Haberin İngilizcesi için tıklayın
Liberal-çoğulcu düşünceye göre gazetecilik demokrasinin işlemesi için hayati bir öneme sahiptir. Yöneticilerini seçimle belirleyen insanların, bu kararlarını rasyonel bir şekilde gerçekleştirmek için enformasyona ihtiyacı vardır. Medya, halkı yönetimin eylemleri hakkında bilgilendirir, kamusal tartışmalara vatandaşları da dahil ederken, aynı zamanda hükümeti denetleyici bir işlev de görür.[1]
Ancak günümüzde tek denetlenmesi gereken güç devletler değildir. Gerçek bir hikayaye dayanan, 1999 yapımı, The Insider filminin de konu ettiği gibi büyük şirketler de denetimden, özellikle medyanın ilgisinden sakınmak isterler. Filmde, bir tütün firmasında çalışan Jeffrey Wigard, sigaranın bağımlılık özelliğini arttırmak için nikotin değerlerini manipüle eden yöneticilerini bir gazeteciye ihbar eder ve ardından birçok baskıya maruz kalır.
Wigard’ın yaptığı iş literatürde Whistle-blowing (haber/bilgi uçurma) olarak geçmektedir. İlk defa 1971 yılında ABD’li aktivist Ralph Rader tarafından kullanılan bu terim, bir kurum içerisindeki üyenin, kurum içerisindeki yasadışı davranış, yetkiyi kötüye kullanma, yolsuzluk ve haksızlıkları bir başka kuruma, kamuoyuna veya medyaya bildirmesi anlamına gelmektedir.[2]
Wim Vandekerckhove’ye göre bilgi uçuranın motivasyonu açısından bilgi uçurma, kişisel fayda gütmeksizin, kamu yararını desteklemek amacıyla bir diğerkâm bir davranış olarak ortaya çıkabileceği gibi, kamu yararını hesaba katmadan, kişisel fayda sağlamak amacıyla da yapılabilir.[3]
Bugüne kadar birçok bilgi uçurma eylemi ülke ve dünya siyasetini çok ciddi bir şekilde etkilemiştir. Örneğin, 1967’de Daniel Ellsberg Vietnam Savaşı’yla ilgili 7 bin çok gizli belgeyi New York Times ve Washington Post’a sızdırarak, halkın savaş konusundaki tavrının değişmesinde ciddi bir rol oynamış; 1972 ile 1974 arası dönemde, FBI başkan yardımcısı William Mark Felt Sr. “Derin Gırtlak” (Deep Throat) mahlasıyla gazetecilere bilgi uçurarak, Watergate olarak anılan ve ABD Başkanı Nixon’ın istifasıyla sonuçlanan, skandalı aydınlatmış; 2013’te Edward Snowden çalıştığı Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) milyonlarca insanın iletişimini gözetlediğini ve kaydettiğini ortaya koymuştur.
Bilgi uçuranlar ve medya
Bütün bu bilgi uçurma pratiklerinde gördüğümüz, medyanın bu süreçte kilit bir rol oynadığıdır. Spesifik ve dar sızıntıların kamuoyunun gündemine sokulması ve karar vericilerin bu konuda teşvik edilmesi için medyanın gücü kritik bir önemdedir. Wigard örneğinde olduğu gibi, halkın sağlığını tehdit eden bir usülsüzlüğün ortaya çıkarılmasında, şirket içerisinden bilgi sızdırılması kadar, bu bilgilerin CBS gibi büyük bir medya kuruluşunda yayımlanması da etkili olmuştur. Bunun yanı sıra, Kwoka’nın “sağanak sızıntı”[4] olarak adlandırdığı, çok sayıda belgenin sızdırıldığı örneklerde, bütün bu belgelerden anlamlı ve anlaşılabilir hikayeler çıkartmak ve olayla ilgisi olmamasına rağmen belgelerde ismi geçenlerin zarar görmemesini sağlamak görevleri de yine gazetecilere düşmektedir.[5]
NSA örneğinde, Edward Snowden, sızdırdığı bilgileri kendi başına yayımlamayı tercih etmemesinin nedeni olarak kendi eğilim, fikir ve sabit görüşlerini denklemden çıkararak halk yararının en güvenilir şekilde temsil edilmesi için sızdırılan bilgilerde neyin halka açık olup, neyin olmayacağı konusunda karar vermek istememesi olduğunu ifade etmektedir.[6] Bilgi uçuran amatörler ile profesyonel gazetecilerin işbirliğine dayanan “sızıntı gazeteciliği”, gazetecilik etiğinin özel hayatın gizliliği, kamusal çıkarların önceliği ve kaynakların gizliliği başlıklarına yeni sorular eklemiştir.
