İnsan çeşitliliği bilimi olarak antropoloji, insanların/kültürlerin neden farklı olduğu, neden benzediği ve nasıl değiştiği konusunda en gelişkin literatüre sahip bilim dalıdır. Kültüre bakan bilim insanlarına, çeşitli ilkelerle bu işi yapmanın önemini de anlatır. Bu ilkelerden biri kültürel göreciliktir. Her kültürün sorun çözücü anlam haritaları sunduğunu, kendi kültürünü merkeze alarak başka kültürlere bakmanın onları anlamayı imkânsız kılacağını ve bunun etik de olmadığını söyler. Çünkü bütün insanlar eşit derecede kültürlenme becerisine sahiptir ve kültürler arasında ileri/geri ya da doğruluk/yanlışlık ilişkisi kurulamaz.
Örneğin “Hindistan’da ineğe tapıyorlar” diyen bir öğretmen, kendi dininden yola çıkan bir “tapma” kriterini bütün dinlere uygulayarak yorumladığının farkında olmadan, benzer bir bakış açısını (etnikmerkezciliği) çocuklara da öğretmektedir. Oysa Zebu sığırının (ineğin) kesilmesini uygun görmeyen bir Hindistanlıya sorduğunuzda size “ineğe taptığını” söylemeyecektir.[i]
Elbette kültürler eleştirel olarak da ele alınabilir, hatta toplumun bazı kesimlerini ezilen konumuna iten dinamikleri incelemek kültürel antropologların da görevidir. Bu anlamda İslam öncesi olarak anlatılan “Cahiliye Dönemi”, toplumun çeşitli katmanlarında yarattığı sıkıntıları sürekli hale getirmesi açısından eleştirilir.
Ancak bunu “puta tapıyorlardı” ya da “helvadan put yapıp yiyorlardı” şeklinde dile getiren bir din eğitimi, insanoğlunun kendini inkârıyla, dünyayla ve doğaüstüyle kurduğu ilk sembolik iletişimi olan heykelleri, dolayısıyla sanatı anlamamayla sonuçlanabilir.
Türkiye’de var olan din eğitimi, bazı kesimlerce sadece İslam’ın anlatılmadığı söylenerek savunulmaktadır ancak diğer inanışların anlatılış biçimi, İslam’ı dünyanın merkezine koyarak gerçekleştirilmektedir. Din kültürü öğretmenleri de muhtemelen başka türlüsünün yanlış olduğunu düşünüyordur. Çünkü aldıkları eğitim, dinle aralarına bir mesafe koymalarını gerektiren bilimsel perspektifle uyuşmamaktadır.
Felsefe hocasına neden eleştirel bir İslam felsefesi kitabı yazmadığını soran İranlı düşünür Daryush Shayegan’ın aldığı cevap bu konuda düşündürücü olabilir: "Bunu yapamam, zira tam da bu felsefenin canlı örneğiyim ben."[ii]İslam demişken, elbette farklı mezhep ve yorumlama biçimleriyle heterojen bir inanç olarak İslam değil, idealize edilen bir Sünni İslam’dır anlatılan. Bu noktadan itibaren zorunlu din eğitiminin[iii] neden yanlış olduğunu kendi tecrübem üzerinden değerlendirerek anlatmaya devam edeceğim.
İlköğretim, lise ve devamında da devlet okullarında öğrenim görmüş, Alevi kökenli bir kadın olarak öğretmen masası üzerinde namaz kılma sırası bana hiç gelmediği için kendimi şanslı hissetmişimdir. Evet, okullarda din dersinde öğretmenler namaz kıldırma, sure okutma gibi pratiklerle “din kültürü” dersini uygulamalı olarak vermektedirler.
Oysa bilindiği gibi Aleviler namaz kılmazlar ancak din dersinde bütün öğrenciler namaz surelerini bilmekle, mümkünse uygulamalı göstermekle sorumlu tutulurlar. Devlet okullarından mezun olmuş ve sure ezberlememiş biri olduğunu sanmıyorum. İlköğretim ve ortaöğretimdeki din kültürü derslerinin şaşırtıcı derecede aynı içeriğiyle birlikte sure okuma işlemi lisede de devam etmektedir. Zorunlu din eğitimi bana ne yaptı sorusunun cevabına gelince…
Lise yıllarına kadar bana anlatılan İslam, Allah’ın adını ağzından düşürmeyen annemin yaşadığı İslam’a benzemiyordu. “E Allah’a inanıyorsun, Müslümanım diyorsun, o zaman niye namaz kılmıyorsun, oruç tutmuyorsun, başını kapatmıyorsun, Ali’den ne medet umuyorsun” diye sorup duruyordum anneme. Ona soramazsam içimden konuşuyordum, bazen çok üzülüyordum, cehennemde yanacağını düşündüğüm için annemin, bazen çok kızıyordum ona “doğru” bir Müslüman olmadığı için. Oysa ne kadar iyi bir kadındı bana karşı, günlüğümü okuyan kardeşlerime kızdığını hatırlıyorum, bana bile saygı duyuyordu da Allah’a tapınırken neden saygısızlık ediyordu?
