“Komite, kızının kaybedilmesi, akibeti ve nerede olduğuyla ilgili devam eden belirsizliğin, annesinde ıztırap ve strese neden olduğuna idrak etmiştir. Başvurucu kızına ne olduğunu bilme hakkına sahiptir. Bu açıdan, kızının başına gelenlerden dolayı başvurucunun kendisi de Sözleşmenin (BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi), özellikle de 7. Maddenin (işkence ve kötü muame yasağı) ihlal edilmesinden dolayı mağdurdur.”
(BM İnsan Hakları Komitesi Kararı - Quinteros v. Uruguay - 21 Temmuz 1983, No: 07/1981 para.14)
“Mahkeme uzun süreli ve sürekli olarak maruz kaldığı belirsizlik, şüphe ve endişenin başvuranda ciddi zihinsel sıkıntı ve acıya sebep olduğu kanaatindedir. Başvuranın oğlunun kaybolması suçunun yetkililere yüklenebileceğine dair vardığı sonuçla ilgili olarak, Komisyon başvuranın 3. Madde (işkence ve kötü muamele yasağı) kapsamında insanlık dışı ve küçük düşürücü muameleye maruz kaldığını tespit etmiştir.”
(Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı - Kurt v. Türkiye, No: 15/1997/799/1002, para.131).
“De te fabula narratur / Anlatılan senin hikayendir.” (Horatius)
“BM Bütün Kişileri Zorla Kaybedilmeden Korumak İçin Uluslararası Sözleşme” (Zorla Kaybedilme Sözleşmesi)[1], BM Genel Kurulu’nda 20 Aralık 2006’da kabul edilerek, 6 Şubat 2007’de imzaya açıldı ve 23 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girdi.
Bu zözleşme “zorla kaybedilmeyi”, devletin ajanları ya da devletin yetkisi, desteği veya rızasıyla hareket eden kişiler veya bu kişilerin oluşturduğu gruplar tarafından gerçekleştirilen tutuklama, gözaltı, kaçırma ya da özgürlükten yoksun bırakmanın diğer biçimlerini takiben bir kişiyi kanun koruması dışında bırakacak şekilde özgürlükten yoksun bırakma gerçeğinin reddi ya da kayıp kişinin akıbetinin veya nerede olduğunun gizlenmesi olarak tanımlanıyor.
“Zorla Kaybedilme” kavramı, Uluslararası Af Örgütü’nün de belirttiği üzere hukuki bir terim olarak son derece “hantal” olabilir, ancak zorla kaybedilen insanların hikayeleri gayet basittir[2].
Sevdiklerinden, ailelerinden, toplumlarından zorla alınıp kaybedilen her insanın basit birer hikayesi vardır.
Sebla Arcan’ın da belirttiği üzere bu hikayeler yeni olmadığı gibi, duymak için Latin Amerika’ya ya da Nazi Almanyası’na gitmeye de gerek yoktur. Üzerinde yaşadığımız topraklara bakmak ve 1915’e uzanmak bize gereken bilgiyi sunacaktır.[3]
Bununla birlikte sadece zorla kaybedilenlerin değil, arkalarında bıraktıkları insanların da acı ve ızdırap yüklü birer hikayesi bulunuyor. Ama onların hikayeleri aynı zamanda, zor zamanlarda, zorba ve baskıcı rejimler ve hükümetler altında adalet ve özgürlük için verilen onurlu mücadalelerin hikayesidir ve dün olduğu gibi bugün de bize bir şeyler öğretmeye devam etmektedirler. İşte işin bu kısmı Latin Amerika’da başlar.
Şili ve arpilleras
Mücadelenin ilk olarak Şili’de başladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Şili’de Salvador Allende’ye karşı ABD destekli General Augusto Pinochet’in 1973’de gerçekleştirdiği kanlı darbeye işkenceler, tutuklamalar ve “kayıplar” eşlik etti.
Costas Gavras’ın “Kayıp” (Missing -1982) filmi Şili’deki kanlı darbenin iç yüzünü en iyi anlatan yapıtlardan biridir. Ancak Şili’li yazar Ariel Dorman’ın “Sadece Birkaç Saatliğine” adlı şiirini okumak dahi olanları anlamak için yeterli olacaktır[4].
