Füsun Erdoğan'ın iletişim yasağı dönemi boyunca yayınlayamadığımız mektuplarını dizi olarak yayınlıyoruz.
Hapishaneler siyasi tutsakların entelektüel bilgi ve birikimlerini çoğalttıkları, yazılı üretimlerini arttırdıkları önemli merkezlerdir.
Günlük hayatın karmaşası, insanların zamanı yönetemeyip, ardından koşmaları, dar pratik çalışma tarzının yaygın olması nedeniyle; okumayan, kendi içinden pek fazla soru sormayan, sorgulamayan insan/kadro tipi coğrafyamızın yaygın devrimci-sosyalist tipidir.
Bu nedenledir ki, hapishaneler siyasi tutsakların okuma-inceleme alışkanlığı edinebilecekleri, yazma yeteneklerini geliştirecekleri, bu açılardan zamanlarını verimli değerlendirebilecekleri yerlerdir.
Fakat yine de, dışarıda edinilmiş okuma tembelliği, okumayı boş zamanların işi olarak gören alışkanlıkların büyük bir çoğunluk bakımından devam ettiğini söylemek yanlış olmasa gerek.
Zira günde bir ya da iki adet günlük gazeteye bakmak, ayda bir roman okumak sadece görüşlerini paylaştığı süreli yayınları takip etmek yeterli görülebiliyor.
Okumayla, entelektüel üretimle farklı ilişi kuran tutsaklar; mapusluğun ilk şokunu, acemilik günlerini atlatır atlatmaz, kendince bir okuma, araştırma-inceleme planı çıkarırlar.
Kimi edebiyata olan ilgisini geliştirmek üzere kolları sıvarken...
Kimi teorik-politik alanda okumalarını yoğunlaştırır.
Ve her tutsak içerideki yaşamını dışarıda sürdürmeyi düşündüğü hayat üzerinden şekillendirir.
Birlikte kaldığınız hücredaş ya da koğuşdaşlarınızla paylaştıklarınızla kesinlikle yetinmezsiniz.
Aynı çatı altında kaldığınız diğer tutsaklarla yazışırsınız.
Bu da yetmez, farklı hapishanelerden mektup arkadaşları edinirsiniz.
Okuduğunuz kitapları, yaptığınız çalışmalara dair paylaşımlarınız, değişik konulardaki tartışmalarla zenginleşir.
Hapishaneler arasında kitap alış-verişi hayli yaygın.
Beğenerek okuduğunuz bir kitabın mektup arkadaşlarınızdan birinin çalışmasına yararlı olduğunu düşünüp hemen postaya verirsiniz.
Günlük gazetelerin kitap ekinde rastladığınız yeni çıkmış bir kitabı edinmek için bir yerlere not edersiniz.
Dışarıdaki hayatla, mücadeleyle bağınızı hiç zayıflatmadan, bambaşka bir dünya kurarsınız hapishanede.
Mektuplaşmalarınız kurduğunuz bu dünyanın bir parçasıdır.
Yazılan öyküler, kitaplar, şiirler gönderilir mektup arkadaşlarına. Değerlendirme yapmaları istenir.
Arada bir emeğinizin geçtiği arkadaş kitaplarına önsöz yazmanız istenir...
Üretken, verimli, geliştirici ilişkiler kurmak ve yürütmek, sadece bireyin düşünsel kapasitesini geliştirmez.
Sevgiyle kuşatılmış bu ilişkiler, dışarıdaki yabancılaşmanın aksine; içeride insan yanlarınızı korumanıza ve büyütmenize katkı sunar.
2011 yılında Kırıklar F Tipi Hapishanesi'nden Mesut Çeki'yle mektuplaşmaya başlamamıza, onun kitap çalışması vesile olmuştu.
İlk mektubuna verdiğim yanıtla birilikte, Mesut'un düzenli mektuplaşma isteği, kısa sürede verimli, üretken paylaşımlara dönüştü.