Lise yıllarında işler biraz değişmişti. Aynı şeyleri dinlemek yerine aklıma takılan soruları sorduğum din kültürü öğretmenim “senin aklın bunları almaz” dediğinde şüphelenmiştim işin renginden. Elbette bütün din kültürü öğretmenleri aynı değildir. Sonraki dönemdeki din kültürü öğretmenim farklıydı.
Doğrudan sınıfa “Sünnilik dışında bir mezhepten olan var mı?” diye sormuştu. Elimi kaldırıp “ben Aleviyim” dediğimde, “o mezhep değil” diye cevap vermişti. Sınıfta başka hiçbir öğrenci de “neden” diye sormadı. Yıllardır din kültürü ve ahlak bilgisi dersi alan o kadar öğrenci ayıbı bilmiyordu. Elimi kaldırmasam kendime ayıp, elimi kaldırtan hocaya ayıp, sonraki sözlere daha ayıp (ayıp fişlemenin, etnik merkezciliğin ahlakî adıdır).
Aynı dönem ablamın din kültürü öğretmeni ise, Alevilerin ajan olduğunu anlatıyordu. Hafızama kazınan bir din kültürü öğretmenim daha oldu, ismini vermeyeyim. Beni ayağa kaldırıp bir sureyi okumamı istediğinde “ben dua okumuyorum, henüz karar vermedim dinime” dedim. Zorunlu din eğitiminin amacına ulaşmasına ramak kala yediği önemli bir goldü bu. Hem de genç yaşta müdür yardımcısı olmuş okulun en “parlak” öğretmeni yemişti bu golü.
Maçın kalanı bundan sonra hep faul hep faul. Yazılı sınavda 50 puanlık soru Kevser Suresi idi, ilkokul dörtten beri ezberimde, en kısa olanı, kim bilmez. Ama yazmadım. Bilmediğimi sanmasın diye de yazıp sildim, izinden anlamıştır umarım bilerek yazmadığımı. Neticede Alparslan Süper Lisesi’nde o dönem Alevi kökenli bir öğrencinin bütün dersleri 5, din kültürü 3 düşmüştü. Umurumda da olmadı işin aslı, “Ya Hızır” deyip geçtim. Ama ben o gün ayrımcılığın ne olduğunu, “benim kâbem insandır” diyen deyişleri, “bin kere mazlum olsan da bir kere zalim olma” diyen Ali’nin neden ay olduğunu anladım. İşte ben o gün Alevi oldum, işte ben o yüzden bugün zorunlu din eğitimine karşıyım.
Zorunlu antropoloji dersi tartışılmalıyken din eğitiminin ilkokul birinci sınıftan itibaren zorunlu hale gelmesinin zararı için bu örnek yetmez diyebilirsiniz ancak pratiğin bu olduğunu ve olacağını da inkâr edemezsiniz. Üstelik sosyal demokrat bir partinin de bulunduğu bir koalisyon yönetimi sürerken bunlar yaşanabiliyorsa, sürekli dini referanslarda bulunan, Sünni olduğunu vurgulayan bir liderin yönlendirdiği siyasi atmosferde, karma eğitimin tartışıldığı bir ortamda din eğitiminin nasıl sürdürüleceği bir kere daha düşünülmeli.
Bu yüzden, “toplumsal barış”ın bu kadar yoğunlukla dillendirildiği şu günlerde, etnik/dini/cinsel farklılıkları dışlayacak, daha da marjinalize edecek her çabanın karşısında durulmalıdır. (HD/EKN/YY)
* Yrd. Doç. Dr. Hülya Doğan, Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Antropoloji Bölümü
[i] Daha genel bir dünya görüşünü anlatan ahimse öğretisinde bütün canlılara bakış İslam’dan farklıdır. Konuyla ilgili kültürel maddeci açıklamalar da bulunmaktadır. Antropolog Marvin Harris, inek tabusuyla ilgili çalışmalar yapmıştır.
[ii] Daryush Shayegan, Melez Bilinç, çev: Haldun Bayrı, İstanbul: Metis, 2013.
[iii] Zorunlu din eğitiminin seçmeli olması da tek başına çözüm değildir. Çocuğunun din dersi almasını istemeyen ailelerinin çocuklarını bu süreçte izole edip dışlanmış hissettirmeyecek etkinlikler/alternatif dersler olmalıdır.