Pinochet diktatörülüğünün zulüm politikalarına ilk tepki kayıp yakınlarından gelmiştir. Şili’deki kayıp yakınları ya da kayıp anneleri, arkalarına Katolik Kilisesini de alarak “arpilleras” (çuval bezi parçaları) dokumaya başladılar. Yaptıkları her “arpilleras” ile Şili’de Pinochet zamanında (1973-1990) meydana gelen zulmü ifade ettiler. Çuval bezinden dokunmuş bu resimler, Şili’nin geleneksel sanatıyla protestoyu birleştirdi. Bu nedenledir ki, Şili’de ki kayıp annelerine aynı zamanda “arpilleras anneleri” denir. Kuşkusuz ki mücadele biçimleri sadece bundan ibaret değildi, gördükleri tüm zulme rağmen, farklı protestolarla kayıplarını aradılar.
Arjantin ve Plaza de Mayo
Bununla birlikte kayıpların tüm dünyada duyulmasını sağlayan ve baskıcı rejimlerde şiddetten arınmış yöntemler kullanarak neler yapılabileceğini gösteren Arjantin’deki Plaza de Mayo (Mayıs Meydanı) Annneleri olmuştur.
Arjantin’in tarihe “kirli savaş” olarak geçen 1976–1983 yılları arasında darbeyle ülke yönetimini ele geçiren generaller, kurdukları askeri dikta rejimi döneminde “Ulusal Uzlaşma Süreci” adı altında devasa insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiler. “Gözaltı kayıpları” (detenidos desapericidos) kavramı da, darbenin hemen ardından Arjantin halkının yaşamına girdi. Bu dönemde hapishaneye konanlar hariç en az otuz bin insanın “kaybedildiği” kayıtlara geçmiş durumda. Ülkede her şey Hıristiyan değerlerini korumak ve komünizmi engellemek adı altında yasaklanmıştı. Sokaklarda iki kişiden fazlasının yan yana gelmesi ve konuşması suçtu.
Ancak 1977’de bir grup anne ve büyükanne hükümet binası önünde bulunan Plaza de Mayo’da (Mayıs Meydanı) her şeyi göze alarak bir araya gelme kararı aldı. Askeri cuntanın bulunduğu hükümet binasına yüz metre uzaklıktaki Plaza de Mayo’da, 13 Nisan 1977 günü biraraya gelen on dört beyaz başörtülü kadın, ikişer ikişer meydana girmeye ve meydanın ortasındaki piramidin çevresinde tur atmaya başladı. Anneler bunu her perşembe öğlen saatlerinde tekrarladılar. Aynı yılın sonunda beyaz başörtülü annelerin sayısı üç yüzü buldu.
Kayıplar için toplanan 24 bin imzayı 15 Ekim 1977’de Başkanlık Sarayı’na teslim etmek için harekete geçen üç yüz anneyi polis cop, kalas ve göz yaşartıcı bombalarla dağıttı. Aralarında bir Fransalı ve dokuz Plaza de Mayo annesinin de bulunduğu bir grup, 8 Aralık 1977’de Uluslararası İnsan Hakları Günü vesilesiyle La Macion gazetesine ilan vermeye gittiler. Anneler, ilanı gazeteye verdikten sonra, geri dönerken kaçırıldılar.
Bu kaçırma operasyonundan birkaç gün sonra, bir kaçırma olayı daha yaşandı. Plaza de Mayo Anneleri’nin örgütleyicisi ve lideri durumundaki Azucena de Vicenti, Buenos Aires yakınlarında, yanında bulunan biriyle birlikte kaçırıldı.
Plaza de Mayo annelerinden başkaları da ve avukatları da kaçırılarak kaybedildi. Cunta hükümeti annelere karşı “perşembe delileri”, “teröristlerin anaları” söylemini kullandı. Bu baskılara ve zulme ragmen sayıları giderek arttı, birçok soruşturmaya ve dayağa maruz kaldılar, ancak başlarına beyaz başörtülerini takıp meydana çıkmaktan vazgeçmediler. Tüm dünya onları bu şekilde tanıdı. Aralık 1978'de kayıp yakınlarının eylemleri ve toplanmaları kesin olarak yasaklanınca, kiliselerde toplanmaya başladılar.