Bilgi uçurma konusunda yasal mevzuat oldukça önemlidir. Bilgi uçuranların yasal olarak korunduğu ülkelerde daha fazla sızıntı haber yayımlandığı, yasal korumanın yetersiz olduğu ülkelerde dahili bilgi uçurmanın tercih edildiği görülmektedir.[7] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir kararında, kaynakların korunması için şu sonuca varmıştır: “Bu tür bir koruma olmazsa, haber kaynakları basının kamu yararı içeren konular hakkında halkı aydınlatmasına yardımcı olmaktan cayabilir”.[8]
AİHM’in kaynakların korunması üzerine verdiği kararların en ünlüsü Guja davasıdır. Moldova’da iki üst düzey politikacı, dört polis memuru hakkında dava açan başsavcıya, davadan vazgeçmesi için mektup göndermiş, savcılık çalışanı Guja ise bu mektubu bir gazeteye göndermiştir. Bunun üzerine işinden atılan Guja AİHM’e başvurmuş ve mahkeme tarafından, kamu çıkarının gözetildiği gerekçesiyle, haklı bulunmuştur.
Reyhanlı ve Mit Tırları örnekleri
11 Mayıs 2013 tarihinde, Türkiye’nin Suriye sınırına yakın bir ilçesi olan Reyhanlı’da iki bombalı aracın patlaması sonucu 52 kişi öldü, 146 kişi ise yaralandı. Katliamdan dört ay sonra saldırıyı IŞİD üstlendi, ancak Türkiye emniyet güçleri saldırıyı Suriye yönetiminin emriyle başka bir örgütün yaptığını açıkladı.[9]
22 Mayıs’ta Redhack (Kızıl Hacker’lar) isimli sol hacker grubu Reyhanlı saldırısının çok önceden bilindiğine dair Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığı’na ait raporları Twitter üzerinden sızdırdı. Belgelerde, Suriye’de faaliyet gösteren El Kaide yanlısı yanlısı gruplara ulaştırılmak üzere hazırlandığı iddia edilen bomba ve bomba yapım malzemesi yüklü araçlar hakkında detaylara ve bu araçların Suriye tarafından arandığına yer veriliyordu. Ayrıca, sızdırılan belgelerde, El Nusra militanlarınca “23 Nisan’da üç araca bomba yüklü düzenek yerleştirildiği, bu bombaların Türkiye’ye yönelik bir eylemde kullanılacağı ve “bilgi notundaki eylemle paralellik arz ettiği” belirtiliyordu.
Belgelerin yayımlanmasından iki gün sonra Amasya’da görevli er Utku Kalı, bu belgeleri Redhack’e gönderme iddiasıyla tutuklandı. Sunulan tek kanıt ifşa edilen belgelerin Kalı’nın görevli olduğu saatlerde sisteme düşmesidir. Dönemin AKP genel başkan yardımcısı Hüseyin Çelik “başka bir terör örgütü ile ilişkili olduğunu iddia ettiği” Kalı’nın belgeleri cep telefonuyla fotoğraf çekerek sızdırdığını açıkladı.[10] Türk Ceza Kanunu’nun “Devlete Karşı Suçlar” bölümündeki “Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme” ve “Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin belgeleri açıklama” suçlarından 25 yıla kadar hapis cezası ile yargılanan Utku Kalı, çıktığı ilk mahkemede serbest bırakıldı. Ne var ki, bu süreçte “terör örgütü” olarak nitelenen Redhack üyeliği iddiasıyla gözaltına alınanlar, tutuklananlar oldu. Reyhanlı saldırısının önceden bilinip bilinmediği, kamu görevlilerinin bu saldırıda ihmali olup olmadığı ise araştırılmadı.
