Hayatın herkese her an birden fazla şans tanıdığına inanırım hep. Bu şansı değerlendirmek ya da tepmek bizim elimizde tabii. Ben bu fırsatları hep son anlarda yakalayanlardan oldum. Hep tesadüflerin ve son anda istemeden önüme gelen güzelliklerin içinde buldum kendimi. Hayatımı değiştiren ve benim için olumlu ne varsa hepsi bu şekilde gerçekleşti.
Beklemediğim anda avuçlarıma düşen fırsatlardan biri de bianet'ti işte. Hiç düşünmediğim bir anda sevgili hocam Hürriyet Konyar sayesinde önüme getirilen bu fırsatı bir anda kabul ettim ve olmayacağını düşündüğüm anda stajımın bianet'te olacağını öğrendim.
İnternet haberciliğini öğrenim hayatım boyunca hiç düşünmemiştim, hatta açık konuşmak gerekirse hiç de sevmemiştim.
14 yaşında okuduğum bir kitap sayesinde karar verdiğim gazetecilik, benim için ideal "yaşam tarzı" olacaktı. Hayranlıkla istediğim araştırmacı gazeteciliğin sadece bana değil topluma sağlayacaklarını düşündüm hep. Çünkü yaşamak benim için herhangi bir insan olarak hayatımı sürdürmek değildi. Dünyadan bihaber olmak ve her günümü diğeriyle aynı şekilde sonlandırmak değildi.
Ben ve benim gibi birçok insanla iletişim halinde olmaktı istediğim, kendimi başkalarına anlatabilmek ve başkalarını anlayabilmekti. Duyarlı olmayı ve duyarlılığı sağlamayı bu şekilde başarabilirdim, kendimce doğru olduğuna inandıklarımı bu şekilde aktarabilirdim, işte bu yüzden gazeteci olacaktım.
Gazetede ve haber merkezlerinde yapmayı düşündüğüm işimi, daha doğrusu hayat tarzımı internet başında aceleyle yapmanın hiç hoşuma gitmeyeceğini düşünüyordum. Ama öyle olmadığını gördüm. Haberciliğin her an her şekilde yapılabileceğini bianet sayesinde fark ettim.
Adını ilk duyduğumda ikinci sınıftaydım bianet'in ve hiç umursamamıştım o zamanlar. Daha sonra bir gün tesadüfen "nefret söylemi" hakkında araştırma yaparken karşıma çıktı, ilgimi çekti ve takip etmeye başladım.
Bu süre zarfında bianet hakkında kendimce olumlu şeyler öğrendim ve düşündüm ama çalışma ortamı ve ilk stajımı nasıl yapacağım konusunda büyük tereddütler vardı kafamda...
Medya denen fırtınalı denizin (!) ortasında ilk deneyimimi yaşamak nasıl olacaktı?
Staja başlamadan önce sadece "merhaba" demek ve nasıl bir ortamda çalışacağımı görmek için bianet'in kapısına geldiğimde gördüğüm sıcak ortam ve beni karşılayanların sıcak yaklaşımı rahatlatmama yetmişti.
İlk günümden son günüme kadar sıkılmadan gelip gideceğim bir yer olacağı anlaşılmıştı artık. Buradan sonra bana düşen İstanbul'un keyfini çıkarmak ve yapabildiğimce hak haberciliğine atılmak olacaktı.
Kafamdaki soru işaretleri artık yerini heyecana bırakmıştı.
Burada haber yazmanın en keyifli hallerini gördüm. Gündemi en sıcak şekliyle takip ettim ve gündem değiştirmek kavramını, "hep duyduğum ve söylediğim" medyanın gücünü "Benim bedenim benim kararım" ile bia kadınları sayesinde gördüm.
Bir haber merkezinin haber etiğini neredeyse hiç delmeden uygulayabildiğini gördüm ve alternatif medyanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha fark ettim.
bianet'in yapmaya çalıştığı aslında gerçek haberciliği uygulamaya koymak ve yereli anaakımın gölgesi altından çıkarmaya çalışmak.
