Bir varmış bir yokmuş. Develer iktidar iken, pireler muhalefet iken, Meclis-i Mebusan’la şürekası tebaanın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, Afrikiya nam kıtada, ırak mı ırak bir diyarda, ‘Türkistan’ diye bir ülke varmış. Bu ülkede ayaklar bir türlü baş olamıyormuş. Ülkenin tüm organları, ayaklar baş olamasın diye canla başla çalışıyormuş. Bu ülkede, ‘Amele Bayramı’ diye bir gün varmış. Bu günde, ameleler ve iştirakçılar, günlerini kutlar; taleplerini Saray’a duyurmak için tellallar tutar; o da yetmez, can havliyle bağırırlarmış. Onlar, Şeyh Bedreddin’in torunları olarak, Cennet’le Cehennem’in öbür dünyada değil bu dünyada olduğuna ve -masal bu ya- amelelerle iştirakçıların bu dünyada Cennet’i inşa etmelerinin mümkün olduğuna inanırlarmış.
Sultan, vezir-i azam ve sancak beyleri, bayrama bir gün kala, amelelerle iştirakçıların, bayramlarını Gavursemt’te kutlamalarını yasaklamış imiş. Tüm asi güçler, buna aldırış etmeyip Gavursemt’e girmeye ant içerken, iştirakçı olduğunu iddia eden bir fırka, kutlamayı, ‘Satıkent’ adlı bir meydanda yapmaktaymış. Onlara, yeniçeriler, hiç bir müdahalede bulunmamışlar. Beyler ve paşalar, “keşke tüm asiler, bu fıkra gibi fırkadan olsa” diyerek, bunları öve öve bitirememişler. Bayramı Gavursemt’te kutlamak isteyenler ise, bunu yıllar önce bu meydanda yitirdikleri dostlarının anısına gerçekleştirmek istiyorlar ve Gavursemt Meydanı konusunda bu nedenle ısrarcı oluyorlarmış. Sultan ise, arzın merkezine yolculuk için açılan kara deliği bahane ederek, onlara hiç göz açtırmamaktaymış. Bir yandan da, memlekette, hiç olmadığı kadar yumuşak bir tevazu ve sulh iklimi oluşuyor; devrin alimleri, dahili harbi, müzakere ederek bir mütarekeye bağlamak istiyorlarmış.
Amele bayramının arifesinde, Sultan, tüm kayıkları, faytonları ve atları yasaklamış imiş. Böylece, amele olduğunu iddia edip aslen tedhişçi olan zevat, meydana çıkamayacak imiş. Yine de, amelelerle iştirakçılar, çantada keklik değilmiş. Bir kısmı, Hamidiyekent’te ve Pişti’de toplanmışmış; bir kısmı, Esirkaya’da toplanmışmış; bir kısmı da, Bahçesonu’ndan ve diğer yönlerden Gavursemt’i zorlamaktaymış.
Masalcı Dede, sabah, evden çıkmış. Satıkent’e gitmek istemiş. Ancak, faytonlar, Satıkent sapağına konan hükümet faytonları nedeniyle ilerleyemiyormuş. Bunu gören Masalcı Dede, Püskügen Faytonu’na binmiş. Burada, hiç bir kayığın, rıhtımdan ayrılmasına izin verilmiyormuş. Üstelik, Evarkası Köprüsü de kapatılmışmış –kimbilir hangi Deli Dumrul tarafından. Dede, Ağızdışı Köprüsü’ne bakmış uzaktan; faytonların köprü üstünde hareket ettiğini görmüş ve köprüye gitmek için bir faytona atlamış. Oradan, bir başka faytonla, geç de olsa, köprüyü geçmiş. Fayton, onu, meydanda bırakamamış; o da, Halkalıayı’da inip Hamidiyekent’e doğru yürümeye başlamış.
