Çok uzun süren bir baskı döneminden sonra halk daha fazla demokrasi, daha fazla adalet, ataerkil düzende daha fazla cinsiyet eşitliği için zamanın geldiğini düşünüyordu.
Yeni anayasada insan hakları, sosyal ve siyasi haklar bir yana, eğitim, kültür ve barınma haklarının da yer alması gerektiği belirtilirken, ifade hürriyetinin mutlaka sağlanması, çiftçilerin, işçilerin çalışma haklarının reformlara dahil edilmesi talepler arasında öne çıkıyordu.
Fakat ülkeye hükmeden güçler beklentilerin aksine davranıp politik mücadelede ön planda olan dört genç insanı sudan sebeplerle tutuklayarak halka otoriter rejimin çirkin yüzünü göstermeyi tercih etti. Keyfî kararlarla tutuklananların nereye götürüldüğü, başlarına ne geldiği bilinmiyordu.
38 sene boyunca sıkıyönetimle hırpalanmış Tayvan'ın demokrasi hayalleri bir kez daha suya düşmüştü. Beyaz Terör olarak hatırlanan ve muhaliflerin baskı altında tutulduğu 1949-1987 seneleri arasındaki örfi idare 1991 yılında adeta hortlamıştı.
Esasen Tayvan Bağımsızlık Derneği TIA'yı hedefleyen müdahale, Çin'in boyunduruğundan günümüzde bile kurtulamamış gibi duran memleketin siyasi direniş tarihinde bir mihenk taşı sayılıyor, fakat yeni nesiller tarafından pek bilinmiyor.
Tayvan Uluslararası Belgesel Festivalinden sonra geçenlerde Taipei Film Festivalinde de gösterilen The Last Insurrection (Son Ayaklanma) adlı yapım hafızalardan silinmek istenen bu vakayı tekrar gündeme getiriyor.
Yönetmen Jian-hua Liao kendisi gibi genç insanların mazideki gerçekler hakkında tarafsız şekilde bilgilendirilmediğini, enformasyonların resmî ideoloji tarafından manipüle edildiğini, belgeselciliği tarihsel gerçeklerin bir vektörü olarak kullanmaya niyetli olduğunu belirtiyor.
Korku rejimi
Özellikle entelektüellerin hedef alındığı Beyaz Terör döneminde 140 bin civarında insan hapsedilmiş, 4 bine yakınının ölüm cezası infaz edilmişti.
"Eşkıya casus" yaftası yapıştırılan ilgili ilgisiz insanlar komünist Çin'in maşaları suçlamasıyla cezalandırılıyordu. Mesela şair, deneme yazarı ve tarihçi Bo Yang, Temel Reis'in çevirisinde kullandığı kelimelerden dolayı hapse atılmıştı.
1987 sonrasında göstermelik demokrasinin Tayvan'a beklenen sonucu getirmemesi, 1990'da Yabani Zambak Öğrenci Hareketinin altı gün süren, 22 bin kişilik katılımlı protestosuna yol açmıştı.
Akabinde Adalet Bakanlığı Tahkikat Bürosu, üniversite öğrencisi Liao Wi-chen, aborijin hakları aktivisti Masao Nikar, siyasi aktivist Wang Hsiu-hui ve tarihçi Chen Cheng-jen'i 1991'de aniden tutuklayıp Tayvan'ın bağımsızlığına yönelik faaliyetle suçlamış ve provokasyondan dava açmıştı. Suçlu bulundukları takdirde ölüm cezasına çarptırılmaları ihtimali vardı.
Dört gencin tutuklanması ülke çapında protestolara sebep olmuş, ifade özgürlüğüne bir darbe olarak kabul edilen beklenmedik yaptırıma karşı Taipei tren garı öğrenciler tarafından işgal edilmişti.
Birbirini tanımayan dört rejim kurbanı arasındaki tek bağ Tayvan bağımsızlık hareketinin lideri Su Beng'in yazdığı yasaklı Tayvanlılar'ın 400 Yıllık Modern Tarihi adlı kitaba sahip olmalarıydı.
"Herkes korkuyordu! Hayal ürünü olduğu veya mazide kaldığı sanılan Beyaz Terör hâlâ aramızdaydı…"
Sadece öğrenciler mi?
Heyecanla çekildiği her halinden belli Son Ayaklanma'da nispeten yakın bir dönemde geçen olaylarla ilgili zengin arşiv başarıyla kullanılmış.
Kahramanlarının hem o dönemde, hem sonrasında yaşadığı, demokratik kazanımlar konusundaki hayal kırıklığı hissi seyirciye de hakim oluyor.
Özellikle kadın aktivist Wang Hsiu-hui'nin cinsiyeti yüzünden ayrımcılığa tabi tutulması ve giydiği kıyafetler yüzünden fahişe damgası yemesi erkek egemen dünyanın alametifarikalarından biri olarak cinsiyetçiliği isabetli bir biçimde teşhir ediyor.
Filmde dikkat çekilen bir diğer unsur, aslında toplumun birçok kesiminin katılımıyla gerçekleşen bir protestonun sadece öğrencilere mal edilerek hafife alınması ve küçük düşürülmeye çalışılması. Tıpkı 2014 yılında ülkenin meclisinin işgalini gerçekleştiren Ayçiçeği Hareketinin öğrenci bileşenlerinin öne çıkarılması gibi.
Tabii o günden bugüne Tayvan'da değişen en önemli ayrıntı, ülkenin başındaki ilk kadın başkan Tsai Ing-wen'in varlığı.
Resmî adı Çin Cumhuriyeti olan Tayvan adasında, 20 Mayıs 2016 tarihinden itibaren görevi devralan 1956 doğumlu Tsai, kendi aborijin köklerinden de yola çıkarak insan haklarına yönelik hassas bir program yürüteceğini açıklamıştı.
Yıllarca ezilen ve artık azınlıkta kalmış olan yerel halkların uğradığı zararları tazmin etme sözünün yanında, 1947'de 30 bini aşkın insanın ölümüyle sonuçlanan 28 Şubat Katliamı'nın mağdurlarına ve akabinde başlayan Beyaz Terör döneminin kurbanlarına da benzer taahhütleri var. Tayvan'ın yıllarca tabu muamelesi gören, hakkında konuşulamayan geçmişindeki hadiselerle yüzleşme ve hesaplaşma vakti artık gerçekten gelmiş durumda.
Tsai'nin LGBT haklarına ve eşcinsel evliliklerine desteği de dikkat çekiyor. Tayvan'ın Çin'in yaptırımlarından kurtulup tam anlamıyla bağımsız bir ülke olabilmesi başkanın ağırlığını koyduğu meselelerden bir diğeri.
Lafta değil, gerçek anlamda demokrasiye sahip olmanın zorlu ve dolambaçlı yollarında Tayvan'a ve gezegendeki diğer ülkelere başarılar… (MT/HK)