İster hissiyat olarak kabul edin, ister çok sayıda kanıtlarıyla somutlanan bir durum olarak değerlendirin, Türkiye uzuuun süredir bilimle arasına (sosyal?) mesafe koymuştu. O nedenle, bir müsibet olsa da, Çin’de başlayan malum salgın yeniden bilimi “popüler” kıldı. Sağlık Bakanlığı tarafından 10 Ocak 2020’de “Koronavirus Bilim Kurulu” oluşturulması bunun somut adımı oldu. İlk haftalarda adı tek tük kamuoyuna yansırken takip eden aylarda Bilim Kurulu, gündelik yaşantımızın bir parçası haline geldi. Öyle ki bir süre sonra artık kurul üyelerini de tanır, görüşlerini merakla bekler olduk. Ne de olsa hemen her anlamda hayati bir konuyla ilgili konuşuyorlardı.
İlk günlerdeki hava dönüyor
Özellikle vakaların çıkmaya başlamasıyla birlikte Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın çok sık olarak Kurul’a gönderme yapması da dikkatimizi çekmeye başlamıştı. Öyle ya da böyle “biz” yani vatandaştaki kanaat Sağlık Bakanı ile Kurul’un “yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor”, hemen her konuda yüksek bir uyumla karar veriyorlar, Bakanlık (ve hükümet?) bilimin rehberliğinde yol alıyor/alacak, Kurul’un bir dediğini iki etmeyecek, gibiydi. Kim bilir belki de öyle değildi, biz öyle algılıyorduk. Çünkü bir süre sonra bazı Kurul üyeleri Kurul’un bir danışma kurulu olduğu ve kendilerinin sadece görüşlerini ifade ettiklerinin altını daha fazla çizer olmuşlardı. Dünyada pandemi ilanının, Türkiye’de ilk vakanın resmi duyurusunun 6. ayına doğru giderken Bilim Kurulu ve dolayısıyla kurul üyelerinin üzerimizde ilk günlerdeki “havası” sanki azalmaya başladı. Bu hissiyatta artık 6 aya varan bir “yaşanmışlığın” etkisi olsa gerek. Ancak bunun ötesinde başka gerekçeler de sırıtıyor ve giderek kurulun/üyelerin -eş anlamlı olmasa da- bilimin “aparatçık” muamelesi görmeye başladığı fark edilmeye başlanıyor.
Bakan Bilim Kurulu’yla konuşmuyor mu?
Doğrusu işin en başında, 11 Mart tarihinde Sağlık Bakanı ile Bilim Kurulu arasında akıl fikir ruh birliği olmadığını hisseden, düşünenlerdenim. Gerekçesi de Bakan Koca’nın o gün yaptığı açıklama. Çünkü Türkiye’de ilk COVID-19 vakasının resmi olarak duyurulduğu o gün “hastanın Avrupa temaslı ve erkek olduğunu, Türkiye genelinde yayılmayı önleyici tedbirlerin alındığını” belirten Koca, "Bir veya birkaç vaka, salgın değildir, karantinaya alınmış bir hasta bir toplumu tehdit edemez" demişti. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) pandemi ilan ettiği gün bir ya da birkaç vakanın salgın olmadığını, toplumu tehdit etmeyeceğini söylemek için konuyla ilgili Bilim Kurulu ile hiçbir toplantıda bulunmamış, onları dinlememiş, o atmosferi hiç solumamış olmak gerekirdi. Bu akıllara seza ifade, kavrayış ile başladık ve “başarıdan başarıya” koştuk, koşuyoruz.
Bilim insanının sorumluluğu
Süreç boyunca Bilim Kurulu üyelerine kimi uygulamalar, uygulama değişiklikleri ve gerekçeleri sorulduğunda alınan yanıtlar da dehşet verici oldu. En sıradan verilerin bile kendileriyle paylaşılmadığını ya da ulaşamadıklarını öğrendik, duyduk. Şimdi artık sonbahara adım atıyoruz. Ciddiyetin, bilimin yol göstericiliğinin, merkezi otoritenin alacağı tedbirlerin -söndürülememiş 1. dalganın alevli seyri içerisinde- çok önemli olduğu günlerdeyiz. Bugünlerin önemi ister istemez sorumlulukları da arttırmış durumda. Bilim Kurulu’nun, üyelerinin karar alma yetkileri olmayabilir ama bilimin yol göstericiliğinde kararlar alınması için etkili olmak zorundalar. Zorundalar çünkü bilim insanı sorumluluğu toplum sağlığını öncelemeyi gerektirir. Yetkisiz olmaları etkisizliklerine gerekçe olamaz. Bilim kurulu üyelerinden insanları, ülke insanını sahiplenen, mesleğe ve topluma karşı sorumlu bir yaklaşım beklemek hakkımızdır ve bilim insanları hükümetlere değil, asli olarak topluma karşı sorumludurlar. Dünya Tabipler Birliği’nin Tıp Etiği El Kitabı’nda “Hekim ve Toplum” bölümünden hatırlatalım: “Toplum nedir? (...) Hükümetle eşanlamlı değildir; hükümetler toplumun çıkarlarını temsil etmelidir. Ancak sıklıkla tersini yaparlar.” https://www.ttb.org.tr/kutuphane/tip_etigi_2017.pdf
Bilim Kurulu üyeleri etkilerini arttırmak için süreçleri şeffaflaştırmak, bütün bilim insanlarının (/toplumun) katkı ve katılımına, baskı/basıncına zemin sunmakla görevlidirler. Bu süreçte kurul üyesi bilim insanları şahsında bilim etkisiz kalıyorsa sorumluluk onlara aittir, sorumluktan kaçamazlar. Çünkü bilimin etkisiz kalması demek genci, yaş almışı, çocuğuyla bütün insanlarımızın daha fazla hastalanması ve ne yazık ki ölmesi demektir. Bu yükü dengeleyecek hiçbir ağırlık olamaz, eğer oluyorsa terazinin diğer kefesinde ne olduğunu bugün ya da yarın öğreneceğimiz bilinmelidir.
(NÖ)