İşte bu yüzden büyük "acaba"larla kapısını araladığım bianet, çalışanları ve öğrettikleriyle bana oldukça güzel şeyler kazandırdı.
Üçüncü yılımın sonunda çekingen bir şekilde yaklaştığım medyanın alternatif olanını bana en iyi şekilde öğreten ve asıl haberciliğin uygulandığı bu kurumda çalışmak benim için çok özel bir fırsat oldu.
Burada olduğum bir ay içinde hiç bilmediğim İstanbul'da tek başıma habere gönderildim.
Beklemediğim bir durumdu bu çünkü biz stajyerlere "Size çok fazla iş yaptırmalarını beklemeyin" denmişti.
İşime geleceğini düşündüğüm bir durumdu aslında bu, çünkü o ortamı dışarıdan izlemek istiyordum ama planlarım suya düştü.
İlk günümden habere gidince o ortamın tam içinde buldum kendimi ve beklediğimden çok daha fazlasını öğreneceğimi gördüm. Medyadaki ilk ciddi deneyimim bu şekilde başlamış oldu.
Bir ay boyunca her gün iki kez vapur kullandım, İstanbul'un keyfini çıkardım, her gün İstiklal'i en az iki kere yürüdüm.
Anaakım medyada staj yapan arkadaşlarım "Buralarda çalışılmaz herkes birbirinin kuyusunu kazıyor" derken, benim adımla yayımlanan haberlerim oldu.
Burada dostluklarla bezeli bir çalışma ortamı gördüm.
Staj yaptığım sürede bianet'i bilenler için "Ayrıcalıklıydım", bilmeyenler içinse "anaakım olmadığından 'torpilin olsaydı iyiydi' diye düşünülen bir öğrenci".
Burada çalışanlarla beraber işyerinde halay çektiğim oldu, "işte çalışma hayatı böyle olmalı" dedim. Çünkü müzik dinleyerek, sohbet ederek çalışmak çok keyifliydi. Böyle keyifli bir ortamda yapmış olduğumuz hak haberciliği dolayısıyla keyfimizin kaçtığı anlar da çok oldu tabii.
Çok istediğim Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın haberini yapmaya gittim mesela ve bianet sayesinde "gerçekleri görmekten bir adım daha ileri gidip, gerçekleri yaşadım."
Bu haberi yapmak benim için çok özeldi. Türkiye gerçeklerinin en büyük acısına tanık olmak, o acı için bir şeyler yapabilmek çok güzel olacaktı. Eylemin tam saatinde orada oldum, o insanları görmek beni heyecanlandırıyordu. Sabırlarına duyabildiğim kadar saygı duymak istiyordum.
Eylem başlayıp bittiğinde ise tüm enerjim yok olmuştu çünkü öyle bir his ki orada olmak, o yıkımlara tanık olmak... Her birinin yüzünde kayıplarına dair derin çizgiler görmek... Konuşmak istiyordum ama çok üzgündüm.
Ben bunları düşünürken insanlar dağılmaya başladı. Bir kadına dokundum yanlışlıkla; özür diledi. Yanındaki kır saçlı adamla beraber gülümsüyorlardı. Kır saçlı adamın elinde karanfiller, kadının yüzünde hüzün.
Sormak istediğim sorular var; benim sormamı beklemeden anlatmaya başlıyorlar. Yıllardır seslerini duyurama olanağına o kadar az şans tanınmış ki; onları duyan birileri olsun istiyorlardı...
Kiraz Şahin'in kocası İsmail Şahin 1996 yılından beri kayıp. Belediyede temizlik işçisi olarak çalışıyormuş, 16 yıldır nerede olduğu belli değil.
Sonra kır saçlı adam alıyor sözü: "Dünya yüzünde bir evladım vardı" diyor.
"Eşimin babası" diyor Kiraz Şahin gözleriyle işaret ederek "İki oğlu daha var ama engelliler, hiçbir şey bilmiyorlar."
