Fotoğraflar: AA
Beyrut Ağustos 2020, Beyrut Ağustos 2021.
"Doğal kötülüklerde (deprem, sel, kasırga) kötü bir niyet olmadığını anlamak kolaydır, denetleyemediğimiz güçlerin ortaya çıkardığı felaketler. Ama insanlıkta kötülüğün olmasının anlamı nedir? Kötülüğün doğal veya ahlaki olması arasındaki bağ insanoğlunun sorunudur. Ahlak, kötülüğün anlaşılabilir olmasını sağlar." (Hannah Arendt)
Geçtiğimiz yılın 4 Ağustos günü saat 18.07 civarında Beyrut limanında meydana gelen patlama, nükleer bir patlamayla eşdeğer nitelikteydi. En az 2 bin 754 tonluk amonyum nitrat, limanda depolandığı silolarda, bilinmeyen bir nedenle infilak etmişti.
218 ölü, 6 bin 500 yaralı, 300 bin konutun yıkılmasıyla sonuçlanan bu korkunç felaket, iç savaş yıllarının acılarını henüz onarabilmiş Beyrut'u tarihinin en büyük yıkımıyla karşı karşıya bıraktı.
Son yıllarda yeni baştan onarılan liman ve çevresinde oluşturulan sanat ve kültür merkezleri yerle bir olurken, iç savaş yıllarında Batı Beyrut'a kıyasla daha az hasar gören Doğu Beyrut tarihi binaları, müzeleri ve geleneksel yapılarıyla bu korkunç patlamadan nasibini alarak, kentin tarihi dokusunu bir kez daha insan yapımı şiddetle yok edilmesine tanıklık etti.
Karabasan aynen devam ediyor
Bu yıl, 4 Ağustos günü aynı saatte patlamanın olduğu yerde toplanan Beyrutlular iki temel duygu içindeydiler; yas ve öfke. Acıları sürekli ve sonsuzdu. Geçen yıl yaşadıkları karabasan aynen devam ediyordu, bu kötü bir rüya değil gerçekti.
4 Ağustos 2020 patlaması, bir kente ve halkına karşı yapılmış acımasız bir saldırıydı. Ama onları asıl yaralayan, bu korkunç olayın faillerinin, yani düşmanın yüzünü henüz göstermemiş olması, saklanmasıydı. Bu olay hakkında her şey ve hiçbir şey bilinmiyordu. Olayın failleri bu gibi olaylarda çoğu kez olduğu gibi, buharlaşmış, bir bulut yığını içinde yok olup gitmişti.
4 Ağustos 2021'de saat tam 18.07'de binlerce Beyrutlu limanda patlamadan arta kalan yıkıntılar içinde kentlerinin ve kendilerinin yaşamını onarılmayacak bir biçimde değiştiren bu mekanda yitirdikleri insanların anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulundular.
Sessizlik ilk önce tek bir alkışla kesildi, tek alkış binlerin alkışlarıyla sürerken, bir kadın sesi duyuldu. Bir kadın tek başına Lübnan milli marşını söylüyordu. Binlerce Lübnanlı doğanın değil, insanın yarattığı bir felaketin yasını tutuyordu.
Umursamaz, çıkarcı, yolsuzluğa batmış "yöneticilerin" ülkelerini her geçen gün daha büyük bir felakete sürüklemesine seyirci kalmayacaklarını, kendilerini ve ülkelerini bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da savunacaklarını sessizlikleriyle duyuruyorlardı.
Yurtseverlik ve milliyetçilik
Yurtseverlik, yurdunu ve toprağını sevmektir. Milliyetçilik ise bir ulusa, bir ırka, bir topluluğa sadakat ve bir ulusun tüm diğer uluslardan üstün olduğuna inanmaktır. Toprağını sevmek, topraktan fışkıran tüm canlıları, bitkileri, hayvanları, dibinde yatan geçmiş uygarlıkları, bugün üstünde yaşayan insanları, dil, din, cinsiyet ve ırk ayrımı yapmadan sevmektir. Lübnan, bu dersi, çok kanlı ve çok acılı deneyimlerle yaşamış bir ülke.
Lübnanlı siyaset bilimci ve tarihçi Wissam Saade, Beyrut patlamasıyla ilgili yazısında şu soruyu soruyor:
"Aydınlanma döneminin ünlü filozofu Immanuel Kant'ın sorusunu bugün Beyrut'da herkes soruyor, "Ne bilebilirim?"
Gerçekten de bu korkunç kötülüğün yaşanmasına yol açanlar hakkında ne bilebiliriz?
Radikal kötülük (bile bile kötülük) ile sıradan kötülüğün (ihmal, umursamazlık, cahillik) bileşimi. Kim ne söylerse söylesin, kimi suçlarsa suçlasın, biz hep bilinmezliklerin ortasında kalacağız. Beyrut'ta, sıcak bir yaz gününde yaşanan bu korkunç yıkımın arkasında kimler olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Kant'ın diğer iki sorusuyla bitirelim: "Ne yapmalıyım? Neyi umut edebilirim?" Düşmanı tanımlamak kolay değil, ama oralarda bir yerlerde. 4 Ağustos'u sıradan, doğal bir afet olarak tanımlayamayız. Bizlere gelince, bazı şeyleri unutmalı, gündelik yaşamımızdan çıkarmalıyız. Lübnan halkının gerçek bağımsızlığı söz konusu olduğunda ise ufukta görünen umut, belirsizliklere dolu.