Dünya Kupası maçları 1978’de Arjantin’de yapıldı. Anneler, bu olayı seslerini dünya kamuoyuna ulaştırmada bir araç olarak kullanmaya çalıştılar. Kupa dolayısıyla pek çok yabancı basın mensubu Arjantin’de bulunmaktaydı. Plaza de Mayo Anneleri “Çocuklarımızdan, torunlarımızdan, babalarımızdan haber alamıyoruz” yazılı pankartlarıyla kameraların önünden geçtiler. Bu cunta şeflerinin hoşuna gitmedi. Çok kısa bir süre sonra Kayıp Yakınları Komisyonu’nu savunan avukatların çoğu kaçırıldı. Dolayısıyla onların da adı “kayıplar” listesine eklendi.
Cuntanın 1982’de Falkland Savaşı’nı fırsat bilerek anneleri “hain anneleri” olarak damgalama girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Kasım 1981’de düzenlenen “Barış, Emek ve İş” yürüyüşüne katılan elli bin kişi, anneleri destekleyen sloganlar attılar. Başkanlık Sarayı’nın önünde 1982 Şubat’ında düzenlenen, sendikalar ve annelerin başını çektiği “Askeri Diktatörlük Sonuna Yaklaştı” gösterisine on beş bin kişi katıldı. 1983 yılında Arjantin’in Falkland Savaşı’nı kaybetmesi askeri cuntanın devrilmesine yol açtı.
Cunta sonrasında kurulan Alfonsin hükümeti “toplumsal barışı” sağlamaya yönelik soruşturmalar başlattı. Bu soruşturmalar sonucunda cunta şefi General Videla ile Amiral Emilio Massera ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Ancak darbe sırasında insan hakları ihlallerinden sorumlu olan pek çok kişi o dönem serbest kaldı. Bununla birlikte anneler ve büyük anneler onların peşini bırakmadı. Mücadele halen devam ediyor.
Arjantin normal bir yönetimine kavuştuktan sonra yapılan araştırmalar kayıpların çoktan öldüğünü ve cesetlerinin yok edildiğini ortaya çıkardı, yine de anneler generallerden hesap sorulması için eylemlerine devam ettiler. Devlet Başkanı Nestor Kirchner’in cuntayı yargı karşısına çıkarma sözünü ve yaşlarının 77–93 arasında değiştiğini göz önüne alan anneler, yirmi beş yıldır başkent Buenos Aires’teki başkanlık sarayı önünde, her Perşembe yaptıkları yirmi dört saatlik yürüyüşlerinin sonuncusunu Ocak 2006’da gerçekleştirdiler. Son yürüyüşlerine çok sayıda insan hakları savunucusu ve sanatçının eşlik ettiği anneler, evlatlarının akıbetinin aydınlığa kavuşması için mum yakma eylemini sürdürüyorlar ve insan haklarıyla ilgili başka kampanyalara destek veriyorlar.
Bu tür bir kampanyanın mevcut şartlarda örgütlenmesi tamamen bir vicdan meselesidir. Dolayısıyla kendi bedenlerinden başka hiçbir gücü olmayan annelerin başlattığı kampanya hakkında bir değerlendirme yapmak çok güçtür.
Bir grup annenin neredeyse tüm olumsuz şartlara ve zayıf yönlerine rağmen harekete geçmesi tamamıyla etik ve vicdani bir duruşun ifadesidir. En güçlü yanlarını en zayıf yönlerinden aldılar. Tüm olanaksızlıkları olanak haline getirdiler. Kampanyaları tamamen klasik yöntemlerle, Twitter'ın, Facebook'un, web sitelerinin ve e-posta’nın olmadığı, cep telefonlarının kullanılmadığı bir dönemde örgütlendiler. Bu nedenle günümüz kampanyalarıyla kıyaslanması da pek mümkün değildir.
Buna rağmen Plaza de Mayo Anneleri’ne dünyanın pek çok ülkesinden destekler geldi. 1977’de on dört annenin başlattığı kampanya sonraları örgütlü bir hal aldı.
