Fotoğraf: Pinterest
Türkiye’de makroda yaşanan bütün sorunların mikroda yansımalarını görmek mümkün. Bunu da 5 yıllık Datça ve öncesinde de Heybeliada’daki yaşam tecrübelerimle biliyorum.
Kazanan kim?
Memleket genelinde ne olup bitiyorsa küçük şehirlerde ve kasabalarda da benzeri yansımalarını görmek mümkün. Sağlık, öğretim, yaşam alanı mücadeleleri hepsi ama hepsi aslında memleketin genel sorunları arasında ve küçük yerlerde de benzeri sorunlar siz kaçtıkça kovalıyor.
Buradan hareketle 5 yılda Datça’da yaşanan değişimden bahsetmek isterim. Memleketin her yerinde olduğu gibi buranın da en çok kazananı emlak oldu.
"Eh kardeşim sen de gittin oraya yerleştin şimdi de bıkbıklanıyor musun?” diyebilirsiniz. Evet, geldim yerleştim, yeni yapılan binalardan birine kiracı olarak oturdum.
Çöl gibi olan ve geldiği noktayla gurur duyduğum bahçeme ağaç ve yöreye uygun aromatik bitkiler diktim. Memlekette başka bir yere yerleşmeyle ilgili bir kısıtlama yok bildiğim kadarıyla. Ben de "kimse gelmesin yerleşmesin" demiyorum. Emlak fiyatlarının artışına gözbebeklerim büyümekten vazgeçti ama hala bazen ağzım açık kalabiliyor. Zira Airbnb’ye göre ikamet ettiğim yerde konutların fiyatı, son bir yılda yüzde dokuz yüz bilmem kaç artmış.
Bir yerin hem bu kadar hızlı yok edilip hem de bu yok edilmeyle birlikte bu kadar rağbet görmesi anlaşılabilir gibi değil. Tabii konu tavuk ve yumurta meselesine benzetilince açıklığa kavuşuyor.
Yağma ve talan
Konut fiyatları bir yana bir de eskiden 15 Mayıs’tan itibaren uygulanan yazlık yerlerdeki inşaat yasakları son bir kaç yıda 15 Haziran’a çekildi. Bu sene ise temmuz gelmiş olduğu halde henüz bitmeyen inşaat çalışmaları var. Çünkü inşaat sahipleri neredeyse 2 işçinin yevmiyesine denk gelen günlük cezayı ödeyip inşaatlarını yapmaya devam ediyorlar.
Siz bunu ses çıkarınca da aynı zorbalığa maruz kalan kimi kişiler tarafından suçlu bile oluyorsunuz. Çünkü onlar milyon dolarlık yatırım yapıyorlar ve ses çıkarmaya hakkınız yok. E, hani sen geçen gün müzikten rahatsız oluyordun ne oldu? Bu konuyla ilgili olarak Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇK) kapsamına dahil olan ancak şantiye alanına dönmüş cağnım Datça’mızın girişine “Dikkat inşaat sahasıdır, baretsiz girilmez” levhasının asılması ilk önerilerimden biri.
Şimdi diyeceksiniz ki “akla karayı birbirine karıştırmışsın”. Haklı olabilirsiniz ama yağma ile talan nasıl benzeşiyorsa yukarıda bahsettiklerimle aşağıda bahseceklerim de o kadar birbirine yakın meseleler.
Pek çok endemik bitkiye ev sahipliği yapan ve kuru tarım açısından inanılmaz zengin olan, bu sebeple de çok sayıda badem çeşidinin üretimi yapılabilen Yarımada’da yakında yeşil alan ve turkuaz rengi deniz bulmakta zorlanacağımız kesin. Açılan yangın yollarının neredeyse otobana döndüğü Datça’da, koylar da adım adım imara açılıyor, kaçak olarak başlayan limanın yapımına devam ediliyor.
Marinaya gerek var mı?
Datça, bütün sahillerinden denize girilebilmesi ününü de bu gidişle kaybedecek gibi görünüyor. Kaçak olarak inşaası devam eden liman/marinanın başta taşlık plajı olmak üzere pek çok farklı alana vereceği tahribatı öngörmemek mümkün değil. Geçtiğimiz ay, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Liman Projesi için Çevresel Etki Değerlendirmesi gereği (ÇED) halkın katılım toplantısı düzenlendi. Yalnız bildiğim kadarıyla toplantı da en az limanın inşaatı kadar yasadışıydı.
