Ankara'dan ağabeyim gelmedi ama ağabeyim kadar sevdiğim bir arkadaşım telefon açtı. Nerdesiniz nasılsınız Erdoğan'ı dinlemeye gitmediniz mi? dedi. Evdeyiz dedim, iyiyiz dedim, Erdoğan'ı dinlemeyiz dedim. Kendisi de Vanlı bir Kürt olan ağabeyimin Erdoğan'a yaklaşımı benim yaklaşımımdan pek farklı değil aslında, ama heyecanlandırmışlar Ankara'da. Çok cici, süslü sözler söylemişler orda ağabeyime, bir bakıma duygularıyla oynamışlar. Güya Hakkari'de Kürt sorunuyla ilgili tarihi açıklamalar yapacakmış Erdoğan.
Başbakanın böyle bir şey yapmayacağını yapamayacağını hepimiz biliyoruz. Zira AKP'nin yeni rotası milliyetçilik, Milliyetçi söylemlerle ve türlü türlü entrikalarla MHP'nin oylarını kendine çekerek ya da seçmenini küstürerek baraj altında bırakmak suretiyle MHP'nin hakkı olan en az 50 milletvekilini kendi saflarında bulmak isteyen bir Başbakan Hakkari'de Kürtlere hitaben ne söyleyebilirdi ki?
Başbakan'a karşı en ufak bir güven beslemiyor olmama rağmen ağabeyimin almış olduğu istihbaratın etkisiyle televizyonun karşısına kilitlendim. Zaten Erdoğan'ın sesi evimize birkaç yüz metre mesafedeki miting alanından, ekranlardan yaklaşık 1 saniye önce geliyordu. Başbakanın yaveri 'Veeeee Başbakan Receeep Tayyiiip Erdoğaaaan' diye takdim yapınca yağmur çiselemeye başladı. 'Allah'ın kudreti' dedik ailece, sadece Kürtler değil, Yaratan da anlamsız buluyormuş bu mitingin yapılmasını.
Erdoğan konuşmasına henüz başlamamışken ve Ankara'dan ağabeyim aramamışken, kardeşim, 'Tamamdır ağabey bitti' diye seslendi. Çocuklarımız için tuttuğumuz yasın bittiği gün evimizin balkonundan söktüğümüz dev siyah beze çiçekler dikiyordu kız kardeşim. Şırnak'taki operasyonda öldürülen 12 gerillayı temsilen 12 kırmızı gül almıştım çarşıdan. Aynı çatışmada öldürüldüğü iddia edilen asker için de bir tane beyaz gül...
Başbakanın karşılarken, milyonlarca insanın yaşadığı bu ülkede en çokta kendisinin yapması gereken, ama bırakın yapmayı, yapmayı düşünmeyi bile düşünmediği bir şeyi, ben ve ailem yaparak, 'Bu ülkenin Türkünün de Kürdünün de değerli olduğunun altını çizerek' kendisini siyah bir örtüye iliştirilmiş 12 kırmızı bir beyaz gülle protesto ediyorduk.
Erdoğan Hakkari sonrası gittiği Şanlıurfa'da Hakkari de kahrolduğunu itiraf etmiş. Ekranlardan izlediğim Erdoğan'ın sureti, içindeki kahrı görmeme yetmişti lakin kendisinin bunu itiraf etmesi daha bir manidar oldu.
Ama bilmediği bir şey vardı Erdoğan'ın; Bütün Hakkari, aslında bütün Kürtler kendisini dinlerken kahroldu. Hayatının en kısa miting konuşmasını yapan Erdoğan heybesini kurcaladıkça kurcaladı aradı taradı baktı ki Kürtlere satacak bir şeyi kalmamış, üçkağıdı ortaya çıkmış bir tüccar edasıyla apar topar kaçtı. Erdoğan kahroldu çünkü heybedeki yollara alıcı çıkmadı. Hastanelere kimse alaka göstermedi. Havaalanının varlığı ya da yokluğu umursanmadı.
O, Kürtlerin hastane yol havaalanı gibi nesnelere alaka göstermelerini beklerken, binlerce Kürt, Başbakanın sınırlarını aşıyordu. Başbakanın binlerce 'Kürt kökenli' vatandaşı Başbakanın dağlarını yol edip Kuzey Irak'ın dağlarına tırmanıyor, dağ başlarında bırakılmış kurda kuşa terk edilmiş çocuklarının cenazelerini almak için ölümü hiçe sayıp sınır dediğimiz kavramın aslında suni bir çizgiden ibaret olduğunu çok net bir şekilde anlatıyordu herkese. Nitekim bir metre öte ile bir metre beride aynı yeşillikler yetişiyor, aynı sular akıyor, toprak anayı suluyor, bir metre öte ile bir metre berinin toprağı aynı havayı paylaşarak aynı köklere can veriyordu. Üstelik sınırın her iki yakasında da aynı dil konuşuluyor, her iki taraf da aynı renkleri seviyor, aynı türküleri söylüyor aynı acıları yaşıyordu.
Dağlarda dolaşan bir kurt ya da çakal başbakanın sınırlarını hiç takmıyordu mesela; kovaladığı tavşan sınırın hangi tarafına kaçarsa oraya meylediyordu hiç düşünmeden. Sınır denilen çizginin tam ortasında yetişmiş bir mazi ağacının etnik kökeni ya da devşirme olup olmadığı tartışılır mı bilinmez ama sınırın her iki yakasında avlanan hep bizim çocuklarımız oluyordu.
Askerin bütün baskılarına rağmen, sıkılan silahlara, top atışlarına, hatta üzerlerine yuvarlanan kayalara rağmen, fevkalade bir duyarlılıkla sınırı aşıp, çocuklarının cenazelerini omuzlayan binlerce insanı, askerin kendisine kaldırdığı copa, elindeki su şişesini kaldırarak karşılık veren Kürt gencini görünce, sivil itaatsizlik denilen eylem biçiminin aslında Kürtlerin toplumsal duruşu olarak, adı konulmadan karşımızda durduğunu görüyorduk.
Bütün bunları gören başbakan daha bir kahroluyor, Kürtler acı çekiyordu. Başbakan anlamak istemiyor ama Kürtler sınırın öte yakasındaki ölülerini burunlarının dibine gelen Başbakandan daha çok umursuyordu.
Geriye kalan ise, Kürtlerin adını vicdan olarak değiştirdiği sınırların iki ayrı yakasında kalan, kahırlı Başbakan, acılı Kürtler ve duygularıyla oynanmış Vanlı ağabeyim oluyor. (SB/ŞA)