Arjantin’deki Dünya Kupası’ndan sonra 14 Mayıs 1979 tarihinde, Plaza de Mayo Anneleri Derneği kurulmuştu. Bu tarihten sonra kampanya dernek tarafından sürdürüldü. İnsan hakları ve kadın örgütleri derneğe destek verdiler.
1980’de tekrar meydana dönmeleriyle birlikte anneler, bir kez daha ordunun ve polisin şiddetli baskısıyla karşılaştılar. Yalnız bu kez etkinlikleri sayesinde giderek seslerini daha çok duyuran anneler, uluslararası sempati ve destek gruplarına erişmişti. Diğer kuruluşlar annelere bağışta bulundu. Özellikle Hollanda’dan bir kadın grubu bir büro satın alınmasının masraflarını karşıladı.
Plaza de Mayo Anneleri’nin yaptıkları eylemler karşılıksız kalmadı. 1992’de Uluslararası Sakharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü’nü aldılar. Ardından 1999 yılında daha önce Mother Teresa ve ünlü eğitim bilimci ve aktivist Paulo Freire’ye verilen UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) Barış Eğitimi Ödülü’nün 19.’su Plaza de Mayo Annelerine verildi. 10 Aralık 2003’de ise Plaza de Mayo Büyükanneleri’nin Başkanı Estela Barnes de Carlotto, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Ödülü’nü aldı.
Ülkede askeri diktatörlük dönemine yönelik yargılamalar yeni devlet başkanı Christina Fernandez döneminde büyük hız kazandı. Arjantin’de 1976–1983 yılları arasındaki askeri faşist diktatörlük döneminde işkence merkezi olarak işlev gören başkent Buenos Aires’teki Donanma Mekanik Okulu, devlet başkanı Cristina Fernandez de Kirchner’in kararıyla 2009 yılında Birleşmiş Milletler
İnsan Haklarının Teşviki Merkezi’ne dönüştürüldü. Yaklaşık beş bin solcunun işkence gördüğü ve tamamına yakınının katledildiği merkezde insan haklarının geliştirilmesine yönelik program ve projeler yürütülmesi kararlaştırıldı. Arjantin Hükümeti’nin UNESCO’yla birlikte idare edeceği merkeze ilişkin UNESCO eski Genel Direktörü Koichiro Matsuura, yaptığı açıklamada, kıtada diktatörlük dönemine dönük hız kazanan yargılamalara da atıfta bulunarak “Bu Merkez, Latin Amerika’nın
insan haklarının küresel seviyeye ulaşmasına dönük çabalarının da bir sembolüdür” demiştir. Plaza de Mayo Anneleri dünyaca ünlü sanatçılardan da destek aldı. Joan Baez 1982’deki “Joan Baez in Latin America: There but for Fortune” belgeselinde Plaza de Mayo Annelerine destek verdi. İngiliz sarkıcı Sting Buenos Aires’te Uluslararası Af Örgütü’nün konserinde ‘‘They Dance Along’’ (Onlar Yalnız Dansediyor) şarkısını, İrlandalı rock grubu U2 ise 1987’de ‘‘Mothers of Disappeared’’ (Kaybedilenlerin Anneleri) adlı parçalarını Plaza de Mayo Anneleri’ne adadı. U2’nun 1998’de Buenos Aires’te verdiği konserde Plaza de Mayo Anneleri de sahneye çıkarak, müzik devam ederken izleyicilerle birlikte tek tek çocuklarının adlarını saydılar.
Güney Amerika’dan Türkiye’ye
Arjantin’deki Plaza de Mayo Anneleri’nin mücadelesi birçok ülkeye örnek olmuştur. Türkiye’de de, politik kimliğinden dolayı devlet tarafından zorla kaçırılan Hasan Ocak için arkadaşları ve ailesi, İnsan Hakları Derneği’nin de (İHD) desteğini alarak bir kampanya başlattı. Hasan Ocak’ın işkenceyle katledilmiş cesedini 55 günlük bir aramadan sonra bulan kampanya yürütücüleri, bu olayın ardından kayıplara karşı mücadeleyi sürekli kıldılar ve Cumartesi Anneleri’nin yaratıcısı oldular.