Haber Hürriyeti’nin cesur kalemlerinden Sedat Kaya’nın yazısına göre toplantının katılımcıları, “liman inşaatının Datça’nın kısıtlı olan su kaynaklarını tüketmeyeceğine, çevreye ve ekolojik dengeye zarar vermeyeceğine ilişkin net, bilimsel bir açıklama olmadığını belirtmiş ve yat kapasitesinin neye dayanarak 426 olarak hesaplandığını, yüzer iskelelerin denizde akıntıları keserek kumluk plajınına zarar vermeyeceğinin nasıl garanti edileceğini" sormuşlar. Aynı soruyu başka bir şekilde sormak isterim: Datça’da bu kadar kapasiteli bir limana neden ihtiyaç olsun ki?
1980’li yılların Datçasını anlatıyorlar bana bazen. 5 sıra tekne olur, herkes de birbirine pek hoşgörülü davranırmış. Tekneler, dünyanın dört bir tarafından gelirmiş. Rivayet olunur ki burası dünyaca ünlü müzisyen, oyuncu ve sanatçıların da uğrak mekanıymış. Eric Satie’nin, Sting’in ve adını hatırlayamadığım pek çok ünlü ismin de gelip tatil yaptığı yermiş.
Son yıllardaki Datça ise ne yazık ki çok daha farklı turistik bir yapıyı ağırlıyor. O 5 sıra tekne ister kızın ister darılın Datça’daki vizyonsuzluk ve teee o zamandan başlayan ve memleketin hemen her yerinde olan açgözlülükle yitip gitmiş. Demem o ki, o zamanlarda bile böylesine büyük bir marinaya gerek olmamışken şimdi neden yapılsın?
Datça’da yaşanan en büyük sorunlardan biri de Kargı koyu meselesi. Bilenler bilir, zaten Kargı koyu boyunca işletmeler mevcut. Ancak şimdi bahsetmekte olduğum alan hazineye yani kamuya yani bizzat bize ait olan bir alan. Bu alan devlet eliyle peşkeş çekiliyor. Datça Demokrasi Platformu da bu konuyla ilgili birkaç aydır geceli gündüzlü alan savunması yapıyor.
Sadece kendi yaşam alanı değil, domuzların, eşeklerin, keçilerin, endemik çalı ve bitki örtüsünün, ağaçların, kaplumbağaların, nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan kirpilerin, deniz ve denizaltı canlılarının aklıma gelen gelmeyen her canlının, geleceğin hakkını savunuyor ve şöyle diyor: “Datça’nın en güzel yerlerinden biri olan Kargı Koyu'nda kamuya ait 128 dönümlük arazinin Cumhurbaşkanlığı kararıyla otel ve otopark yapılması için Özelleştirme İdaresi'ne devredilmesini kabul etmiyoruz”.
Gebekum’dan Kargı’ya hepimiz vurgunuz Datça’ya. Üstelik Betçe’den Datça’ya tüm yarımadayı yalana, ranta, talana karşı savunuyoruz ve savunmaya da devam edeceğiz.
Datça Çevre ve Turizm Derneği'nin (DAÇEV) 17 yıldır yaptığı gibi çocuklara yeniden makrodan mikroya Datça’yı anlatıp sadece kendilerine ait olmayan yaşam alanlarını savunmalarını sağlamaya da devam edeceğiz. Rantçılar tek bir dal kalmayacak şekilde bütün Datça’yı betona boğmaya çalıştıkça, sözü olan herkes savunmada olacak. Datça halkı daha önce Kurucabük’te bugün Alavara’da kazandı. Yarın da zaten kendisine ait olan Kargı’yı kazandığını ilan edecek.
Kargı Koyu ile ilgili olarak mahkeme devam ettiği bilgisini de sizinle paylaşmış olayım. Bir de imza kampanyasına katılabilir, yaygınlaştırılmasına da destek olabilirsiniz.
Aşağıda bulunan linkten ise Kerem Memişoğlu ve Sinan Arıkan’ın sihirli ellerinin değdiği, söz ve müziği bana ait olan, “Datça’yı Savunuyoruz” isimli parçayı dinleyebilirsiniz.
Hazır Datça ve Datça’da yapılan eylemliliklerden bahsetmişken, Datça Kadın Platformu tarafından İstanbul Sözleşmesi’nden çekilindiği gün olan 1 Temmuz’da memleketin dört bir yanında olduğu gibi eylemlilikler düzenlendi.
Alışılageldik eylemlerin dışına taşan Datça Kadın Platformu (DKP) Datça Cumhuriyet Meydan’ında bulunan ağaçlardan birine öldürülen kadınların isimlerini astı ve ardından her birinin adını yüksek sesle bağırdı. DKP’nin naçizane bir parçası olarak bütün kadın arkadaşlarımla birlikte “Unutursak yüreğimiz kurusun” o isimlerin yarattığı ağırlığı biliyor, sahipleniyor ve İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz diyoruz.
(ÖÇD/EMK)