Sevgili,
Bak sana ne anlatacağım…
Üniversiteyi bitirip bir yıl da askerden ‘’muaf’’ sayılınca amcamın ABD’ye davetini nasıl kabul etmezdim.
Kaçak köçek okulu bitirmeme rağmen hiçbir yayın organında ve ajansta iş bulamamıştım!
Vermemişlerdi demek daha doğru.
Sicilim kötü!
“Hiç olmazsa hapse düşersek birbirimizi ziyaret ederiz” niyetiyle yaptığımız evlilik de biteli uzun zaman geçmiş, özgürüm anlayacağın.
Hiçbir takıntım yok!
Konya’da aldığım pasaport ve altı aylık ABD vizesi ile ver elini Seattle...
Bak bu yazdığım ilk satırlar bile ayrı ayrı bir mektup konusu…
Neyse, belki onları da anlatırım sana!
Aradan dört yıl geçip “Green Kart”ı da sağlama alınca artık memlekete ziyaret kaçınılmazdı.
Hakkımızdaki davalar düşmüş, yurtdışına kaçan tanıdığım birçok dost ülkeye giriş çıkış yapmış, hapisteki hemen hemen bütün dostlarım, yoldaşlarım özgürlüğüne kavuşmuştu.
İstanbul Yeşilköy’e inince “hoşgeldiniz” diye karşılayan polis memuru, adımı bilgisayara girip de “zırrrttt” sesini duyunca “sen hep böyle takılıyo muydun la?” diye üslubunu değiştirivermişti.
“Zurnanın zırt dediği yer bu olsa gerek” diye düşünmüştüm.
“Askerliktendir!” dedim soğukkanlı davranarak!
“Sen bekle” dedi.
“Tamam beklerim”
Yaklaşık bir yarım saat sonra; Amiri;
“Sen gir ama zor çıkarsın!” deyip mührü vurdu pasaporta!
Memlekette üç hafta sürecek “açık cezaevi“ maceram böyle başlamıştı...
1989 yılı baharı...
Yeşilköy Hava Alanında bekleyen abim Ömer, kuzenlerim ve yakın arkadaşlarımdan Nüvit ve Gülin de oradaydılar.
Benim pasaport kontrolden bu kadar geç çıkmam onları da telaşlandırmıştı.
Annem, babam, abilerim, yeğenlerim, arkadaşlarım., yoldaşlarım…Memleketim..
O kadar çok özlemişim ki, anlatamam!
Ankara’da ilk iki hafta dost ziyaretleri, yemeler, içmeler, gülmeler, hikayelerle geçti…
Ama artık şu “Çıkış İzni” ile uğraşmanın zamanı gelmişti.
Babam, hemşehrimiz Mustafa Ateş’in Genelkurmay’da Albay olduğunu hatırlatarak “kendisini bi ziyaret edelim” dedi.
Mustafa Ateş bizi son derece iyimser karşıladı ve Askeri Mahkeme’de Binbaşı bir tanıdığına gönderdi.
Şimdi adını anımsamadığım Binbaşı bizi aynı misafirperverlikle karşıladı ve “bakaya kalmak suçundan” beni yargılayacak olan hakimin olduğu odaya götürdü bizi… Bir gurup kıdemli asker odada dondurma yiyorlardı.
“Sedat bey kardeşimiz Amerika’dan gelmiş!”
“Aaa hoş gelmiş sefa gelmiş”
“Dondurma alır mısınız?”
Babam, çok severdi kovboy şapkalarını, ona hediye getirdiğim “kovboy şapkası” elinde selama durup
kendisine özgü sesiyle “Çok teşekkür ederiz efendim” diyor ve dondurma yemeyi kabul etmiyoruz.
Hemen ordan bir asker çağırıp “Getirin bakayım Sedat Uysal’ın dosyasını” deyip bize de oturmayı öneriyor!
‘’Alın dondurma alın!’’
‘’Yok efendim sağolun’’
Az sonra birazca kabarık bir dosya ile asker içeri giriyor…
Dosyaya göz atan Hakim Kumandanın ses tonu ve yüz ifadesi değişiyor ve ‘’Siz çıkın bekleyin dışarda!‘’ diyor bize.
Bekliyoruz…
Biraz önce bize dondurma ikram eden aynı Hakim, cübbesini giymiş odasından çıkıyor, gözümüzün önünde kapıları açılan TSK Kara Kuvvetleri Komutanlığı 2.Askeri Ceza Mahkemesi salonuna doğru ilerlerken ‘’Sizin davayı şimdi göreceğiz bekleyin’’ diyor…
Bekliyoruz!
