Yunuslarla fazlasıyla yakın irtibata geçerek onların dilini çözmeye çalışmış, bilimsel çevrelerin güvenine mazhar olduktan sonra saykodelik maddeleri ziyadesiyle kullandığından dışlanmış; izolasyon deposunu geliştirerek insan şuurunun keşfine soyunmuş, sınırlarını iyice genişletip uzaya göz dikerek galaktik farkındalık hususunda faaliyetlerde bulunmuş… John Lilly hakkında söylenecek daha çok şey var.
O bir hekim, bir nörobiyolog, bir psikanalist, bir mucit, bir yazar, bir felsefeciydi… Fakat 1950’lerden itibaren yürüttüğü muhtelif çalışmalar bilim dünyası için fazla ilerici, hatta fantastik addedilmişti. Aslında tam da o dönem “beyin yıkama” ifadesi yeni yeni resmiyet kazanmaya başlamıştı. Yılmayan ve mütemadiyen yeni alanlara yelken açan uzun ömürlü Lilly, New Age mistisizminin temellerini de bu arada atmış bulundu.
“Bedenim laboratuvarımdır” şiarıyla bilhassa LSD ve ketaminin tesiri altında radikal öz-keşiflerde kobay oldu, bir zamanlar deneylerinde hoyratça kullandığı yunusların ve ayrıca balinaların gezegen çapında kurtarılması faaliyetlerine de sonradan katkıda bulundu.
Birbirinden enteresan çalışmaları Hollywood’un da gözünden kaçmadı: Mike Nichols imzalı Yunusların Günü (Day of the Dolphin) ve Ken Russel’ın Gerçeğin Ötesinde (Altered States) adlı filmlerin esin kaynağı Lilly idi. Kendisi popüler olmayı zaten sevdiğinden ömrünün sonuna kadar televizyon programlarına katılmak suretiyle de deneylerini tanıtmayı sürdürdü.
Şahsi etik değerlere sahip Lilly çalışmalarından elde ettiği sonuçların askerî amaçlar için kullanılmasına sıcak bakmadı; buna rağmen ABD devleti mevzubahis deney sonuçlarından yararlandı.
İnsan kapasitesinin sınırları muhtelif açılardan zorlanırken yapay zekâya giden yolda da uzun adımlar atılmış oldu.
Günümüzde gelinen noktada ise Robert Kennedy Jr. gibi birinin ABD Sağlık ve Sosyal Hizmetler Bakanı koltuğunda oturması Lilly’nin mirasının ülkede layıkıyla değerlendirilemediğine işaret mi sayılmalı?
Magazin de var…
John Lilly ve Dünya Tesadüf Kontrol Ofisi (John Lilly and the Earth Coincidence Control Office) adlı belgesel adını eksantrik kahramanımızın kurduğu E.C.C.O. adlı merak uyandırıcı müesseseden alıyor. Dünya prömiyeri Rotterdam Uluslararası Film Festivalinde gerçekleşmiş, geçenlerde MoMA’da gösterilmiş ve şu anda Visions du Réel’in programında yer alan 89 dakikalık 2025 ABD yapımı belgeseli izlerken beynim yandı desem yeridir. Ekran karşısına oturduğumda eleştiri yazmaya niyetli olmadığımdan hiç not almadığım gibi hakkında çıkan yazılardan derli toplu bir sonuç elde etmek hususunda da şu anda zorlanıyorum.
Filmin garip mucitler hakkında tecrübeli yönetmenleri Michael Almereyda ve Courtney Stephens her ne kadar Lilly’nin hayatını kronolojik olarak işlemeyi seçmişlerse de malzemenin yoğunluğu ve birbirinden değerli arşiv görüntülerinin bombardımanı insanı yeterince allak bullak ediyor.
Fakat yönetmenlerin fırsat bu fırsat diyerek seyirciyi saykodelik ögeli görsel bir orjiye dahil ettiğini sanmayın. Aksine, nevi şahsına münhasır Chloë Sevigny’nin çekici görüntüsüne mazhar olmasak da filmin üst (sıcak) sesi olarak bizi mütemadiyen ciddiyete davet etmesi ve kahramanımıza her şeye rağmen hürmet etmemizi sağlaması, filmin güvenilir ve “bilimsel” biyografik iddiasını katmerliyor. Zaten filmi içeriğini az çok takip etmeme en çok yarayan unsur, sözkonusu dönemlerin politik manzarasını, ABD entelijensiyasının Lilly ile alakasını, sebep olduğu sansasyonel hadiseleri, senaryonun bize tek tek sıralaması oldu. Bu bağlamda, bir zamanlar yasak olmayan LSD tesiri altında yazdığı şiiri televizyon programında okuyan Allen Ginsberg ve Lilly’yle bir ara takılmış olan sinemacı Alejandro Jodorowsky aklımda kalanlar.
