“Bilgi güçtür” der, Francis Bacon. Güç ise iktidar ve hâkimiyettir. Bu sebepten olacak ki kutsal kitaplarda Tanrı’nın her şeyi bilen ve gören olduğu belirtilir. Her şeyi bilmek ve görmek, aynı zamanda her şeye gücü yetmek anlamına gelir ki bu, mutlak hâkimiyettir.
Mecbur kalınmadıkça nasıl ki güç paylaşılmaz ise bilgi de paylaşılmaz. Bunu en veciz biçimiyle ifade eden Kabalacı anlayışa göre “Bilgi kudrettir, paylaşılan bilgi kaybedilmiş kudrettir”.
Dolayısıyla, dünden bugüne bilgi, başkaları da öğrenip güçlenmesin diye gizli ya da tek elde tutulmaya çalışıldı.
Bakır ve tunca kıyasla daha kullanışlı ve sert bir maden olan demir, kendisini bulanlara büyük faydalar ve kazanç sağladığından uzun zaman tek elde tutulmuş; özellikle savaşlarda, kullanana bariz üstünlük sağlayan demirden silahlar ve araçları dönemin devletleri ve orduları tarafından en çok aranan şey olmuştur ta ki demir yaygınlaşana kadar.
Rivayete göre, vakti zamanında Mısır Firavunlarından biri Hitit kralından biraz demir istemiş de, Hitit kralı demirlerin olmadığını söyleyerek Firavun’a olumsuz yanıt vermiş ama nezaketen ona demirden hançer göndererek gönlünü almak istemiş.
Çinliler de kâğıdı uzun süre gizlemediler mi? M.Ö 2. yüzyılda kâğıdı buldular ama M.S. 7.yüzyıla kadar kâğıdın formülünü büyük bir gizlilikle sakladılar. Formül önce Japonların, sonra da Arapların eline geçinceye kadar, Emeviler Cebelitarık’ı aşıp İspanya’ya geçinceye kadar Avrupalılar kâğıtla henüz tanışmamışlardı.
Modern çağda ise bilgi o kadar değerli hale geldi ki, dehlizlerde saklandı, üzeri yedi kapı ile kapatıldı.
Tekeller patentler satın alarak bilgi barajlarını genişletmeye çalışıyorlar. Bununla da yetinmeyen rakiplerinin bilgi rezervlerine göz koyuyorlar, bunun için bilgi avcılarını harekete geçiriyorlar.
Bu sebeplerden dolayı bilgi labirentlerinde insan iskeletlerinden geçilmiyor. Zira bilgide bir adım geride kalmak, rakiplerinin hâkimiyetini kabul etmektir.
Çünkü bilgi güçtür.
Bilgisizliği gücü
George Orwell’in “1984” isimli distopyasında konu edilen sistemin üç şiarından biri bu bağlamda fikir veriyor: “Cahillik kuvvettir"
Bu, ilk bakışta bir ironi gibi görülebilir ama aslında bir gerçekliği de ifade ediyor.
Bilgisizlik de güce dönüştürülebilir. Gözleri bağlı bir eşeğin, değirmenin etrafındaki çemberde yürütülerek değirmen taşının döndürülmesinin sağlanması gibi. Eşek kendi etrafında döndüğünden habersiz, ağır değirmen taşını döndürerek değirmenciye buğday, arpa vs. öğütür.
Yüzyıllar, hatta binyıllar öncenin bilgi dağarcığıyla yaratılan “değerler” yaşadığımız bilgi çağında karşılık bulabiliyor, toplum içi dengelerde söz sahibi olabiliyor ve hatta iktidara taşınabiliyorsa bu bilgisizliğin de güç olabileceği anlamına gelir.
Aynı biçimde, popülizmin gücü de çoğu zaman bilgisizlikten gelir. Popülizmde vaatler o kadar göz kamaştırıcıdır ki hakikatler görülmez. Bilgi fakirleri bile yeri geldiğinde bir güç haline gelerek toplum dengelerini alt üst edebiliyor, siyaseti etkileyebiliyorlar.
Cehalet güçtür; egemenlerin değirmenine su taşıyan.