Askeri mübaşir bir zaman sonra adımı çağırıp bizi mahkeme salonuna alıyor…
Babama, mahkeme salonunu görünce ‘’”beni burada asarlar’’ diyorum!
Koca salonda babam ve ben, bir de ziyaret ettiğimiz Binbaşı var.
Ben Sanık, önde, ayakta!
Yukarda üç kişi!
Az önce dondurma yiyen üç hakim’
‘’Adı soyadı, doğum yeri, doğum tarihi…
….
‘’Oğlum sen neden gelmedin yoklamaya? ‘’
‘’Efendim ben…
‘’Komutanım… Ben Amerika’da yaşıyorum…
‘’Senin hakkında duyurular yapılmış, duymadın mı onları?
‘’Hayır efendim, komutanım…!!
‘’Oğlum bi de senin hakkında ruhsatsız silah taşımaktan bir ceza var…’’
‘’Efendim o bi suçlamaydı… Çorum olayları sırasında ben gazetecilik yapıyordum… Üzerime orada bi silah kaldı…
Ben o dava düştü diye biliyorum…’’
‘’Düşer mi oğlum davan kesinleşmiş! Bir buçuk yıl hapis cezan var ama ertelenmiş…
‘’Yaz oğlum…
‘’1959 Ankara doğumlu Kerim oğlu Pervin’den olma…. adresine kayıtlı….
şu anda Amerika’nın Vashington eyaletinin Seattle şehrinde… adresinde yaşayan Sedat Uysal’ın hakkında yapılan asker kaçağı duyuruları ve askere çağrı mesajlarının Amerika’nın Vashington Eyaleti Seattle şehrinden duyulup duyulmayacağının TRT’den sorulmasına ve sanığın tutuksuz yargılanmasına karar verildi ve mahkeme … tarihine ertelendi.
İmza mühür…
Ver oğlum bir kopyasını sanığa !‘’
…
‘’Oğlum, sıkma canını…! Yaparsın askerliğini çıkarsın’’ diyor babam!
‘’Babam, bütün hayatım orada şimdi, ben buraya gezmeye geldim, askerlik yapmaya değil…’’
Bizim ilk yanına geldiğimiz ve mahkemeyi izleyen Binbaşı diyor ki,
‘’Bak kardeşim, anlıyorum…
Siz aslında yarın Konya’ya gidin ve Konya Merkez Askerlik Şubesinde şu Binbaşıyı görün…
Benden de selam götürün! Belki o yardım eder size!‘’
Teşekkür edip ayrılıyoruz yanından…
Dönüş biletim yansa da olur!
Acaba yurt dışına nereden, nasıl çıkarım hayalleri kuruyorum!
Kesinlikle askere gitmem! Gidemem!
Zaten astım hastasıyım, ölürüm ben orada!
Aradan bir gün daha geçiyor.
Annem ve babamla Konya’dayız.
Ertesi sabah erkenden gittiğimiz Konya Merkez Askerlik Şubesinde aradığımız Binbaşı yerinde değil.
‘’Dişçiye gitti…’’ diyor asker!
‘’Bekleyin mutlaka gelecek’’
Bekliyoruz, bekliyoruz, bekliyoruz!
Saatler geçmek bilmiyor…
Babama ‘’gel olmazsa yan binada Meram Askerlik Şubesi var acaba onlara mı sorsak?’’ diyorum!
Meram Askerlik Şube Başkanına durumu anlatıyorum.
Şube Başkanı elimdeki mahkeme raporunu okuduktan sonra
‘’Bak şimdi senin eline kelepçeyi vurup askere gönderirim!
Git o binbaşıyı bekle!‘’ diyor…
Tekrar yan binaya gidiyoruz!
Öğleden sonra güler yüzlü, sevecen ve dinamik bir adam giriyor içeri.
Selam sabahtan sonra durumu anlatıyorum!
‘’Oğlum senin yurtdışa çıkmanda hiç bir sakınca yok!
Kanun değişti! Yurt dışında yaşayıp askerlikten bakaya kalanların 39 yaşının bitimine kadar yurt dışında kalmalarında bir engel yok!
Bunu neden Ankara’da halletmediniz? Halletmediler? ‘’
Telefona sarılıyor ve nüfusa kayıtlı olduğum Konya Hadim Askerlik Şubesini arıyor.