Ama asıl bizi acıtan olayın mağdurlarına ve tüm Beyrut halkına adaletin gelmemiş olması, bilinmezlik içinde yüzüyor olmamız.
Adalet arayışı
4 Ağustos 2020 tarihinden sekiz gün sonra, United for Lebanon (Lübnan için Birleşenler) adlı yolsuzluklar ile ilgili çalışan bir sivil toplum kuruluşu, olayla ilgili olarak yasal yollarla suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunda patlama ile ilgili olarak 28 kişi hakkında soruşturma açılması talep ediliyordu. Ekim 2020 de Beyrut Barosu 679 kişi hakkında patlama ile ilgili olarak soruşturma talebiyle mahkemeye başvurdu.
Aralık ayında soruşturmayı sürdüren hakim Fadi Sawan, Başbakan Hasan Diab ve üç bakan hakkında soruşturma açılmasına karar verdi. Söz konusu iki bakan, Ali Hasan Khalil ve Ghazi Zeitar, hakimin görevden alınması için çağrıda bulundular. İddiaya göre patlamada kendi evi de yanan Fadi Sawan, tarafsız olamazdı. Fadi Sawan'ın yerine atanan hakim Tarık Bitar, milletvekillerinin ve üst düzey bürokratların dokunulmazlıklarının kaldırılmasını talep etti.
Soruşturmanın uzaması ve savsaklanması, hak arayan patlama mağdurlarının sokağa dökülmelerine ve bakanlıklar önünde gösteriler yapmalarına yol açınca, Lübnan polisinin şiddetli karşı koymasıyla karşılaştılar. Bu arada 50 milletvekilinin ise bağımsız bir soruşturma açılması için meclise önerge verdikleri ortaya çıktı. Yeni Başbakan adayı Najip Mikali'nin, uluslararası baskılar sonucunda dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde bir gayret içinde olacağı son söylentiler arasında.
1 dolar bin 500 iken 15 bin Lübnan lirası oldu
Bu gelişmeler yaşanırken Lübnan'ın içinde bulunduğu ekonomik kriz, hız kesmeden ilerledi. 2020 yılında 1 dolar bin 500 Lübnan lirası iken, 2021'de 1 dolar 15 bin Lübnan lirası oldu. Lübnan bankalarıyla içli dışlı olan siyasi elitler aynı dönemde milyon dolarlarını yurt dışı bankalarına aktarırken, hükümet halkın döviz hesaplarına el koyarak, bir kez daha cezayı sıradan insanlara kesti.
Aynı hükümet, parasızlık nedeniyle elektrik ve su gibi halkın temel ihtiyaçlarını da karşılamakta güçlük çekiyordu. Günde ancak birkaç saat verilen elektrik, akmayan sular ve toplanmayan çöplerle baş başa kalan Beyrut halkı, kendi aralarında örgütlenip, aralarında topladıkları paralarla sokaklara kurdukları jeneratörlerle aydınlatmaya ve internete ulaşmaya çalışırken, tankerlerle evlere sular taşınmaya başlandı. Patlamadan sorumlu olmayı kabul etmeyen siyasi elitler ise büyük otellerde, şatafatlı düğünler, saray yavrusu evlerinde yemekler ve partiler yapmaya devam ettiler ve ediyorlar.
İç savaşın izleri ve yaklaşan seçimler
Lübnan'ın trajedisi böyle devam ediyor. İç savaşta yaşamını yitiren 150 bin kişinin neden ve nasıl öldükleri, öldürüldükleri hiçbir zaman araştırılmadı. 1991 yılında savaşın bitimiyle çıkarılan genel af, birçok savaş suçunun üstünün örtülmesini sağladı.
Savaş sırasında ortadan kaybolan insanların (5 bin ile 17 bin arası) akıbetleri hiçbir zaman öğrenilmedi. Bütün bu süreçte siyasi elitler kendi halklarına çektirdikleri acıların, sıkıntıların hiç farkında olmadan yaşamlarını ve bitmeyen güç ve iktidar hırslarını sürdürmeye devam ettiler.
Yolsuzluk, beceriksizlik, savsaklama, aldırmama hükümetlerin normali oldu. Uzun bir süre bu akıl dışı boyutlardaki yolsuzlukların kökeninde yatanın siyasi mi toplumsal mı olduğu tartışıldı. Bugün artık her ikisinde payı olduğu biliniyor.
Bu durumdan çıkış yolunun sadece yasaları değiştirmekle olamayacağı artık kesin. Yasalar, insanlar ve değerler hep birlikte ele alınmak zorunda. 2022 yılında Lübnan'da üç seçim söz konusu. Belediye, Parlamento ve Başkanlık. Seçimlerin adil ve yasalara uygun bir biçimde yapılması için uluslararası denetim altında bağımsız bir seçim komitesinin oluşması ve insanların ideolojik nedenlerle değil, insani değerlerle ve vicdanlarına dayanarak oy vermelerinin sağlanması gerekli. (MUT/KÖ)