1128 akademisyenin imzaladığı “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiri, ortalığı ayağa kaldırdı. İktidarın epeydir toplumdaki hemen her muhalif harekete karşı topyekûn bir saldırı başlattığı biliniyor. Hemen her muhalif eleştiri ve eylem, ya PKK ile ya da Cemaat (Paralel) ile bağlantılı olarak ilan ediliyor. Bu bir saldırı taktiği olup böylece eleştiri daha baştan boğulmaya çalışılıyor ve eleştiri sahibi suçlu ilan ediliyor.
Başka zaman bu kadar gürültü koparmayacak olan bildiri, işte böyle bir ortamda, büyük saldırı ve tehditlerin hedefi oldu. Doğrusuyla yanlışıyla bir görüş ifade eden bu bildiri, bırakın ifade özgürlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmeyi, silahla eşdeğer tutuldu. Bu korkunç çarpıtmanın, bu izansız saldırganlığın, tehditlerin iktidardan gelmesi anlaşılır bir durum. Ancak bu saldırı korosuna bir kısım katılanlar var ki, dedektif marifeti sergiliyorlar. Fikri hayatın Serbesti ortamda serdedilmesi iddiasının kimi taşıyıcıları, ellerinde cımbızla yazı ayıklıyor ve ellerinde büyüteçle PKK izi takipçiliği yapıyorlar. Daha da olmazsa, niyet okuyorlar!
Gerek bu bildiriye ve gerekse genel olarak muhalefete saldıranların bir kaba saba kesimi var ki, bunlar daha ‘askeri’ formattalar. Bir de iktidar savunusunu ve muhalefete saldırıyı daha sofistike yapan kesim var.
Bildiriye saldıran bu ikincilerden birkaç örnek:
“Serbestiyet” sitesinin yazarlarından Gürbüz Özaltınlı şöyle diyor: “Bu bir barış çağrısı değil. Barış bu metnin umurunda değil. ‘Hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritası oluşturması’nı talep eden ve PKK’ya göz ucuyla bile bakmayan, adını bile anmayan, tek bir istek yöneltmeyen bu sesin, yola ‘barış için’ çıktığına inanacak kaç kişi bulabiliriz bu ülkede?”
Kürt sorununa ilişkin olarak devlete/iktidara yöneltilen her eleştiri karşısında “PKK’ya karşı neden tepki göstermiyorsun?” şeklinde, 1990’lardan bu yana aynı taarruzda bulunuluyor. Bu tam bir devlet klişesidir ve Özaltınlı gibilerin bu noktaya gelmeleri, bir irtifa kaybıdır.
Bu tür iddialara Ahmet İnsel’in verdiği cevabı buraya aktarmakla yetiniyorum. İnsel şöyle diyor: "PKK'nın yaptığı eylemlerin eleştirilmesiyle devletin yaptığı eylemlerin eleştirilmesini aynı düzlemde ele almamak gerekir. PKK terör yöntemlerini kullandığı sürece TCK'nın öngördüğü suçları işleyen kişilerin bulunduğu bir örgüttür. Benim PKK ile bir ilişkim yok, ama devletle var. Ben Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak devletin ona çizilmiş olan yasalar ilkeler temel hak ve özgürlükler sınırlaması içinde davranmasını beklerim."
Bildiriden “Hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritası oluşturması” cümlesini alıntılayan Özaltınlı, buradan hareketle imzacıların barış için yola çıkmadıkları sonucunu çıkarıyor! Özaltınlı düştüğü çelişkinin farkında değil! AKP, Öcalan ile görüşürken, bu görüşmelerde Kürt siyasi iradesinin talepleri masada yok muydu? Öcalan’la iktidarın temsilcileri ne diye defalarca bir araya geldiler? Devlet tarafı bu önerileri kabul etmeyebilir o ayrı konu, ama masanın bir tarafında Kürt siyasi iradesinin talepleri vardı, değil mi? Kürt siyasi iradesinin taleplerinin olmadığı bir barış görüşmesinden söz edilebilir mi?
Ortada bir sorun varsa, sorunun çözümü, taraf olanla sağlanır! Bu hükümet veya başka hükümet, Kürt siyasi hareketinin taleplerini içeren bir yol haritası yapacaktır. Taleplerin kabul edileni olur, edilmeyeni olur ama sonuçta sorunun tarafının talepleri görüşülür!