Daha önce Emniyet Müdürlüğü’nün ihbar maillerini ve Yüksek Öğretim Kurumu’nun iç yazışmalarını internet üzerinden yayımlayan Redhack grubu, 6 Aralık 2016’da Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın kişisel e-postalarını sızdırdı. 57 bin 900 e-posta bakanın ticari, siyasi ve akademik birçok ilişkisini gözler önüne seriyordu. Hükümetin tavrı bu süreçte de değişmedi. E-postaları haberleştiren altı gazeteci hakkında dava açıldı; üçü tutuklandı.
Tutuklu gazetecilerden Tunca Öğreten cezaevinden yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Yargıca soracağım, ‘7 milyar insanın bildiği sır mıdır?’ Hakikatin peşinde koşan her gazeteci için bu topraklarda çalışmak çok tehlikeli oldu. Öyle ki, bomba imha uzmanı olmak kadar riskli, tehlikeli. İçeride olmak, bir anlamda bu tehlikeden de uzak olmak anlamına geliyor. Bu nedenle dışarıdaki meslektaşlarımıza kolaylıklar diliyorum.”[11]
Türkiye’de yakın zamanda ortaya çıkan ve tartışma yaratan diğer bir sızdırma olayı da Mit Tırları olarak anılan, Milli İstihbarat Teşkilatı’na bağlı tırların “Suriye’deki cihatçılara silah sevkiyatı yaptığı iddiasıyla sızdırılan görüntülerdi. İlaç kutularının altında havan topu mermilerinin ve çeşitli mühimmatların olduğunu gösteren fotoğraflar 29 Mayıs 2015 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı. Yayından iki gün sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan TRT canlı yayınında Cumhuriyet’in haberini “casusluk faaliyeti” olarak tanımladı ve tırların Suriye’deki Bayırbucak Türkmenlerine insani yardım taşıdığını söyledi. Gazetenin genel yayın yönetmeni Can Dündar’ı kast ederek şöyle konuştu: “Bunların derdi Türkiyenin imajına gölge düşürmek. Bunu özel haber olarak yapan kişi de bunun bedelini ağır ödeyecek öyle bırakmam onu."[12]
Haklarında Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde dava açılan Can Dündar ve Cumhuriyet Ankara temsilcisi Erdem Gül Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme", "Siyasi ve askeri casusluk", "Gizli kalması gereken bilgileri açıklama","Terör örgütünün propagandasını yapmak" iddialarıyla 27 Kasım 2015’te tutuklandılar, 26 Şubat 2016’da serbest bırakıldılar. 4 Kasım 2016’da gazetenin dokuz yöneticisi daha “Fethullahçi Terör Örgütü (FETÖ) üyesi olmamakla birlikte örgüte yardım iddiasıyla tutuklandılar. CHP İstanbul milletvekili Enis Berberoğlu “MİT Tırları dökümanlarını” Can Dündar’a verdiği iddiasıyla tutuklandı, 25 yıl hapse mahkum edildi. İstinaf Mahkemesi Berberoğlu ile ilgili kararı bozdu. Reyhanlı örneğinde olduğu gibi bu olayda da iddialar araştırılmadı.
Reyhanlı ve Mit Tırları örnekleri, Türkiye’nin bilgi uçurma ve bilgi uçuranlara yönelik tavrını göstermesi bakımından önemlidir. Bu iki olayda da kamu çıkarını oldukça yakından ilgilendiren, ülkenin dış politikasını değiştirecek güçteki belgeler tartışma konusu yapılmamış, bunun aksine bilgi uçurma eylemi ve bunu haberleştirmek kriminalize edilmiştir. Hükümete yakın medya kuruluşları en başından beri bu bilgi uçurma eylemlerini “vatana ihanet” olarak çerçevelemiş, ana akım medya ilk etapta belgelerin üzerine gitse de zamanla otosansürü tercih etmiş, muhalif medya ve gazeteciler ise yaptıkları haberlerin bedelini ödemiştir.