Böyle bir süreçte kitabının önsözünü yazmamı istediğinde, doğrusu ilk anda bu öneriye sıcak bakmadım.
Memlekette birileriyle, herhangi bir kurumla aranıza mesafe koyma ihtiyacı duymuş ve bunu geçekleştirmişseniz şayet!
Çoğu zaman insana "bu kadar da olmaz" dedirten cinsten garip, düzensiz davranışlara muhatap olmak ne yazık ki, kaçınılmaz oluyor.
Devletin sansürü altında toplatmalarla, kapatmalarla, hapis ve para cezalarıyla ezilmeye, yok edilmeye çalışılan dergilerin, gazetelerin, yayınevlerinin kendisiyle arasına mesafe koymuş kişilere uyguladığı sansürün "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" özdeyişine rahmet okutacak cinsten olduğuna kimi zaman üzüntüyle, kimi zaman da şaşkınlık, üzüntü, öfke, kızgınlık karışımı duygularla tanık olusunuz.
Bütün bu davranışlar size çok küçük ve kirli görünür.
İnsanlığın gelecek düşlerine böylesine küçülerek varılamayacağı gerçeği içinizi acıtır.
Mesut'un kitabına önsöz yazma talebine sıcak bakmamamın, tereddütle yaklaşmamın nedeni de buydu.
Düşündüm, tartıştım...
Öyle ya, bu bir gazete yazısı olmadığına (ki, bu da başlı başına eleştiriyi hak eder), yazar kitabının bir parçası olarak önsözü planladığına göre; mektup arkadaşımın talebini karşılamamın bir sakıncası olamaz diye düşünüp...
Mesut'a evet dedim!
2011 Eylül'ünde Önsöz'ü yazıp gönderdim.
Sonra yaşayarak gördük ki; memlekette sansürün de, irtifa kaybının da, nobranlığın da sınırı yokmuş!
Yayıncılık ahlakı bakımından bir yayınevi kendisine gelen dosyayı inceler.
Yayın politikası ve planları bakımından değerlendirir.
Yazarla kitaba dair bazı tartışmalar yapar, öneriler sunar.
Sonra da kitabı ya basar ya da gerekçeleriyle birlikte dosyayı sahibine iade eder.
Yani bu bana ters geliyor, şu fikri benimsemiyorum v.s, v.b. türden gerekçelerle yazara rağmen kitabın içinden bir bölüm çıkarmaz, çıkaramaz.
Her şey bir yana; böyle bir davranış insana, emeğe saygısızlıktır.
Sansürün de daniskasıdır!
Kitabın basıldığını Gebze'ye geldiğimde öğrendim.
Yazdığım Önsöz'ün çıkarıldığını da kitap elime geçtiğinde gördüm.
Mesut adına hakikatten çok üzüldüm.
Bu durumdan dolayı kitabının basılmış olmasına sevinemedi bile...
Oysa bu kitap Mesut'un ilk göz ağrısıydı!
Bildiğim kadarıyla da, konusu bakımından da bir ilkti!
Sosyalist erkekler toplumsal cinsiyetin erkek cinsine biçtiği rolleri, devrimci saflara katıldıktan sonra toplumsal erkekliğin aldığı biçimleri tartışmışlar. Sonra da Mesut'un mektup yoluyla gönderdiği sorular üzerinden bu tartışmayı kendilerinde özelleştirmişler...
Akademi Yayınları'ndan çıkan "Bilinen Sır: Erkeklik ve Sosyalist Erkekler" adlı kitapta 18 yazı yer alıyor.
Burada her bir yazıya dair bilgiler aktarmam hakikaten zor.
Kitabı edinip okumanızı tavsiye etmek daha isabetli görünüyor bana.
Bu kitap için hazırladığım "Önsöz"ü olduğu gibi buraya almak...
Bu kitaba ve içindeki tartışmalara uzanan hapishanede kadınlar olarak yaşadığımız bir deneyimi paylaşmamın yararlı olacağını düşünüyorum.