Tüm bu süreçte İHD her aşamada Cumartesi Annelerinin/Yakınlarının yanında oldu. Cumartesi Anneleri/Yakınları, 27 Mayıs 1995’ten başlayarak, her cumartesi günü İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nin önünde oturma eylemi gerçekleştirdiler. Kayıp yakınları ilk oturma eylemlerini gerçekleştirdiklerinde yaklaşık 30 kişiydiler. Böylece Hasan Ocak Kampanyası bir süreklilik sağlayarak örgütlü kayıplar mücadelesinin başlangıcı kabul edildi.
Hasan Ocak Kampanyası sürecinde kurulan Demokratik Mücadele Platformu, Emekçi Kadınlar Birliği, İnsan Hakları Derneği, Almanya Göçmen İşçiler Federasyonu ve birçok kurumun desteğini alarak 17–19 Mayıs 1996’da İstanbul’da ‘‘Susma’’ şiarıyla 1. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı’nı gerçekleştirdi. Kurultaya Şili, Kolombiya, Uruguay, Filipinler, Sri Lanka, Zaire (Kongo), Irak, Filistin, İngiltere, Fransa ve Almanya’dan 32, Türkiye’den 100 kayıp yakını, insan hakları savunucusu, aydın ve sendikacı delege olarak katıldı. Türkiye’de yasaklamasına rağmen başarıyla gerçekleştirilen kurultay, uluslararası bir örgütlenme ihtiyacı duydu ve ICAD’I oluşturdu (International Committee Against Disappearances - Kayıplara Karşı Uluslararası Komite).
Kayıp yakınları basında Cumartesi Anneleri olarak anılmaya başlayınca, bu ismi kullanmaya devam ettiler. Ahmet Kaya 1995 tarihli “Beni Bul” adlı albümündeki aynı adlı şarkıyla annelere destek verdi.
Metin&Kemal Kahraman kardeşlerin aynı tarihli “Renklerle Yaşamak” albümünde Ariel Dorman’ın “Sadece Birkaç Saatliğine” şiirini besteleyip söylediler.
Bunu Nisan 1996’da Sezen Aksu’nun “Cumartesi Türküsü” takip etti.
U2 1997 tarihli “Pop” albümünde “Ekim 1995'de Türkiye'de kaybedilen Fehmi Tosun'u hatırlayın” mesajını yayınladı.
Ali Öz - 1996
Cumartesi Annelerine giderek artan destek zamanın hükümetini rahatsız etti. Askerlerin hükümet üzerindeki etkisini iyice arttırdığı 28 Şubat 1997’den sonra Polis Cumartesi Anneleri'ne 1998 Ağustosu'ndan başlayarak 7 ay boyunca her hafta copla biber gazıyla saldırdı.
Cumartesi Annelerine/Yakınlarına karşı Latin Amerika örneğinde olduğu gibi karalama kampayalarına girişti. Onları “hain”, “terörist” olarak damgalamaya, toplumdan soyutlamaya çalıştı. Yaşanan saldırılar ve gözaltıların sonucunda, Cumartesi Anneleri, 203. Oturma eylemi girişimlerinde, 13 Mart 1999'da “eyleme ara verdiklerini" açıkladılar. Ancak Cumartesi Anneleri 31 Ocak 2009’da oturma eylemlerine tekrar başladılar. U2 İstanbul’da verdiği 2010 konserinde Fehmi Tosun’u tekrar andı ve kayıplar konusunu yeniden gündeme getirdi.
Bandista “Benim Annem Cumartesi” şarkısını besteledi.
Heykeltraş Mehmet Aksoy “İnsanlık Halleri” adlı 2010 sergisinde “Kayıp Anaları” heykeliyle Cumartesi Annelerine destek verdi.
Tüm bu süreçte zorla kaybedilmeler hakkında raporlar yazıldı, davalar açıldı. AİHM önünde Türkiye pek çok kez bu nedenle mahkumiyet aldı. Kayıplar hala aranıyor.
700. hafta
Son olarak Ceylan Ertem Cumartesi Annelerinin/Yakınlarının 700. Hafta Oturma eylemi nedeniyle Ahmet Kaya’nın “Beni Bul” şarkısını kayıp yakınlarıyla birlikte tekrar seslendirdi.
