* Görsel: Pixabay
Aralık 2019'da Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve o günden bu yana dünyanın hemen her yerinde etkili olan yeni tip koronavirüs (COVID-19) salgını hepimizin hayatında irili ufaklı pek çok değişimi de beraberinde getirdi. Hemen hepimizin hemfikir olacağı üzere bunlar çoğu zaman pek de memnun kaldığımız değişimler olmadı:
Türkiye'de yaşıyorsak ve belli bir yaşın altında veya üzerindeysek aylarca dışarı çıkamadık örneğin. Çıktıysak da yaş ayrımcılığının ne demek olduğunu ilk elden deneyimleme fırsatı bulduk şu namıdiğer sokağa çıkma kısıtlamaları sayesinde.
Ya da tüm o "Evde kal" çağrılarına, "Hayat eve sığar" telkinlerine rağmen herkesin hayatının eşit olduğunu, fakat bazılarının hayatının daha eşit olduğunu düşünen biri veya birileri yüzünden evden çıkıp çalışmak zorunda kaldık. Hatta bu bile çok görüldü belki bize, çünkü doğrudan işimizden ya da ücretsiz izin adı altında gelir kaynaklarımızdan olduk bu süreçte.
Diğer yandan, salgın sebebiyle ücretsiz izin kullanmaya zorlanacak ya da işten çıkarılacak kadar "şanssız" değilsek eğer, iş hayatımıza evimizin konforunda devam edebilme "lüksüne" sahip olduk bu hiç bitmeyecek gibi duran korona günlerinde.
Normalde olduğundan daha geç saatlerde uyanmaya başladık örneğin, trafikte harcayacağımız dakikaları -hatta saatleri- kendimiz için kullanma fırsatı bulduk. Kılık-kıyafetimize, nasıl göründüğümüze -ya da daha doğru bir ifadeyle- başkalarının bizi nasıl gördüğüne eskisi kadar önem vermek zorunda kalmadık, bu da maddi-manevi bir rahatlama yarattı ister istemez.
Yani... Katıldığımız Zoom toplantılarını, online görüşmeleri, video konferansları saymazsak artık bu konuda daha rahat, daha özgür hissediyoruz kendimizi, öyle değil mi?
Eğer bu yazıyı Almanca yazıyor olsaydım, bu soruya vereceğim cevap kesinlikle "Jein" olurdu, yani hem "Evet" hem "Hayır." Açıklayayım.
'Zoom' günlerinde estetik cerrahi
İngiltere'nin The Guardian gazetesi için kaleme aldığı makalesinde Bidisha bize şu soruyu soruyor: "Estetik cerrahi son zamanlarda neden bu kadar yükselişte?" Bize yönelttiği sorunun cevabını ise yine kendisi veriyor: "Çünkü Zoom'da saatlerce kendimizi izliyoruz."
Çoğumuzun bildiği gibi Zoom, Google Meet gibi onlarca kişinin aynı anda görüntülü görüşme yapmasına olanak sağlayan bir program. Zoom her ne kadar gizlilik ve güvenlik konularında pandeminin ilk günlerinden bu yana fazlasıyla eleştirilse de öyle veya böyle evden çalışmak zorunda kalan pek çok kişinin günlük rutininin bir parçası artık.
Bidisha'nın The Times gazetesine dayandırdığı yazısına göre, son dönemde estetik cerrahiye olan talepte küresel çapta bir patlama yaşanmış. Bu patlamayı pandemi döneminde hiç olmadığı kadar sık kullandığımız video konferans uygulamalarından ayrı düşünmekse pek mümkün görünmüyor:
"Zamanında okuduğum bir dergide bir moda fotoğrafçısının şöyle bir öneride bulunduğunu hatırlıyorum: 'Kimse otururken iyi görünmez.' Bunu ilk okuduğumda çok etkilenmiştim. Ama işte hepimiz artık Zoom çağındayız ve bir kedi bir kâse dolusu mamaya nasıl bakarsa biz de başımızı merakla öne uzatıp kameraya öyle bakıyoruz.
"Ekrandan bize bakan suretimiz ise pek iç açıcı değil. Kocaman dişler, solgun yanaklar, feri gitmiş gözler, bombeli bir çene ve yuvarlak, sorgulayan bir burun... Düşük omuzlar, sarkmış göğüsler, kilolu kollar... Hal böyle olunca planlanmış her toplantı o düşük çözünürlüklü durağanlığı içinde 'Paranormal Activity' filminin bir çekim hatasıymış gibi görünüyor."
Sonuç mu? Sonuçsa kamerada kendimize ve diğerlerine daha "güzel" görünebilmek ya da belki de bize "güzel" olarak dayatılan her neyse ona daha çok benzeyebilmek için olunan -hatta dünya çapında talep patlaması yaşanan- estetik ameliyatlar...