Hem yasaklar da, sansür de aşılmak içindir.
Öyle değil mi?
* * *
"Kendinden Başlamak'ın Öyküsü (*)
İlk anda, devrimci bireye çok sempatik ve anlamlı gelen bir formül "kendinden başlamak" çağrısı...
Değişmek ve değiştirmeyi içinde barındıran bu formülasyon, aynı zamanda bireydeki devrimci özü sistematik olarak büyütmeyi, devrimci idealleri bir gelecek düşü olmaktan çıkarıp, yaşam tarzı kılacak yegâne güçtür.
Ancak değişmek ve değiştirmek fiili bir genelleme olmaktan çıkıp bireye yöneldiğinde, bireyin kendinden başlaması; eskiye, öğretilmiş rollere yöneldiğinde iş hayli zorlaşıyor. İlk anda kulağa, duygulara ve akla hoş gelen "kendinden başlama"nın büyüsü bozuluyor. Özeleştirinin teorik olarak kabul edilen ve öngörülen bireylerde ve politik örgütlerdeki o muhteşem yapıcı gücü bir anda boşalıveriyor. Devrimci yaşamın, devrimci kalmanın ve gelişmenin temel yöntemlerinden biri olarak görülen özeleştiri silahı tutukluk yapmaya, teklemeye başlıyor.
Gebze Hapishanesi'nde Sosyalist Kadın Dergisi'nin gerekliliği ve nasıl bir dergi olması gerektiğine dair başlattığımız tartışmalarda "kendimizden başlamamız" gerektiği sonucuna da ulaşmıştık.
Sosyalist kadınların farklı zamanlarda ve düzeylerde "kendinden başlama"nın kapsamı içerisinde yer alan tartışmalar yaptığı bilgi ve deneyimine sahiptik elbette. Ancak, bu defa farklı olmalıydı! Yani yalnız başına gazete ve dergi sayfalarında yürütülen dar ve sınırlı bir alana sıkıştırılmış tartışma sınırlarını aşmalıydı bu adım...
Tartışırken, yazarken genellemelerden çıkarak birebir her sosyalist kadın ve erkek kendi özeline inmeli... Kendini çözümlemeli ve aynı zamanda kendinde açığa çıkardığı eskiye ait toplumsal cinsiyet kodlarına, devrimci sayfalarda aldığı "kadınlık" ve "erkeklik" hallerine karşı fiili, sistematik bir savaş başlatmalıydı(k)!
Kendimizde özelleştirdiğimiz bu savaşımı büyütmek, kolektivize etmek için de paylaşmalıydık... Paylaşmayla büyütebilirdik erkek egemenliğinin devrimci siyasetteki hallerine karşı mücadeleyi...
Bunun için önce bazı başlıklar çıkardık. Bizi sıradanlaştıran, devrimci yaşamda hep geride bırakan ve aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesinde istikrar ve ısrarı sekteye uğratan zaaflarımızla yüzleşmeliydik.
Bu yüzleşmenin geçmiş bazı tartışmalarda olduğu gibi iç dökmek ve kendi kendimizi didiklemek olmayacağının bilincindeydik. Ve yine gecikmiş bazı sınırlı tartışmalardan farklı olarak "Kendinden Başlamak" çağrısının sadece sosyalist kadınlarla sınırlı olmaması gerektiği konusunda da doğru bir bakış açısına sahiptik.
"Kendimizden başlama"yı öngördüğümüz bu zaafın diğer ucunda erkek devrimciler duruyordu. Kendimizi değiştirirken, omuz omuza mücadele ettiğimiz devrimci erkekleri ve elbette erkek egemen politik özneyi/partiyi de değiştirme istek ve iradesiydi bu başlangıcın amacı...Ve çok açık ki, bu değişme ve değiştirme istek ve iradesi yalnız başına devrimci kadınların sorunu değildi, olamazdı da!
