Bedrettin müridi Börklüce Mustafa’nın dolaştığı topraklara doğru yol alırken, aklımdan geçen soruları iç sesimle kendim sorup kendim yanıtlıyorum;
Bilgiye neden ihtiyacımız var?
Olumsuz olanı değiştirip dönüştürmek için.
Yani?
Yani, daha güzel bir dünya için.
"Bilgiye en çok yoksulların ihtiyacı var"
Bilgiye en çok kimin ihtiyacı var?
Hayatı acilen değişmesi gerekenlerin.
Yani?
Yoksulların. Bilgi ve bilince en çok yoksulların ihtiyacı var.
Peki, bilinçli olarak hakim olan sınıfın tekelinde bırakılıp, onların çıkarları için kullanılan bilgi, ona gerçekten ihtiyacı olanlara nasıl ulaşacak?
Yorum yok. Çünkü benim bilgim bu soruyu yanıtlamaya yetmez diye söyleniyorum kendi kendime.
Yetseydi, Don Kişot’la Sancho Panza’nın peşine düşüp, tam 182 tane viraj aşıp Karaburun Yarımadası’ndaki bilim kongresine gelmezdim deyip susturuyorum iç sesimi.
Birlikte geldiğimiz arkadaşlarla, Hanımağa’nın Yeri yazan küçük kahvenin önünde ilk çay molamızı verip, yol boyunca sıraladıkları küçük tezgahlarında domates, acur, üzüm, tarhana, kekik, zeytinyağı ve enginar reçeli satan köylüleri izliyoruz bir süre.
Pencere mermerlerine dizili yoğurt kaplarından uzanan çiçekler kokularını salıyor etrafa. Karşıdan kollarını açarak gelen orta yaşlı şişmanca bir adam, “haylayfım beniiiiiiiiim, kaymaklı büsküvitiiiiiiiiim” diye seslenerek sarılıyor yan masamızda oturan yaşıtı bir adama.
Elimizdeki kongre programına bakıp, A,B,C salonlarında düzenlenen oturumlardan birinde güçlükle karar kılıyoruz.
Gittiğimiz salonda “Sokağın Sesi-Deneyimler” başlığı altında sunumlar yapılıyor.
Finike Pazarcı Esnafı Dayanışma Derneği Deneyimi, Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası (BATİS) Deneyimi, Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi (KİGEM) Deneyimi’nin ardından, Ali Kazım Öz ve Bayramali Şentürk; Bademler Köyü: Tarımsal ve Kültürel Kalkınma Deneyimlerini anlatıyorlar.
1820’lerde tahtacı göçebe olan toplumun 1923’de yerleşik düzene geçip, 1933’de ilk tiyatro oyununu sergileyip, Kalkınma Kooperatiflerini kurdukları 1962’de köylerinde Susuz Yaz filminin çekilmiş olması kadar, filmin “Türk köylüsü bu kadar yoksul değildir” gerekçesi ile yasaklanmış olması da ilgi çekiyor.
1966’da Almanya’da işçilik furyasının ardından, 1985’de kesme çiçek üretimine geçilmesi, 1989’da Kültür Ve Sanat Derneği'nin kurulması, 2006’da kurulan köy senatosu ve senatonun aldığı kararlar ile tarama anketlerinin sonuçları ilgi ile dinleniyor.
Bilgi, Bilim, İktidar...
Bademler Köyü sunumunun ardından, Doç. Dr. Semahat Özdemir’in anlattığı “Karaburun Yarımadası Deneyimi" ile; yarımadada yaşayanlarla birlikte ürettikleri projeler sonucunda; nesli tükenmekte olan sahlep çiçeği soğanlarını izinsiz sökenlerin artık yakalanarak Cumhuriyet Savcılığı'na verildiğini, soğanların satışa çıkarıldığını ve alıcının Karaburun Belediyesi olduğunu, hal böyle olunca da soğanların tekrar doğaya kazandırıldığını öğreniyoruz.
Orkide ile güzelleşen bölgeye bu yıl deniz ulaşımının da başladığını bilmek keyiflendiriyor Karaburun severleri.
Sunumlara dair sorular sorulup, başka deneyimler paylaşılırken zaman hızla akıp gidiyor.
Öğle arasında bütün katılımcılar merkezdeki parkta buluşuyor. Denize bakan küçük kafelerin bahçelerinde yemek yerken yeni dostlarla tanışmanın, sohbetlerin, tartışmaların güzelliğine doyamıyoruz.
Öğleden sonra seçtiğimiz oturumun başlığı; "Bilgi, Bilim, İktidar".
Konuşmacıların yaptıkları sunumlardan, Karaburun Sağlık Ocağı pratisyen hekimi Gültekin Akarca’nın; “Bana göre bilimin kaynağı artık akademi değil”, “Tanrının bile tarafsız olmadığı bir dünyada bilim insanı, nesnesi ile ilişki kurmak için taraflı olmak zorundadır”, “Egemen sınıf kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarları gibi sunar” ve “Bilim insanı çoğalmak için yok olmalıdır. Tohum kendini yok etmezse başağa dönmez çünkü” sözleri, bilgi, bilim ve iktidar ilişkilerini yeterince özetliyor.