Pandemi giyim tarzımızı nasıl etkiledi?
Söz konusu "güzellik" ve "estetik" gibi fazlasıyla göreceli ve göreceli olduğu kadar da dayatmacı olabilecek kavramlarsa yüzeysel ve indirgemeci bir yorumda bulunmaktan, aşırı genellemeler yapmaktan kaçınmakta fayda var. Tam da bu noktada Priya Elan'ın The Guardian için kaleme aldığı makale bize farklı bir bakış açısı sunabilir.
Elan'ın yazısı bizi belki de çoğumuzun artık aşina olduğu, fakat henüz Türkçede kavramlaştırmadığımız bir ifadeyle tanıştırıyor: "Zoom gömleği." LinkedIn üzerinden yapılan bir ankete göre evden çalışanların yüzde 42'sinin bir Zoom gömleği veya bluzu var. Peki nedir bu Zoom gömleği?
Elan'ın yaptığı gibi İngilizce argo sözlüğü "Urban Dictionary"e başvurursak Zoom gömleğinin şu şekilde tanımlandığını görüyoruz: "Herhangi bir video konferans görüşmesi durumunda hızlıca alıp giyilebilecek şekilde sandalyenizin arkasında hazır bulundurduğunuz temiz bir gömlek veya bluz."
ABD'li pazar araştırma şirketi NPD'nin yaptığı bir araştırmaya göre evden çalışan insanların sadece yüzde 10'u sabah kalktığında evden çalışmak üzere kıyafetlerini değiştiriyor, sonrasındaysa gün içinde daha rahat kıyafetlere geçiş yapıyor.
Bu çalışma şartları altında iş arkadaşlarımızla tek yüz yüze iletişimimiz video konferans görüşmeleri sayesinde oluyor, o zaman da devreye Zoom gömleğimiz giriyor. İngiltere'nin Debrett's firmasından Rupert Wesson'ın da dediği gibi bu sayede "tüm gün mutfak masamızda otursak da profesyonel bir imaj sergileyebiliyoruz."
Elan'ın makalesinde atıfta bulunduğu araştırmalar ve röportaj yaptığı kişilerden aktardığı kişisel deneyimler pandemi döneminde evden çalışmanın çalışırken benimsediğimiz giyim tarzını rahatlattığını, çoğumuz bir noktada ofise dönmüş ya da dönecek olsak da bu rahatlığın daha uzun süre bizimle kalabileceğini gösteriyor.
Bunun bir dizi sebebi var: Öncelikle daha rahat kıyafetler giymek çalışanların üretkenliği üzerinde olumlu etki yapabiliyor. Türkiye -ya da en azından İstanbul- için böyle bir yorumda bulunmak henüz biraz zor görünse de pandemi günlerinde daha fazla insan işe bisikletle veya yürüyerek gittiği için bunun da çalışanların giyim tarzını etkileyebileceği düşünülüyor. Bu dönemde tüketim ve giyim alışkanlıklarımızı sorgulamış olmamız da özellikle daha cep ve doğa dostu alternatiflere yönelebileceğimizi ortaya koyuyor.
Sonuç yerine...
Peki tüm bunlardan nasıl bir sonuç çıkarmalıyız?
Belki de her şeyden önce ortada romantize edilecek pek bir şey olmadığını kendimize hatırlatmakta fayda var. Neticede yaşamak için çalışıyoruz ve nerede(n) çalışıyor olursak olalım öyle veya böyle emeğimizi, hatta bugünümüzü satıp karşılığında kendimize -belki de hiç gelmeyecek- bir gelecek alıyoruz.
Dahası, Bidisha'nın da önerdiği gibi ekrandaki suretimize bakıp "geleneksel güzellik standartlarına uymak için çabalamak," bunun için de türlü yollara başvurmak yerine bu durumu kabullenebilir, hatta istemiyorsak yüzümüzü ekranda göstermeyebiliriz. Peki böyle yapınca kendimizi başkalarının gözünden görmeyi bırakıp bize dayatılan "güzellik" anlayışı karşısında zaferimizi ilan etmiş mi olacağız? Sanırım bu da pek mümkün görünmüyor.
Fakat -öyle veya böyle- hepimizin hemfikir olabileceği nokta pandeminin hayatımızdaki pek çok şeyi değiştirdiği gibi kendimize bakışımızı ve giyim tarzımızı da değiştirebileceği, söz konusu değişimin ise tek bir şekilde veya tek bir yönde olmayacağı. Bu değişimin kalıcı olup olmayacağını ise hep birlikte yaşayarak göreceğiz. (SD/EMK)