Bugün bu bildiriye saldıran Özaltınlı, fikri hayatın ilke ve dürüstlüğüne sahipse, önce bu ilişkiyi Erdoğan’a sormalı! Demeli ki, daha bundan dört sene önce Kürt siyasi tarafının taleplerini içeren görüşmeleri ne diye yaptınız?
Mesele iktidarı savunmak olunca, hayat insanı topaca çevirir!
Cengiz Alğan ise şöyle diyor: “İmzacıların genel olarak AK Parti düşmanlığından mustarip olduğu, solun şiddet severliği, bildiriyi akademik personel imzalamış olmasına rağmen asgari akademik kriterlerden ve ahlaktan yoksunluğu, PKK’nın suçunu örtbas etmeye çalıştıkları gibi değerlendirmelere aynen katılıyorum.”
Bu Serbestiyetçilerin Kürtlere ve solculara taktıklarını biliyordum ama bu kadar da iktidar savunuculuğu yapacaklarını tahmin etmiyordum. Alğan, işin içine ahlakı da sokmuş! Aferin; imzacıları ahlak yoksunu olarak ilan eden Alğan, kendi ahlakına dair önemli bir ipucu sunuyor! İktidar savunuculuğu arttıkça, fikriyatlar zayıflar ki, bu ters orantı, siyasal bilimlerin giriş konularındandır! Çünkü iktidarın doğasında entelektüelliği sınırlama olgusu bulunur. Totaliter yapılarda ise, entelektüellik zaten boğulur.
Alğan’ın, “…değerlendirmelere aynen katılıyorum” dediği görüşlerin asıl sahibi Halil Berktay.
Yazıyı epeyi uzatacağı ve ayrıca yazıya yeni bir içerik katmayacağı için Berktay’ın konu yazısına kısaca değineceğim. Berktay’ın “Ayrılık ve Demokrasi” başlıklı yazısı “Serbestiyet” sitesinden okunabilir.
Saldırıyorsunuz bari iftira etmeyin
Şu kadarını belirteyim ki, bildiriyi külliyen hatalı bulan Berktay, “Bütün bunların nereden geldiğini de anlamıyor değilim. Hepsinin temelinde arkaik, anakronik bir solculuğun ‘ezilen milletin ne yaparsa yapsın haklılığı, devletin ise topyekûn haksızlığı’ takıntısı var. Bunun üzerine ‘devrimci şiddet’ ve ‘silahlı mücadele’ fetişizmi biniyor. Bunları kendi hayat tecrübemden, adım gibi biliyorum. Piramidin en tepesine de AKP ve Erdoğan düşmanlığı oturuyor anlaşılan. Sonuçta, devletin grisini kara, PKK’nın karasını ak gösteren bir tablo şekilleniyor.” diyor.
Berktay geçmişte solcu olmasının ona kazandırdığı hayat tecrübesiyle bütün bunların nereden geldiğini çok iyi bildiğini söylüyor. Elbette tecrübelerin değerini önemsiyorum. Ancak aynı süreçleri yaşayanların farklı tecrübeler edinebildiği, yaşamın bir gerçeği iken, Berktay’ın kendi tecrübesinden hareketle genel bir siyasi sonuç çıkarmasının ne siyasal ne de sosyolojik bir değeri var! Daha da önemlisi, başkalarını anakronizme düşmekle eleştiren Berktay, 20. yy’nin genel solcu dünyasını bugüne tahvil ederek kendisi anakronizme düşüyor!
Daha da kötüsü şu: Berktay bildiriyi “devrimci şiddet”, “silahlı mücadele” kavramlarının içine sokuyor ve onu imza eden akademisyenleri ise, dolaylı olarak şiddet siyasetinin savunucuları ilan ediyor! Bu bir niyet okuma ve iftiradır! Ayıptır!
Berktay solcu kimliğini bırakabilir, solu eleştirebilir, farklı bir dünya görüşüne sahip olabilir ki, bu temel bir insan hakkıdır. Sorun Berktay’ın solcu olup olmaması (Kaldı ki sol, bu yeni yüz yılda yeni tanımlamalar gerektiriyor) değil. Sorun Berktay’ın saldırgan, üstenci, bilgiç ve sola karşı toptan suçlayıcı dilidir! Sürekli sola çatan, yazılarında dedektifliğe soyunan (1977 1 Mayıs ve “Yüzbaşı Sarkis Torosyan’ın Anıları” üzerine yazdıkları) Berktay’ın bu takıntılı hali, kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi misali onu kısır bir döngüye sokuyor.