Fakat itiraf etmem gerekir ki belgesel hakkında yazdıklarımın John Lilly ve çevresinin yaşadıklarını aktarmak hususunda ne kadar kifayetsiz kaldığını filmi seyredince idrak edeceksiniz.
Sonu gelmez cinsel deneyler
Başlarda ABD bilim dünyasıyla arası gayet iyi olan Lilly’nin, okyanus kıyısındaki villasının su seviyesindeki katını yunusların girebileceği mimari bir tasarımla dönüştürmesi “arıza”yı da beraberinde getiriyor. Saykodelik maddeleri kullanmaya başlamakla kalmıyor, dilini çözerek iletişime geçmeye çalıştığı yunusları da aynı maddelere alıştırıyor. Hayatında hiç eksik olmayan, çoğu bilime ve keşiflere meraklı kadın karakterlerden birinin yunuslardan biriyle yaşadığı cinsel deneyler gazete manşetlerinde duyurulunca işlerin çığırından çıktığına kanaat getiriliyor.
Dış etkenlerden ve bedenimizden mümkün olduğunca uzaklaşıp kendimizi duyusal mahrumiyete teslim edebileceğimiz izolasyon deposu da zamanında layıkıyla takdir edilemeyecek kadar iddialıydı. Oysa çağımızda ruhsal gelişim, büyülü düşünme gibi akımlar geniş kitlelere yayılmış, hatta ayağa düşmüş vaziyette. Lilly’nin nörofizyoloji ve saykodelik psikiyatri alanlarındaki çalışmalarının izdüşümleri de günümüz popüler kültüründe yer alıyor.
Türkiye’de mutlaka gösterilmesini dilediğim filmin müzik hanesinde adı geçen Brian McOmber sizin bir nebze saykodelik evrene dahil olmanızı sağlayacaktır; yönetmenlerin dediği gibi filmde Chris Marker’ın tesirini hissetmeden de edemeyeceksiniz. Hayırlısıyla…
Beyaz balina vakası
Eh, ABD bilhassa Soğuk Savaş sırasında yunusları askerî niyetlerle emellerine alet ederken karşı taraf da duracak değildi elbette:
Putin’den yola çıkılarak Vladimir (Norveç’te Hvaldimir) adı verilmiş casus beyaz balina (beluga) hakkındaki belgesel insanların hayvanlara reva gördükleri hususunda sizi bir kez daha düşündürecektir. Üzerindeki teçhizattan anlaşıldığı kadarıyla Rusya’nın askerî bir üssünde yetiştirilip sonradan kaçmış sevimli kahramanımız hür olmasına rağmen insanlarla yakın temas ve iletişiminden vazgeçmiyor.
Fakat aldığı disiplinli eğitimden mi, yoksa travmalarından mı ne, sesini kaydetmek isteyenlere bekledikleri ses kayıtlarını sağlamıyor; ta ki kötü niyetli birilerinin yaraladığı Vladimir, seyircinin inleme olarak yorumlayabileceği sesleri çıkarana kadar…
Yönetmen hanesinde adlarını gördüğümüz Fabrice Schnöller ve Jérôme Delafosse’un
#Vladimir, Casus Balinayla Muhabbe (#Hvaldimir, La véritable histoire du béluga espion/ #Hvaldimir, conversation with a spy whale) adlı belgeseli Norveç fiyortlarında bir ara çok popüler olup dünya çapında sosyal medya fenomenine dönüşen kahramanına saygı duruşunda bulunuyor.
John Lilly hakkındaki belgeselde arşiv sekansları vintıçlığın grenli dokusuna bizi ne kadar doyurduysa Vladimir hakkındaki filmde de çağdaş teknolojiyle elde edilmiş berrak görüntülere bir o kadar doyuyoruz.
2024 Fransa yapımı 90 dakikalık belgesel prömiyerini Fransa’da genel gösterimde yaptıktan sonra Tromsø Uluslararası Film Festivalinde boy göstermişti.
Casus balinayla geçireceğiniz bir buçuk saatten sonra onu içinizden kolay kolay çıkaramayacağınıza eminim! (MT/TY)