Bilinmezliğin gücü
Bilinmezliğin ölçülemeyecek düzeyde bir çekme gücü vardır. Görünmez bir mıknatıs misali insanı kendisine çeker. Hareketli bir ışık yansımasının bir kediyi arkasından koşturması gibi insanı peşinden koşturur.
En büyük sevdaların, en tutkulu bağlanmaların, en derin inançların özlerine baktığımızda bilinmezliğin izine rastlarız. İnsanı bir şeye bağlayan asıl şey, o şey hakkında bildiği şeylerden ziyade bilmediği şeylerdir.
Bilme süreci tamamlandığında, çoğunluklu olarak ortada ne sevda, ne bağlanma, ne de inanç kalıyor. O zaman insan, bilinmezliğin oluşturduğu büyük boşluğu kendi mükemmellik yargılarıyla inşa ederek doldurduğunun ayırdına varır. İnsan, o boşluğu hayal gücü ile nakış nakış doldurdu ve mükemmel bir eser yarattı.
Kalıcı olan, kendini devam ettiren –ki Goethe’nin deyimiyle, bir şeyin ancak devamı varsa değeri vardır- bilinmezliktir. Bilinmez, bilinir olduktan sonra değerini yitirir. Diğer bir deyişle bilinmezlik yaşam, bilinirlik ölümdür.
Leyla ile Mecnun kavuşsa ve bilinmezleri ortadan kalksaydı, aşkları ölümsüzleşmez ve nesilden nesile aktarılarak günümüze gelmezdi. Yani bir Leyla ile Mecnun efsanesi olmazdı.
Kutsallar, kitleleri peşlerinden koşturan dini ve siyasi önderler de asıl güçlerini bilinmezliklerden alırlar ki, bundan dolayı gün ışığına pek sık çıkmazlar. Loş ışık altındaki gizemli halleri, kitleler üzerindeki güç ve otoritelerini yükseltir. Bu bağlamda en büyük ihanetlerin en yakın insanlar tarafından yapılması bir tesadüf olmasa gerek.
Eski dönemlerde kimi ülkelerde krala bakmak yasaktı. Kral yoldan geçerken halk ya sırtını döner ya da başını eğerdi kral geçene kadar. Kudreti ve azameti ile yere göğe sığdırılamayan kralın herkes gibi etten kemikten meydana gelmiş bir canlı olduğu görülsün istenmezdi.
Hele Kral ortalama bir insandan yetersiz bir fiziğe sahipse ya da çelimsiz biriyse, kafalardaki kral imajı yerle bir olur ve insanların nazarında kudreti zayıflardı ki bu, iktidar sahiplerinin en son isteyebileceği bir şeydir.
Kral bilinmesindi; sadece zihinlerde kudretli, ihtişamlı, ayakları yerde başı gökte insanüstü bir varlık olarak algılansındı.
Sevgi bilinmezlikte, korku bilinmezlikte, güç ve iktidar bilinmezlikte ve en önemlisi de beka bilinmezliktedir.
Peygamberler bu hususta çok kafa yordular. Totemler ve putlar kırılıp dökülebiliyorlardı, Tanrı krallar da herhangi bir canlıdan farksız olarak doğuyor, büyüyor ve ölüyorlardı. Yani bunlar bilinebilirlik kapsamındaydılar. O zaman, tanrı bilinebilirlik sınırlarından çıkarılmalıydı.
Böylece Tanrı İbrahim peygamber tarafından göğe çıkarıldı. O, tekti. Bir cismi ve cinsi yoktu ve her yerdeydi. Öyle ki ona bir isim vermekten bile çekinen Musa peygamber , “O, odur” dedi. Zira bir şeyi adlandırmak; onu bilinebilir kılmaktı.
Ve, bilinirliğin sınırlarından çıkarılan tanrı, tuttu. Bundandır ki Tanrı bin yıllardır bakidir. Çünkü onun varlığı da yokluğu da yanlışlanamaz. Karl Popper’in “Yanlışlanabilirlik” ilkesini nazara aldığımızda “Yanlışlanamayan önermeler aslında olgusal anlamda bilgi vermez”.
Montaigne’ın şu sözü mevzuya ışık tutacak cinstendir: “İnsan en çok bilmediklerine inanır.”
Bilinmezlik güçtür; en büyük güç. (AB/APK)