Benden sonra gelecek stajyer arkadaşlarıma not: İlk iki gün, sıkıntıdan nasıl patlıyorum, belli değil. Mideme ağrılar girdi. O kadar mutsuz döndüm ki eve. İki gün sonra bir sergiye gitme teklifi geldi. “Ohh be!” dediğimi hatırlıyorum. Oturmaktan daha doğrusu üretememekten o kadar sıkılmıştım ki “sabun staj” söylemi beynimde yankılanıyordu.
Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Haberleri kaçırıyordum. Tuşlarda gezinen parmak sesleri hiç susmuyordu. Ve ben haber yapamıyordum. Hafta sonu bir sergi haberi daha yaptık (Birinci çoğul şahıs kullanıyorum çünkü Şimal Parlak ile ortak haberlerimizden yalnızca biri kendisi).
Ertesi haftaya geldik. İkinci haftanın ortalarında, yapmak istediğim birçok şey vardı; çocuklar, Suriye’den gelenler, Romanlar… Onlarca siteye girip çıkıyordum da elle tutulur hiçbir şey yoktu ortada. Dayanamadım. Bir sabah erkenden Nilay ve Çiçek’in ; “Sıkıntıdan patlıyorum. Bir şeyler düşündüm, konu buldum. Ne yapabilirim, yol gösterir misiniz” diye tepelerine üşüştüm.
Nilay’ın gideceği haberde peşine takıldım. Hazırladığım haberler üzerine “nasıl olması gerektiğini” konuştuk. “Haber yazıyorum” telaşından ya da sadece “telaştan” gözlem yapmayı unutur olmuştum. Gözlemlediğimi anlatmayı öğrendim Nilay’ın haberlerini okuyarak, daha doğal daha gerçek yazmayı.
Beyza. Klavyesinden yükselen ses asla susmuyor. Çılgın gibi haber yapıyor. Staj dönemime denk gelen Hrant Dink dosya haberine onun “kızlar elinizde iş var mı” cümlesi ile dâhil oluverdik. İyi ki de olduk. Geçmişe gittik, yazılanları okuduk sonrasında da geçmişin izlerini taşıyan insanlarla bugünü konuştuk.
Herkesten tek tek bahsetmek isterim ama yazımın ana fikrinden uzaklaşırım korkusuyla yalnızca şunu söyleyeceğim ki yahu hepsi olabildiğine naif, komik, işini seven, bir iletişimcinin kurması gereken iletişimi aralarında kurabilen insanlar, saydam insanlar, “güzel” insanlar.
Basılı gazeteden farklı olarak yoğun günlerde, ki Türkiye gündemi bu konuda takdire şayan, sabah saatlerinden itibaren herkes inanılmaz hızlı çalışıyor. O yüzden unutulabilir, bütün gün tek kelime yazmadan oturabilirsiniz.
Demem o ki, bianet’te, eğer peşine düşerseniz, kendi haberini kovalayan bir muhabir, gazeteci olursunuz. Demem o ki, buraya geldiğinizde ne yapmak istediğinizi, hangi konularla ilgilenmek istediğinizi açıkça söylerseniz, elbet yönlendirilirsiniz. Ve demem o ki, eğer buraya gelmişseniz tonlarca hatalı haber de yazsanız, haberlerinize güvenmeseniz de yazın, gönderin, konuşun, tartışın çünkü etrafınızın çevrili olduğu bu güzel insanlarla nasıl “doğru” haber yapıldığını nasıl “gazeteci” olunacağını öğreneceksiniz. (MG/EKN)