‘’Nerde oğlum komutanın? ‘’
…..
‘’Kahvede tavla mı oynuyor? ‘’
‘’O şimdi kalkıp gelemez oradan’’
‘’Bak şimdi, tak bakayım daktiloya kağıdı… Dediklerimi aynen yaz’’
…..
‘’1959 Ankara doğumlu…. Bakaya kalmış… Hadim nüfusuna kayıtlı… Yeni çıkan bilmem kaçsayılı kanun gereğince…
Şahsın 39 yaşının bitimine kadar yurt dışında kalmasında, yurda girip çıkmasında hiç bir sakınca yoktur….’’
…
‘’Yazdın mı aynen dediklerimi?
….
‘’Şimdi al ordan mühürü !
At imzasını komutanının… Yapıştır zarfı…
….
‘’Şimdi ne yapacaksın biliyo musun?
‘’Yarın sabah ilk işin, bu zarfı Hadim’den Konya’ya kalkan otobüs şoförüne vereceksin!
‘’Diyeceksin ki ; bu zarfı garajlarda senden alacaklar…’’
Biraz daha sohbet edip binbir teşekkür ayrılıyoruz yanından.
Annem ;
‘’Kuzum, özledik zaten ! Bak dâvalar filan da düştü! Oralarda kalmana gerek yok!
‘’Yap askerliğini, evlen yeniden, senin de bir ailen olsun…’’
Babam ;
‘’70 milyon insanın sığdığı ülkeye sığamadın be oğlum! ‘’
Sabahı zor ediyorum…
Otobüs garaja varmadan bir saat önce oradayım!
‘’Yok kardeş bana öyle bi şey vermediler… Bi muavine sor bakalım!’’
Otobüsten bavulları indiren muavine yanaşıyorum…
Ön ve arka tarafında Hadim Askerlik Şubesinin mührü olan
O çok açık kahverengi mi desem, ne renkse ikiye katlanmış adıma yazılı zarfı ’’göt cebinden’’ çıkarıp veriyor bana!
Derin bir nefes alıyorum!
Zaten astım hastasıyım… Bir değil birçok kere derin nefesler alarak yaz aylarında çocukluğumun geçtiği ara sokaklardan dedemlerin evini buluyorum..
Adresi hala aklımda…
Süleyman Uysal
Eski Odun Pazarı, Cami dibi
Numara 3
Konya
‘’Kal gitme’’ diyen annem ve babam aynı gece beni gözyaşları içinde garajlardan İstanbul’a uğurluyorlar.
O gece Nüvit ve Gülin’lerde kalıyorum. Çocuklar daha küçük.
Hiç unutmam, bütün bu anlattıklarımın sonunda Nüvit ’’Tam Özal’ın ‘iş bitirici’ dediği bir askere denk gelmişsin ‘’ diyor gülerek…
Havaalanında Pasaport Kontrolde yine ‘’zırrrtttt’’ diye ötüyor bilgisayar!
‘’Tam on gündür anamdan emdiğim süt burnumdan geldi bu kağıdı almak için’’ diyorum.
‘’Amiriiiim!!!
Amir geliyor, bir bana, bir pasaporta, bir de Hadim Askerlik Şubesi’nden gelen yazıya bakıyor, vuruyor mührü!
Saatler sonra Kopenhag’da sokaklarda ‘’Ben bir asker kaçağıyım’’ türküsünü mırıldanarak dolaşıyorum.!
Amerika’da ünlü bir söz vardır ; ‘’Vergi ve ölüm kaçınılmazdır’’ derler.
Bunu bizde ’’askerlik ve ölüm kaçınılmazdır! ‘’ diye uyarlamak mümkün.
Aslında sana oturup ‘’Burada Korona günleri nasıl geçiyor ‘’ diye günlerdir belleğimize kazınmış görüntülerle, gözümüzün önünden gitmeyen herkesinkine benzer bir mektup da gönderebilirdim…
Hatta yaptığım muzlu ekmeğin resmini de koyardım içine…
Ancak babam derdi ‘’oğlum senin anlatacak bir askerlik hikayen dahi olmayacak!’’
Daha bitmedi…
Benim de bir askerlik hikayem var…
Seninle bunu paylaşmak istedim.
Hasret ve sevgiyle!
Birlik ve Dayanışmayı yükselt!
Şimdilik sokağa çıkma!
Evde kal! (SU/AS)