Rüyamda elimde uzun bir mızrak ve üzerimde garip savaş kıyafetleriyle Beyoğlu Belediyesi’nin önündeydim. Çok yalnızdım. İnsanlar yanımdan geçerken “Don Kişot bu!” diye fısıldıyorlardı. Öfkeli uyandım.
"Dünyanın neresine gidersen git, Beyoğlu gibi bir yer yoktur" cümlesini en azından birkaç kez duymuşsunuzdur.
Gerçekten yoktu. Benzersizdi.
Yurt dışından gelen arkadaşlarımın gözleri, Tünel'e yaklaştıkça fal taşı gibi açılırdı. Geçen yaz, İtalya'dan gelen Stefano, beni yolun ortasında bırakıp koşmaya başlamış; "İşil! Artık burada yaşamak istiyorum" diye bağırmıştı.
Muhtemelen şimdi görse, o muhteşem komiklikteki aksanıyla "Jesus!" deyip geri dönerdi.
Avrupa standardı ne değildir?
Yani ne oldu? Bir belediye, devletin hamurundan yapılmış, gri, yaşama uygun hareket etme vizyonuna sahip olmayan bir belediye, kalkıp güzel bir yeri vura kıra yok etti.
Ve kimse kılını kıpırdatmadı.
Örgütlü toplum olamamanın bedelini, bir de böyle ödedik.
Ülkenin en canlı kısmını alıp soğuk nevale gibi bir şeye dönüştürdüler, ne yapmamız gerektiğini bile bilemedik.
Kimse reddetmiyor: Beyoğlu'na biraz düzen gerekiyordu, elbette "Avrupa standartlarında olmalıydı."
Biz "Avrupa'nın standartı"nı bu mu sanıyoruz gerçekten?
En azından, "Avrupa standardı" oluşurken o standardın temelinde, "Devlet Başkanı Jacques Chirac, Saint-Bernard Kilisesi'nden çıkarken yolda ona kadeh kaldıran gençleri görünce sinirlendi ve Bastille Meydanı'nda operasyon başladı" benzeri bir iddia olamaz.
Standart demek, esası doğru olsa da, usule aykırı uygulamalarla oluşmaz. Dışarıda yemek yemek, içki içmek isteyenlerin engellenmesi, sigara içilebilecek bir alan kalmaması, yalnızca parası yeten ve cephesi olan işletmelerin kuracağı 70 santimlik balkonlara tıkıştırılmak demek değildir.
Standart, farklı talepleri olan tarafların haklarını gözeterek, kimseyi mağdur etmeyecek çözüm yollarını hayata geçirecek yöntemlerin uygulanmasıyla oluşur.
"Korktukları için dava açmıyorlar"
Beyder (Beyoğlu Eğlence Yerleri Derneği) Genel Başkan Yardımcısı Tahir Berrak Karasu, "Neden kimse dava açmıyor?" soruma, "Korkuyorlar" diye cevap verdi. İşletmeler dava açıp belediyeyi karşısına alırsa ruhsatını kaybedebileceğini düşünüyor. Haksızlar mı? Hayır.
Peki bu olayın tek müdahili onlar mı? Yine hayır. Her yurttaş, kendi yaşam alanını ilgilendirdiği için kararın iptali için başvuruda bulunabilir.
Karasu, İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal'la görüşerek, hem davaya girebilecek avukatlarla ilgili, hem de "sosyal yaşamına müdahale edildiğini düşünenlerin" bu davaya nasıl müdahil olabileceğiyle ilgili bilgi istedi. Bir dosya hazırlanarak, Baro'ya gönderildi.
Beyder'in çalışmaları bununla sınırlı değil. Belediye bu uygulamayı yedi ayda gelen 1076 yaya şikâyetine bağladığı için, Karasu da bunun karşısına, yedi gün boyunca İstiklal Caddesi'nde topladıkları 30 bin imzayı koymanın yerinde olduğunu düşünüyor: "Sokakta oturma hakkımız elimizden alındığı için şikâyetçiyiz" diyen 30 bin imza, gelecek hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki (TBMM) partilere götürülecek.
Baskı giderek artarken, "Sigara denetimleri yeniden başladı. İki yıldır, denetimler yapılmıyordu; zaten yapmaları gereken ama yapmadıkları bir denetimi şu dönemde tekrar başlattılar. İşletmelerin bulabildiği tek çözüm olan yer minderlerine her gün 75 TL'lik cezalar geliyor" karşı çıkmak için hala zaman var.
Beyoğlu'nda yapılan usulsüzlüğün, niyet okuması yapmak zorunda kalmadan çözülebilmesi için geç değil.
Yeter ki, beraber hareket eden bireylerin belediyelerden daha güçlü olabileceğini görmek isteyen gençler olsun. (IC)