"Biz sinek miyiz?"
Bazı konuşmacıların biliminsanı yerine bilimadamı tanımını kullanmakta israrcı olması, katılımcı Gülnur Elçik’in “biz sinek miyiz?” sözleriyle ifade ettiği haklı tepkisine neden oluyor.
Oturum sonrası katıldığımız “Dünyada ve Türkiye’de Bilimsel Üretim Süreci: Toplumsal ve Kurumsal Biçimleri” başlıklı forumda yapılan tartışmalardaki en can alıcı sorular ise, araştırma görevlisi N. Erkin Başer’den geldi:
“Özerk Üniversite diyoruz. Üniversite bu sistemin kurumu. Bize fon sağlandığında, eleştirel bakış ve özgür düşünce için ne yapacağız? Skolastik düşünceden, sistemden kopmamız gerekir, bunu nasıl yapacağız?”
Bazı akademisyenlerin yaptıkları işten hoşnut olduklarını belirtmeleri üzerine Doç. Dr. Ahmet Haşim Köse’nin; “Üniversitede bilim yaptığımızı sanmıyorum. Sosyal bilimci bulunduğu yerden memnun olmaz. Cennette olsak, iki fazla bölüm açtırıp, iki peri de fazladan görürüz.” sözleri gülüşmelere yol açıyor.
Forumdan çıkarken, Karaburun’un serin havası çarpıyor yüzüme. Lacivert denizin üstünde uzanan pastel mavi gökyüzünde küme küme bulutlar dolaşıyor. Arkamda duran dağlara yaslanacak olmanın güveni ve bakışlarımın hiçbir engelle karşılaşmadan uzaklardaki ufuk çizgisine uzanabilmesi... Tavırlarıyla, duruşlarıyla özgüvenli bilim insanları, öğrenciler, bilginin peşine düşmüş katılımcılar ve düşüncelerin çarpışması...
Belki abarttığımı düşüneceksiniz ama, Karaburun Yarımadasında bulunduğum süre içinde ben; Bedreddin müridlerinin asi duruşlarından beslenen bir yeni rönesansın kokusunu duydum.
Belki de, forum sonrası Özgür Tiyatro'nun bütün duygularımıza el koyarak yeniden yaşattığı Şeyh Bedreddin Destanı, bana o kokuyu duyurtan.
Akşam denizin kıyısında yemek yerken, dalgaların binlerce yıldır tekrarladıkları kıyıya gelip gidişlerinin seslerini dinleyerek noktalıyoruz geceyi.
İkinci gün katıldığımız oturum “Modernizm, Postmodernizm” oluyor. Konuşmacılar özetle; kapitalizmin, kredi kartları vb araçlarla, olmadığı halde tükettirdiğinin, kapitalizmin yaşaması için tüketimin şart olduğunun altını çizdikten sonra, geride kalan her on yılın kıyaslamasından, yoksulluğun arttığının açıkça görüldüğünü ifade ettiler.
19.yüzyılın yaşam koşulları gözönüne alınarak ya da “günlük iki ABD doları gelirin altı yoksulluk, bir dolar gelirin altı açlık sınırıdır” gibi formüllerle yoksulluk tanımının yapılamayacağını dile getiren katılımcılar, kaynakların bölüşümünden yola çıkarak yeni bir tanımlama yapmanın zorunluluğunu vurguladılar.
Katılımcı Mustafa Karabulut’un; “Üç gündür bütün oturumları izledim, program kitabını okudum. Bir şey anlamadım. Ama anlamak istiyorum. Konuştuğum Karaburunlular da anlamadıklarını söylediler” ifadesi de gelecek kongrelerin hedef kitlesinin daha geniş tutulması gerekliliğini zorlar nitelikteydi.
"Kapital’in 140. Yılı" konulu özel oturumda, "Bugünü Marx’la Anlamak" başlığındaki tartışmalar sonrası yapılan “Bilimci Ne Yapmalı” sorusuna yanıt arayan kapanış formu ile bilim kongresi sona erdi.
Bazı katılımcı ve düzenleme kurulu üyelerine kongre hakkındaki düşüncelerini sorduk:
"Üniversiteler ne kadar halk yararına bilim üretiyor?"
Rana Çetin
"İstanbul Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler bölümünde doktora öğrencisiyim. Böyle bir kongrenin yapılıyor olması; bilimsel gelişmenin ve üretilen bilimsel pratiğin sorgulanması açısından çok anlamlı ve üniversitelerin bilimsel gerçeği arama konusunda ya da halk yararına toplumsal amaçları güden bilimi üretme konusunda işlevlerini ne kadar yerine getirebildiklerinin sorgulanması açısından anlamlı bir kongreydi. Bunun içinde çabalarından dolayı herkese teşekkür etmek gerekiyor ve devamını diliyorum."