Kır saçlı adamın adının Halil Şahin olduğunu öğreniyorum. Sitemle söze başlıyor Halil Şahin. "Bize beş yıl bekleyin, sonra tüm haklarını vereceğiz" dediler. "Dönemin belediye başkanı Nusret Bayraktar söyledi bunu ama aradan 16 yıl geçti. O günden itibaren İsmail'i bulmak için gitmediğimiz yer kalmadı, her yere başvurduk ama..."
Kiraz Şahin atılıyor ve "Denizi araştırdılar, sadece denizi araştırdılar" diyor. "Benim kocam vapura bile binemezdi. Denize girmiş olamaz. O gün deniz kıyısında bir işi yoktu ki..."
Halil Şahin "Çöp arabaları iki ay sonra araştırıldı. Civardaki çöp konteynırını neden boşalttılar, neden çöpleri iki ay sonra aradılar? Belediye hiç mi sormaz benim işçime ne oldu diye, hiç mi araştırmaz? Ne sordular ne de bize destek çıktılar!"
Kiraz Şahin tekrar alıyor sözü: "Kocamın neden alındığını bile bilmiyoruz. Başbakan Erdoğan'la konuştum, anlattım derdimi. Ben Kürtçe mi konuşuyorum, İngilizce mi konuşuyorum, hayır, ben seninle nasıl konuşuyorsam onunla da öyle konuştum. Yanındakine dönüp 'bu ne diyor' dedi. Ben ona derdimi Türkçe konuşarak anlatmıştım. O beni anlamadı ve yanındakine sordu."
Yüzündeki sitemden anlayabiliyorum o an hissettiklerini, hiçbir şey çıkmıyor ağzımdan. Güneşin altında bekletmek istemiyorum insanları. Sıkıca sarılıyor bana daha önce hiç görmemiş olduğum Kiraz Şahin, sıcacık...
Kimseyle konuşmak istemiyorum, moralim bozuluyor ve içimdeki umutların tükenmemesini dileyerek Galatasaray Meydanı'ndan Karaköy'e vapura doğru yol alıyorum.
Her şey anlaşılabilir her şey kabul edilebilir ama bilinmezlik en büyük acılardan biri bence. Çocuğunu ya da eşini kaybetmek başka, onu bulamamaksa bambaşka!
Bu haber bir örnekti, özeldi benim için. Bir çağrı yaptım. Hayatım boyunca da bu tür çağrıları yapmaktan huzur duyacağım.
Burada olduğum süre içinde "Tanıklık Günlerinin" son eylemine de yetiştim ve Çağlayan Adliyesi'nde sadece gazeteci oldukları için, sadece anadillerini konuşmak istedikleri için yargılanan insanların dışarı taşan özgürlüğünü gördüm. Anaakımda yapılan hak ihlallerine buradaki herkesle beraber sinirlendim.
Tüm bu bir ay boyunca hissettiklerimi paylaşan bir topluluğun içinde çalıştım.
Saat 07.50'de yola çıktığım ve 11.30'da bianet'te olduğum ikinci günümde "İstanbul'a hoşgeldin" diyerek ve halime gülerek tepemde toplanmış olan tüm sinirin bir anda dağılmasını sağlayan insanlarla çalıştım. Yani İstanbul'a düşman kesileceğim bir anda sıcacık tepkileriyle beni İstanbul'la barıştıran bianet'le.
Bilgi almak için ilgili kişileri aradığımda "Pardon, bankacı mısınız? Bilgisayarcı mısınız?" sorularına telefonda gülmemek ve sinirlenmemek için direndim.
Şiddet - taciz - tecavüz çetelesini hazırlarken çok sinirlendiğim, okumayı yazmayı bırakmak istediğim anlar oldu. Ama direndim çünkü burada başka bir habercilik yapılıyordu. Alışanlar ya da görmezden gelenler değil, burada haksızlıklara direnenler vardı.
Direnerek haber yapmayı öğrendim.
Şimdiyse bağıra bağıra:
"Başka bir iletişim mümkün" diyorum ve direne direne: "Benim bedenim, benim kararım" diyorum. (EZA/HK)