Sürekli sola, Kürtlere, HDP’ye saldıran bu kalem erbabı, bildiri üzerinde cümle cımbızlarken, iftira atarken, niyet okurken nedense Erdoğan’ın ve AKP’nin söylemlerine dair bir eleştiri getirmiyorlar, daha doğrusu getiremiyorlar!
Hâlbuki demokratlığın kriterlerinden biri de, iktidarla kurulan ilişki biçimidir!
Muhalefete saldırmak kolay!
Saldırın muhalefete!
Nasıl olsa muhalefete saldıranlara soruşturma açan yok, hakaret ve tehdit eden yok!
Hapishaneye girmiyorsun. Ekmeğin, işin elinden alınmıyor!
Hele bir de Kürt ve sol muhalefete saldırıyorsan öldürülme korkun yok, kanında banyo da yapılmayacak!
Bir köşede kıstırılıp dövülmeyecek veya gizli bir elin namlusunun hedefi olmayacaksın.
Tabi ki muhalefet saldırmak kolay!
Üstelik prim de yapıyor; açılmayan kapılar açılıyor, yeni imkânlara kavuşuluyor vs.
Ya iktidarla ilişkiler…
İktidar muhafızlığı yapıyorlar!
İktidarı eleştiren yazılara karşı cansiperane taarruza geçiyorlar.
Sonra…
Demokrasiyi, özgürlükleri, adaleti savunduklarını iddia ediyorlar!
Dünyanın hiçbir yerinde iktidar savunuculuğundan demokrasi savunusu çıkmaz!
Elbette bu, körü körüne iktidar muhalifliği anlamına da gelmez!
İktidar savunuculuğunu fikri hayatlarının kerteriz noktası olarak alanların ikballeri açık olabilir, ama insani açıdan irtifa kaybederler!
İşte bu bildiriyi imza edenler, böyle vahşi bir ortamda dik duran ve vicdanlarını yitirmeyenlerdir!
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “Bu bildiride dile getirilen görüşlerin tamamı PKK terör örgütü ve müzahir çevrelerin görüşleridir. Böyle bir bildiriyi ancak PKK terör örgütü, terör örgütünün gönüllü destekçileri yazabilir” dedi.
Yukarıda isimlerini verdiğim yazarların görüşleriyle Bakan Bozdağ’ın görüşleri arasındaki nüans, küçük bir adımdan ibaret. Bunlar bir düşünceyi eleştirmeyi değil, imha etmeyi hedeflemişler. Biraz daha gayret ederlerse, zalimliğin menzil çavuşu rütbesine ulaşabilirler! Öyle ya! Çoktan bu rütbeye ulaşmış olanlardan neleri eksik?
Berktay ve yazı çevresine birkaç soru soracağım: Bu iktidarın yaptıklarının ve Erdoğan’ın söylediklerinin onda biri bir Batı demokrasisinde olsa ne olurdu? Ya da bırakalım batıyı, Saray’ın ve iktidarın yaptıklarının demokrasiyle bir ilişkisi var mı?
İktidar yanlısı medyanın haberleri ve manşetleri için, bu kadarı da olmaz diyerek hiç yüreğinizi sızlatmıyor mu?
12 Eylül’de “Aydınlar Dilekçesi”ni imzalayanlar için Evren’in “Biz çok aydınlar gördük vatan hainliği yaptılar” demesiyle, bugünkü bildiriyi imzalayan akademisyenler için Erdoğan’ın “Ey aydın müsveddeleri siz karanlıksınız, karanlık. Aydın falan değilsiniz.” demesi arasında bir fark var mı?
Askeri vesayet döneminin kalem erbabıyla aranızda bir fark kaldı mı?
Sahi korkutulmuş, susturulmuş, aydınları hapislere atılmış ve iktidarın dünya görüşü doğrultusunda tek tip hale getirilmiş bir toplumda Berktay neler yazar? Solcular, Kürtler olmazsa Berktay kime saldırır? Berktay, teatide bulunabileceği ya da muarızı olacak kimse kalmayınca ne yapar?
Herhalde Yiğit Bulut’la tavla oynar! (HŞ/HK)