Oraya vardığında, şakacı yeniçerilerin bir böcek ilacı kullandıklarını görmüş. Yeniçeriler, bir de, su tabancasından hoşlanıyorlarmış. Amelelerle iştirakçıların üstüne su sıkıp sıkıp duruyorlarmış. Çok latifecilermiş. Böcek ilacı sıkılanlar ise, bu memleketin haline, soğan doğranmışçasına ağlayıp ağlayıp duruyorlarmış. Masalcı Dede de dayanamayıp ağlamış, ağlamış ve ağlamış. Sanki, memleketi, doğranmakta olan koca bir soğanmış... Bir sürü memleketi doğrayıp leziz bir salata yapıyormuş kendilerine, ecinniler ve ifritler. Masalcı Dede, zaten hergün ağlıyormuş ya memleketin haline; tüm bunları görünce daha çok ağlamış. Ağlaya ağlaya Esirkaya’ya varmış; orada birçok fırkadan ve hareketten asiyi görmüş. Onlar da, yeniçerilere yaklaşıp yaklaşıp memleketin bu haline ağlıyorlarmış. Ağlayıp durduklarından, bir türlü ilerleyemiyorlarmış. Esirkaya fedaileri, “Katil Yeniçeri, Esirkaya’dan Defol!” diye bağırışıp da yeniçerilerin üstüne üstüne yürüdüklerinde, yeniçeriler, hem onları hem de analarını şöyle bir adamakıllı ağlatıyorlarmış. Asiler, onlara, “direniyoruz öyleyse varız” dedikçe, onlar, “direniyorsunuz öyleyse yoksunuz” deyip basıyorlarmış böcek ilacını...
Masalcı Dede, bu arada, bir yolunu bulmuş; aralardan girip yeniçeri engelini aşmış. Yeniçeri Bölgesi’nin üstünden dolanıp inmiş ve böylece sıcak denizlere ulaşmış. Sarmabostan’daymış şimdi. Sarmabostan’da hiçbir yeniçeri olmamasına şaşırmış. Yeniçerilerin sayısı, herkesi engellemeye yetmediği için; Sarmabostan, bomboş kalmışmış. Masalcı Dede, yorgun argın, Kibarkaya’nın eşek anırtan yokuşlarından çıkmış ve Gavursemt’e çok yaklaşmış. Yeniçeriler, Gavursemt’in tüm ara sokaklarını kafeslerle çevirmişlermiş ve kuş uçurtmuyorlarmış. Soranlara, “Emir, büyük yerden. Sultan’ın emri.” ya da “Emir demiri keser. Bey’in emri.” diyorlarmış. Saat, öğlen bir olmuşmuş; ama sivil yeniçeriler, yeniçeriler ve ecnebiler hariç, kimse, Gavursemt’e giremiyormuş.
Masalcı Dede, her bir kafesi denemiş. Bir yolunu bulup Gavursemt’e girmeliymiş. Kafeslerin önünde, içeri giremeyen tebaa ile yeniçerilerin zıtlaşmalarına kulak misafiri oluyormuş. Misal:
- İcazet verin, geçelim artık. Amele Bayramı’nı kutlatmadınız zaten. Benim dükkanım içeride. Beni işimden etmeyin. İzin verin, geçeyim.
- Bugün sana iş yok. Amele Bayramı.
- Bırakın geçeyim! Sizin ulufeniz, bizim verdiğimiz öşürlerden, vergilerden ödeniyor.
- Senin vergini almıyoruz; % 65’in vergisini alıyoruz.
(...)
- Görüşürüz bir gün! O büyük gün geldiğinde hepiniz hesap vereceksiniz! Kıyamet Günü olacak sizin için!
Masalcı Dede, kerimelerin cesaretine hayran kalmışmış. O da, Deccal’in ya da Mehdi’nin geleceğine; daha doğrusu, Deccaller’in ve Mehdiler’in geleceğine inanıyormuş. Bir başka kafeste şu konuşmaları duymuş:
- Bırakın geçelim! İçeride bir sürü ecnebi var. Onlara serbest, bize niye haram?!
- Sana özellikle yasak.
- Ah eşşek kafam, keşke siz dün gece bu kafesleri dikerken sessiz kalmak yerine, bunları gizlice söküp hurdacıya satsaydım. Eşşek kafam, eşşek kafam.
(O sırada, yeniçeriler, bir adamı geçirmişlermiş.)
- Peki bunu niye geçirdin?
- O, kadı.
- Kafa kağıdına baktın mı?
- Bakmadım, sana ne! İstediğimi geçiririm, istemediğimi geçirmem. Keyfime bakar.
- Ama (...)