Artık yeter demenin zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmişti bile... Kadın sorununun çözümü, bunun aynı zamanda bir erkek sorunu olduğunun anlaşılması, bilince çıkarılması gerekiyordu.
Tam da burada Bebel'i anmak gerekiyor:
Her sosyalist, emekçinin kapitaliste bağımlı olduğunun farkındadır ve başkalarının özellikle de kapitalistlerin kendilerinin, bunu görmemelerini anlayamaz; ama aynı sosyalist, çoğu kez kadınların erkeklere bağımlı olduğunu göremez, çünkü sorun, az ya da çok yakından, kendi sevgili benliğini ilgilendirmektedir." (Aktaran Juliet Mitchell, Kadınlık Durumu, sf. 111, Kadın Çevresi Yayınları)
Bebel'in yüzyıldan daha fazla bir zaman öncesinde kaydettiği bu gerçek; bugün de devrimcilerin pratik politikalarında maalesef kendini korumaya devam ediyor...
Devrimci hareketin kadın sorunu ve özgürleşmesinde gösterdiği pratik-politik, teorik tutum ile Kürt sorunundaki yaklaşımları bir birine çok benziyor. Yıllardır ayaklanmış Kürt halkına; "Kürt halkı özgürleşmeden, Türk halkı da özgürleşemez!" doğrusunu tekrar edip, kendilerine bu konuda vazife çıkarmamaları, gerçekte o sorunla ilgili kayda değer bir şey yapmamak demektir. Sorunun sosyalizmde gerçek çözüme ulaşacağı teorik söylemi tekrar etmeleri de, nesnel olarak her iki sorunda da ertelemeci tutumlarını hoş göstermeye yönelik bir çabadır.
Bu bakış açısı ve pratiğin devrimci siyasette egemen olduğu günümüz koşullarında "kadın özgürleştiği oranda, erkek de özgürleşecek, insanlaşacak" demekle kendini sınırlandıran (ki bugün birçok devrimci örgüt ve parti bunu da söylemiyor. Söyleyemiyor) erkek devrimcilerin/partilerin durumdan vazife çıkarmamalarına, bir yerlerden dur demenin adımıydı çağrımız... Bunun için erkek devrimcilere de "kendilerinden başlama"ları öneri ve çağrısında bulunduk...
Diyeyim ve haftaya kaldığımız yerden devam etmek üzere yazımı noktalayayım...
(*) Öncelikle, gerek Sosyalist Kadın Dergisi'nin bir ihtiyaç olduğu konusunda beni/bizi ikna etmede sunduğu perspektif ve dergideki dosya konularını önerme, detaylandırma, fikirsel, kavramsal ve editöryal katkılarını, yine bu Önsöz'ü yazarken ömrümün/İbrahim Çiçek'in katkılarını özel olarak belirtmek istiyorum
Ayrıca Sosyalist Kadın Dergisi'nin 1. sayısında yer alan; "Kısa Bir Tarih Çalışması: Sosyalist Kadın Aydınlanması" dosyasının alt başlıklarında yer alan:
"-1- Tarihin Cilvesi; -11-Sosyalist Kadın Aydınlanmasında Bir Eşik; Komünist Kadınlar Konferansı; -111- Her Gün 8 Mart; -IV-EKB/EKD Tarihinden yapraklar; -V- Öğrenci Kadın Konferansı'ndan öğrenci Kadın Derneği'ne Genç Kadınlar Arasında Faaliyet; -VI- İnceltilmiş Erkek Egemen Çizginin Sefaleti" başlıklı yazılar ile Sosyalist Kadın'ın 3. sayısında "Editörden" ve "Kendinden Başlamak" başlıklı Aynur Özgür imzalı yazılar bana ait olduğu için bu öyküyü/önsöz'ü yazarken yararlandığım pasajları çok gerekmedikçe özel olarak belirtme ihtiyacı duymadım.
* Füsun Erdoğan, Gebze Kadın Kapalı Hapishane, 13 Ekim, 2012