağı güvenilirdir. Yoksa en üst makamdan yani valilikten gelen bir bilginin kaynağının güvenilir olup olmadığını sorgulayan bazı emniyet görevlileri mi var? Ya da 100 yıl sonra tarihçimiz devletin valisinin edindiği bilginin kaynağının güvenilir olup olmadığını sorgulamasın diye mi konulmuş bu ibare? Elbette ki hayır, tarihçinin göreceği şudur: Evet ülkede bir güvenlik sorunu baş göstermiştir, devlet bu konuda üstüne düşen vazifeyi yapmaktadır, güvenilir kaynaklardan bombalama yapılabileceğini öğrenmiştir. Bu işi kimin yapacağının güvenilir kaynaklar söylemiyor elbette; IŞİD’i bilmediğimiz için bu işi olsa olsa belgeden öğrendiğimiz terör örgütleri, yani MLKP ve DHKP-C yapabilir.
6-Devletin çözümü-Uyarıyorum:
Devletimiz uyarıyor ama herkesi değil, “bilmesi gerekenler” kim ise onları bu konuda uyarıyor. Fakat onların ne yapması gerektiğini pek de söylemiyor; güvenlik tedbirlerini gözden geçirin, duyarlı olun deniliyor. Yani insanların toplu olarak bulunması zorunlu olan bölgelerde bomba patlayabilir, bunu da MLKP veya DHKP-C profiline uyan teröristler yapacaklar, IŞİD’e mensup olabilecekler konusunda değil, diğerleri konusunda tedbirli olun deniyor. Çünkü 100 yıl sonraki tarihçi belgede IŞİD’den bahsedildiğini görmedi.
Peki, bu belge ne anlatıyor aslında.
Tarihçilik elbette bu kadar küçük bir kaynaktan yola çıkarak öykü yaratmak işi değildir. Çeşitli kaynaklar arasında karşılıklı kontrol mekanizmasının kullanılması icap eder. En azından iyi tarihçiler böyle yapar. Bu belge tarihçiler arasındaki belge savaşında silah olarak kullanılışlı bir niteliğe sahip. Tam anlamıyla bir resmi tarih yazımının üretim süreciyle karşı karşıyayız aslında. Belgede olayların “aslında” ve de “resmi olarak” nasıl olduğu tanımlanmaktadır. Bazı bilgilerin eksik verilmesi, kurgunun bunu gerektirmesi yüzündendir. 100 yıl sonraki tarihçinin asıl işi işte burada başlıyor: devlet resmi tarihi yazarken kurgudan neleri dışladı, nasıl olayları kendine göre yeniden yorumladı? Bunu göremeyen tarihçilerle bugün sıklıkla karşılaşıyoruz aslında; 100 yıl sonra yok olacaklarına dair de bir işaret yok henüz. (SY/EA)
Bu makaleyi Sinan Yıldırmaz'ın facebook paylaşımından yayınladık.