- Bak, sen de gelip amma kafa şişirdin be. Aha şu adam bir saattir bekliyor; gıkını çıkarmıyor. Sen de onun gibi olsana!
Masalcı Dede, her sokağı köprü bilip haraca kesen bu Deli Dumrullara daha fazla dayanamamış:
- İşte böyle koyun olduğunuz için bu hale geldi memleket. Ne demek sessizce beklemek! Hakkınızı arayın kardeşim. Kula kulluk etmeyin. Bu kafayla hiçbiriniz geçemezsiniz kafesten.
Masalcı Dede, kızgın kızgın oradan ayrılırken, Fas Caddesi yakınında dar bir yol keşfetmişmiş. Ama umutsuzmuş; nasılsa, her sokak, Sultan yapılmayacak veliahtlar gibi kafeslenmişmiş. Ancak, o da ne: Oradan çıkınca, kendini bir sürü yeniçeri arasında ama Gavursemt’te buluvermiş. Masalcı Dede’nin görüntüsü, ecnebilere çok benzediği için, kimse, ondan şüphelenmemiş. Böylece, dede, 13:30’da Gavursemt’e varmış ve 21:00’e kadar oradan ayrılmamış. Günboyu 5 saat yürümüşmüş; bu yüzden, ayaklarının altı, su toplamışmış.
Dede, Gavursemt’e varıp da Esaret Sokağı’nda yürürken, şaşkına dönmüş. Bir an, kendinden geçip, bir savaş meydanında olduğunu sanmış. Esaret Caddesi’nde, çeriden daha çok, sivil çeri varmış. Bunlar, üzerinde çeri yazan yelekler giymekte, ellerinde sopalarla ve bellerinde silah ve kelepçelerle, Esaret Caddesi’ni asilere karşı zapt eylemişlermiş. Bu sivil çeriler, beklemekten sıkıldıkları için, kendi aralarında sohbet etmekte; mahalle çocuklarıyla top oynamakta; dondurma yemekte ve ulufelerini almakta imişler. Her yaştan, her cinsten, her boydan, her tipten imişler. Aralarında kız da varmış erkek de; genç de varmış yaşlı da; sıska da varmış toplu da; uzun da varmış kısa da. Dede, bunların bu kadar çeşidini görünce, Sultan’ın hafiye ağına şaşırmış. Onları dış görünüşlerinden ayırt etmek olanaksızmış. “Bir zorbalık, bir tiranlık provası bu; hatta Cahiliye provası” demiş Masalcı Dede, içinden; hatta böyle bağırmamak için zor tutmuş kendini. Cadde boyunca, sıra sıra faytonlar, asileri zindanlara doldurmak için emre amade imiş. Ancak, Masalcı Dede’ye göre, çeriler, asilerin Gavursemt’i zapt edebilme ihtimalinden ve imkanından çok korkuyormuş. Bu kadar çok fayton, bunun içinmiş.
Çeriler ve sivil çeriler, şahinlerle birbirlerine haber uçururlarken, Masalcı Dede’ye, bir yandan, güvercinlerle haber geliyor; o da, uzaklara yine güvercinlerle haber gönderiyormuş. Çerilerin ıslah ettiği büyük bir yırtıcı kuş ise, asileri avlamak için sürekli olarak tepelerde uçuyormuş. Güvercinlerin dediğine göre, şehrin bilumum mekanlarında devam etmekteymiş mukavemet. Çok sayıda yaralı varmış; “bir talebenin de, ruhu, vücudundan ayrılmak üzere” diyesilermiş.