"Burada bile cinsiyetçilik üretimine düşüldü"
Gülnur Elçik
"Kocaeli Üniversitesi Siyasal ve Sosyal Bilimlerde yüksek lisans yapıyorum. Konferansın alternatif bir konferans olması ve bizi Karaburun’da buluşturması çok güzel. Ama varolan cinsiyetçilik üretimine, o tarihsel kolaycılığa kasten olmasa da burada bile düşüldüğünü görüyoruz. Bu anlamda ben bazen sol camia içinde daha ciddi bir tutuculuk görüyorum.
Her defasında bu uyarıyı yaptıktan sonra, ben bunu düşünmemiştim denileceğini beklerken, çoğu zaman burun büküldüğü de oluyor. Her zamanki gibi biraz abartı, biraz paranoyaklık göstermekle de suçlandık ama, yine bunları söylerken koca bir kongreye haksızlık etmek istemiyorum.
Birçok konuda pek çok okuldan, pek çok üniversiteden, birçok insan aynı masada olup, deneyimlerini paylaşabildi, o anlamda akademik hiyerarşi de yıkılmış oldu. Bu çok önemli bir deneyimdi bizim için. Ayrıca katıldığım oturumlarda marksist terminolojinin, Murat Belge’nin ifadesiyle 'yerelleştirildiği' bir dil kullanıldı."
"Üniversitede bilimsel ortam bulmak eskisi gibi kolay değil"
Prof.Dr. Mehmet Türkay
Marmara Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesiyim. Kongreyi önemsiyorum. Geçen sene katılamadım. Türkiye’de yaşanan dönüşümlere paralel olarak üniversitede de yaşanan dönüşümün sonucunda gelinen nokta bizi “bilim” yapma meselesini üniversite dışına da taşırmak gibi bir zorunlulukla karşı karşıya bıraktı. Arkadaşların büyük özverisiyle gerçekleşen bilim kongresi, tam da böyle bir ihtiyaca cevap verdi sanıyorum. Çünkü üniversitelerde böyle bilimsel ortamları bulmak eskisi kadar kolay değil. Gerçekten ben burada böyle bir ihtiyaca cevap verildiğini düşünüyorum.
Bu çaba umarım başka bir sorunla karşılaşmaz, devam eder diye düşünüyorum."
Özlem Utkucu
"Kimya öğretmeniyim. Kongre için çaba harcanmış, hoş, insanlara yansıtılması güzeldi. Yine de tüm katılımcılar düşünülerek, yabancı sözcüklerin bizim anlayabileceğimiz şekle dönüştürülmesi ve tanıtım kitaplarındaki ifadelerin daha açıklayıcı olması gerektiğini düşünüyorum."
Gökhan Biçici
"İstanbul’dan,Toplumsal Araştırma ve Eğitim Merkezindenim. Bu organizasyonların yapılıyor olması bir artıdır, kazanımdır. Bunun ötesine geçmek lazım artık. Alternatif akademik çalışma yürüten insanların, bu çalışmaların temel muhatabıyla yani işçilerle, emekçilerle, onların örgütleriyle doğrudan bağ kurma arayışı içerisine girmesi gerekiyor.
İşin organizasyon aşamasında birlikte yapmayı zorlayan bir tarzın olması lazım diye düşünüyorum."
"Bilim insanlarının kim ve ne için bilim ürettiklerini sorguladık"
Ahmet Aydın Arı
"Düzenleme kurulu üyesiyim. 9 Eylül Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisiyim. Bu kongrede ön plana çıkan “biz üniversitede ne yapıyoruz?” sorusu nedeniyle, kendi yaptıklarımızı düşünmenin ve başkalarıyla paylaşmanın bir aracını oluşturmaya çalıştık. Bütün bilim disiplinlerinden, bütün bilim alanlarından herkese davette bulunduk. Hedef kitlemiz asıl olarak bilim insanlarıydı. Bilim insanlarının kim için ve ne için bilgi ürettiklerini ve bunu nasıl dağıttıklarını, nasıl paylaştıklarını daha çok sorgulamak gerektiğini düşünüyoruz. Büyük kent merkezlerinden, büyük firmaların katkısından ve baskısından uzak bir mekan olarak, anlamlı bir coğrafya olduğunu düşündüğümüz Karaburun’da yapıyoruz kongrelerimizi."
"Bağımsız bir kongre yaptık..."
Esin Candan
"Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat bölümünde doktora öğrencisiyim. Meslek Yüksek okulunda da öğretim görevlisiyim. Kongrenin ilkini geçen yıl “bilim ve iktidar” başlığı ile yaptık. Bu yıl, geçen yılki tartışmayı tamamlamak amacıyla paralel oturumları olan, alternatif görüşlerin tartışabileceği, fikir çatışmalarıyla birlikte bir senteze ulaşabileceğimiz bir kongre olsun istedik. Diğer kongrelerden farklı olarak ticari sermayeden uzak, sponsor desteği almadan, bağımsızlığımızı “kısmen” koruyabileceğimiz bir kongre yapmayı hedefledik. Bu nedenle aldığımız destekler belediyeler ve yerel kurumlardan oldu." (Gİ/NZ)