Cumartesi Anneleri/Yakınları 25 Ağustos 2018 günü İstanbul’da Galatasaray Meydanındaki oturma eylemiyle ve Türkiye’nin her yerinde aynı saatte yapılacak diğer etkinliklerle kayıplarını yeniden arayacaklar.
Zorla kaybetme zorba rejimlerin, baskıcı hükümetlerin en tiksinti verici eylemlerinden biridir.
Zorla kaybet üç aşamalı bir etki yaratır.
Öncelike mağdurun kendisine açı ve ızdırap vermeyi hedefler.
Ardından son derece kibirli bir şekilde acı ve ızdırap, yıldırma ve korku salam politikasına bağlı olarak mağdurun ailesine, arkadaşlarına ve üyesi olduğu gruba uzanır. Böylece zorba ve baskıcı rejimler kayıp yakınlarını ekonomik ve sosyal bir çöküntüye, marjinalleşmeye itmek ister.
Üçüncü aşamada hedef bütün bir toplumun kendisidir.
Baskıcı ve zorba rejimler/hükümetler zorla kaybetme yoluyla toplumuna korku salmak ve toplumda bir güvensizlik hissi yaratmak isterler. Böylece rejim bir biat kültürü yaratarak, baskıcı otoriteye itaat edilmesini arzular. Diğer tüm zulüm politikaları gibi hiçbir hakkaniyete sığmaz, gayr-ı meşrudur, ahlaksızlıktır, etik dışıdır. İnsan onuruna aykırıdır.
Bu nedenledir ki, kayıp annelerinin/yakınlarının şiddetten arınmış, vicdani ve tamamen etik temelli karşı duruşu, iktidardaki zalimlerin kibrini alaşağı eder, uyguladıkları zulüm politikalarını boşa çıkartır, onları şaşkına çevirir ve zavallı durumuna düşürür. Zalimleri işledikleri insanlık dışı suçlarla yüzyüze getirir, vicdan mahkemesi önünde onlardan hesap sorar. Bu kayıp annelerinin, büyükannelerinin, yakınlarının en büyük gücüdür. Bu güç karşısında hiçkimse dayanamaz. Bu nedenledir ki, kayıp anneleri, büyük anneleri ve yakınları “hain” ya da “terörist” anneleri olarak değil, başı dik, onurlu, vicdanlı, ahlaklı ve erdemli insanlar olarak tarihe geçmişlerdir. Onlar tarihin sayfalarına hak ettikleri saygı ve hürmetle geçecekler ve böyle anılanacaklardır. Onlara uğradıkları zulmu reva görenler ise tarih saylarında “zalim” sıfatından öteye gidemeyecekler, adlarını da bu sıfat haricinde hiç kimse anmayacaktır. Mahkeme kayıtlarıda ise, en azından görülen davalarda birer suçlu olacaklardır. İktidar sahipleri bunun hemen şimdi farkına varmalıdır. Annelere, büyükannelere, yakınlara çocuklarını vermelidir. Yarın, öbür gün değil, hemen şimdi vermelidirler. Onlar Cumartesiyi beklememelidirler. (HA/HK)
* Bu yazı ilk olarak editörlüğünü Özgür Gökmen’in üstlendiği ve 2009 yılında STGM için Banu Yamak’la birlikte hazırladığımız “Sivil Toplum Örgütleri için Kampanya Hazırlama Rehberi: Dünyadan ve Türkiye’den İyi Kampanya Örnekleri” kitabı için hazırlanmıştır. Cumartesi Annelerini 700. Hafta Eylemi nedeniyle Bianet için gözden geçirilmiş ve güncellenmiştir.
[1] Türkiye Cumhuriyeti ne yazık ki halen bu sözleşmeyi imzalayıp onaylamış değil.
[3] Artı TV, Ayşe Hür ve Erdoğan Aydın tarafından hazırlanıp sunulan “Tarihin Peşinde” programı, 19 Ağustos 2018 Pazar.
[4] Gönül Çapan’ın çevirisiyle Türkçe’ye kazandırılan şiir, aynı zaman Metin&Kemal Kahraman tarafından bestelenerek 1995 yılında “Renklerle Yaşamak” albümünde yer aldı. Bu aynı zamanda Türkiye’de Cumartesi Annelerinin mücadeleye başladıkları yıldı.