Bu örneklerde karşımıza çıkan, bir bilgi uçurma eyleminin kamu yararına sonuçlanması için, sadece bilgi uçuranların yasalarla korunması değil, medyanın da özgür olması gerektiğidir. Bilgi uçuranların da, bunu haber yapanların da terör örgütü üyeliği suçlamasıyla tutuklandığı bir ortamda, kamu çıkarını ilgilendiren belgelerin sızdırılması oldukça zorlaşmakta, böylece siyasi iktidarlar denetimden kaçabilmektedir.
İnternetin iktidarın panoptik gözünü genişlettiği günümüzde, bilgi uçurma eylemi gözetimin nesnesi olanların bu iktidarı tersine çevirme olanağına sahip olmaları anlamına da gelmektedir.[13] Demokrasiyi işler kılmak için hem bilgi uçuranları koruyan yasaların daha da genişletilmesi, hem de bu bilgileri haber haline getiren medyanın özgürlüğünün genişletilmesi gerekmektedir.(ETK/APA)
[1] Brian McNair, News and Journalism in UK, Routledge, 2009, s.22
[2] Einar Thorsen , Chindu Sreedharan ve Stuart Allan, “WikiLeaks and Whistle-blowing: The Framing of Bradley Manning”, içinde Beyond WikiLeaks: Implications for the Future of Communications, Journalism and Society, Palgrave Macmillan, 2013, s.102
[3] Wim Vandekerckhove, Whistleblowing and Organizational Social Responsibility: A Global Assessment, Ashgate, 2006, s.24
[4] Margaret B. Kwoka, “Leaking and Legitimacy”, Law Review , 48 (4), 2015, s.1413
[5] Kendilerine sızdırılan bilgileri editoryal bir süreçten geçirmeden yayımlayan, halka saf bilgiyi aktarma amacında olduklarını söyleyen Wikileaks bu konuda sıklıkla eleştirilmiştir. Örneğin, Wikileaks’in “Erdoğan E-Mailleri” başlığıyla yayımladığı 300 bine yakın mail, binlerce insanın kimlik bilgilerini teşhir etmiştir. https://www.huffingtonpost.com/zeynep-tufekci/wikileaks-erdogan-emails_b_11158792.html
[6] Behlül Çalışkan, “Kitlesel Gözetime Karşı Kolektif Bir Üretim Biçimi Olarak Sızıntı Gazeteciliği”, İleti-ş-im, Sayı: 25, 2016, s.139
[7] Apaza ve Chang, a.g.e., s.81
[8] Dirk Voorhoof, “AİHM’nin 10. Maddesi ile Avrupa Konseyi Standartları Kapsamında Gazetecilerin Haber Toplama ve Bilgiye Erişim Özgürlüğü ve Bilgi Uçuranların Korunması”, içinde Tehlike Altında Gazetecilik: Tehditler, Mücadele Alanları, Yaklaşımlar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2016, s.145
[9] Mehveş Evin, “9 Soruda Reyhanlı Katliamı, Diken, http://www.diken.com.tr/9-soruda-reyhanli-katliami/
[10] “Çelik'ten Redhack ve Reyhanlı belgesi açıklaması: 1 er gözaltında”, Akşam, http://www.aksam.com.tr/siyaset/celikten-redhack-ve-reyhanli-belgesi-aciklamasi-1-er-gozaltinda/haber-208880
[11] Tutuklu gazeteci Tunca Öğreten: 7 milyar insanın bildiği sır mıdır?, Diken, http://www.diken.com.tr/tutuklu-gazeteci-tunca-ogreten-7-milyar-insanin-bildigi-sir-midir/
[12] Erdoğan'dan canlı yayında Can Dündar'a tehdit, Cumhuriyet, http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/288885/Erdogan_dan_canli_yayinda_Can_Dundar_a_tehdit.html
[13] Christian Fuchs, Sosyal Medya: Eleştirel Bir Giriş, çev. Diyar Saraçoğlu, İlker Kalaycı, NotaBene Yayınları, 2016, s.300
Bu yayın IPS İletişim Vakfı ile Osservatorio Balcani e Caucaso tarafından Avrupa Komisyonu ortak fonuyla yürütülen European Centre for Press and Media Freedom (ECPMF) Projesi kapsamında üretilmiştir. Burada dile getirilen görüşler IPS İletişim Vakfı’na ait olup hiç bir biçimde Avrupa Birliği'nin resmi görüşleri olarak değerlendirilemez.