İnsan gerek biyolojik gerekse psikolojik acılarına çareler bulmak için sürekli koşturdu.
Biyolojik acıların çarelerini tıbbi gelişmelere kafa yorarak buldu ve bulmaya da devam ediyor. Ama psikolojik acılarına salt tıptaki birikimiyle yanıt olamadığından başka yollardan da çareler aradı.
Bazen bin yıllar öncesinden bir peygamberin, bir azizin ya da arifin ağzından dökülenlerde, bazen bir din adamının söylevlerinde, bazen de bir inanç sömürücüsünün masallarında buldu çareyi.
Nitekim günah çıkartan bir papazın ve hastasını koltuğa yatırarak konuşturan terapistin gördüğü işlev arasında pek de fark yoktur. Her iki durumda da acı çekmekte olan ruh tedavi edilmekte ve acısı dindirilmeye çalışılmaktadır.
Zira “İnsan metafizik bir varlıktır.”
Bu bağlamda değerlendirdiğimizde insan için kader inancı en etkili antidepresandır. Ondan daha etkili ve uzun ömürlü bir ruh ilacı yoktur. Normal bir antidepresan ya da yatıştırıcının ruh acısını bir süreliğine dindirebileceği doğru. Ama etkileri geçicidir ve köklü bir tedavi getirmezler. Bununla birlikte insanı iflah olmaz bir ilaç bağımlısı haline getirirler.
Oysa kader öyle mi? Kader, insanın ruhsal acılarını dindirmekle kalmaz; onun kirini–pasını siler, günahlarını hesaptan düşürür ve yanlışlarına mazeret olur. Yani insanı bir kuş gibi hafifletir ve bir çocuk gibi huzurlu kılar.
İşler sarpa sardığında, bir kaza yapıldığında, hasta olup yataklara düşüldüğünde, başa büyük bir felaket geldiğinde, birilerinin kanına girildiğinde…
Bir kader hapı atıldı mıydı hiçbir şeyciği kalmaz insanın. Emsali görülmemiş mağduriyetler bile yaşansa, bir kader hapı atıldı mıydı o mağduriyetlerden eser kalmaz.
Çünkü kader, insanın tüm yetmez, kusurlu ve sorunlu yanlarının sorumluluğunu üzerine alarak onu suçluluk duygusundan ve vicdan azabından kurtarır.
Çoğu ilaç gibi kaderin de bir yan etkisi var mıdır? (AB/APK)