Saatler, 18:30’u gösterdiğinde, Masalcı Dede, Esaret Caddesi’ndeki kafeslerin yavaş yavaş kaldırıldığını görmüş. Etrak-ı biidraklar ve ecnebiler, caddeyi doldurmaya başlamışmış. Sükuti ekseriyet, içi boş bir kütle oluşturmakta imiş yeniden. Sivil çeriler, yeleklerini çıkarıp hiçbirşey olmamış gibi halkın arasına karışmışlar. Jurnalcilik, Arap atı hızıyla yol katediyormuş ülkede. Masalcı Dede, asilerin, çerilerin uzaklaşmasını ve havanın kararmasını fırsat bilip Gavursemt Meydanı’na girmesini ummuş. Nafileymiş bu. Bütün kafesler sökülmesine karşın, kimse, meydana ya da Balataayarı’na toplanmıyormuş. Kimbilir hangi ecinniye, hangi ifrideyle bir olup efsunlamışmış asileri... Dede, yeisle arşınlamış yeniden, Esaret Caddesi’ni. Tam oradan ayrılacakmış ki, ‘Pis Sokak’ nam, adı gibi pis sokakta toplanmış bir güruhla karşılaşmış. Biraz yaklaşınca, bu tebaanın, Amele Bayramı’nı, kadehlerinde badelerle kutladığını görüp şaşkına dönmüş. Bu zevata, o devirde, ‘lümpen’ denirmiş; ama bunların bir kısmı, onun yareni olduğundan; böyle demeye gönlü elvermemiş.
Oradan hızlı adımlarla ayrılırken, nerede hata yapıldığını düşünmüş. Rahlenin başına oturduğunda şunları yazmış:
- Meşguliyet Hareketi emsal alınıp daha elastiki olunmalıydı; tek tek girip de sonradan birleşmenin bir hal çaresi bulunmalıydı.
- Gavursemt’e girilemiyorsa, tüm çerilerin orada toplanmasını fırsat bilip başka bir alanda kutlanmalıydı Amele Bayramı. O zamanlar, ‘Maslak’ diye bir yer varmış. Tacirler, fildişi kulelerine çekilip oralarda zevk-ü sefa eylerlermiş. Ecnebi memleketteki Duvar Sokağı gibi, buraya bir akın neden düşünülmesinmiş... Ya da beyliğin önü vb.
- İşin içinde mağlubiyet bile olsa, asiler, akşamına biraraya gelmelilermiş yeniden.
- Haber Güvercinleri’ne daha çok ehemmiyet verilmeliymiş. Güvercinlerin ileride açığa alınmasına karşı da tedbirli olunmalıymış.
- Ölmüşler, onları aynı yerde anarak değil, bu dünyada Cennet’in inşa edilmesiyle şereflendirilmeliymiş.
Geçmişte ölenler, öldükleriyle kalmışmış. Masalcı Dede, buna çok üzülmüş. Bunu, arkadaşı olan Alsakallı Dede ile de paylaşmış. Memlekette sulh talim ve terbiyesi için ne kadar erken olduğunu bir kez daha idrak etmiş. Alimlerden terk-i makam talep etmiş. Yoksa, azl-i alim ve terk-i sulh eyleyecekmiş. Memlekete, alimler, akiller, asiller, makbuller değil, daha fazla başıbozuk lazımmış. Aklın yolu bir değilmiş yanisi...
***
Dedemden bu masalları dinleyerek büyüdüm. Sanki amelelerin bayramı mı olurmuş... Çalışsın pis köleler... Bu saçma masallarına ancak çocuklar katlanır. Şimdi düşünüyorum da, bu gavur dedemden utanıyorum. Onu dedelikten reddediyorum. Hiç Sultan’ımıza karşı gelinir mi?! O bizim hem Babamız hem Halifemiz. Her sabah kalkarken, her gece uyurken, onun için bilerek ve isteyerek dua etmiyor muyuz?! Mekteplerde her rekat ona sadakat yemini edip sadakasıyla yetinip hayır duasını almıyor muyuz? Çok şükür ki dedeme çekmemişim. “Her torun, dedeye saygı duymalı. Sen nasıl olur da büyüğünden nefret edersin?!” diye sual etmiştiniz ya, onun için anlattım bunları. Şimdi öğrendiniz işte. Ezan okunuyor; o müziği kapatmayan zındığı, Ahlak Polisi’ne havale edelim hemen. Hakkı, zindandır. Dinimize hakaret bu! Cezasız kalmamalı! Dedem yaşayaydı, onu da havale ederdim. 2071’de dimdik ayaktayız evelallah... (UBG/HK)
1 Mayıs 2013, Üsküdar, Boğaz Köprüsü, Zincirlikuyu, Mecidiyeköy, Beşiktaş, Dolmabahçe, Kabataş, Cezayir Sokak, İstiklal Caddesi, Taksim Meydanı, Tarlabaşı, Mis Sokak, Galatarasay...
* Fotoğraf: Berk Özcan - İstanbul / AA