1970’li yıllardan sonra uygulanmaya başlayan neoliberal politikalar ekonomik, sosyal ve kültürel alanda pek çok düzenlemenin hayata geçmesini sağladı ve bu alanlarda yarattığı önemli değişiklikler nedeniyle çevresel değerlerin büyük ölçüde zarara uğratılmasına ve yok edilmesine neden oldu.
Neoliberal yapılanmanın doğa üzerinde yaratmış olduğu olumsuz etkiler zamanla toplumun farklı kesimleri tarafından büyük tepkiyle karşılandı ve sürecin tersine çevrilmesine yönelik farklı argümanlar öne sürüldü. “Doğa ve Kent Hakları İçin Siyasal Stratejiler” kitabı söz konusu dönüşümün kentsel mekân ve çevresel değerler üzerindeki etkilerinin anlaşılması ve sorunların çözümlerine yönelik stratejilerin belirlenmesi konusunu temel alıyor ve beş kapsamlı makaleden oluşuyor.
“Toplumsal ve İklimsel Adaletsizlik Sarmalında İklim Siyaseti” başlıklı birinci makalede, Aykut Çoban, toplumsal adaletsizliğin iklim adaletsizliğine yol açtığı, iklim adaletsizliğinin ise toplumsal adaletsizliği derinleştirdiği hipotezinden yola çıkarak iklim değişikliği sorununu toplumsal bir perspektifle ele alıyor. Aynı zamanda makalede iklim sorunu karşısında benimsenmiş olan farklı stratejilerin genel bir değerlendirmesi yapılarak bunların kapitalist sisteme özgü toplumsal ilişkileri gözardı ederek iklimi ele aldığı, bu nedenle de başarılı olmalarının mümkün olmadığı/olamayacağı vurgulanıyor. Yaşanan iklim değişikliği ve bu değişikliğin yaratmış olduğu sorunlarla baş edebilmek için ise, kapitalist düzenin dışında bir alternatifin gerektiğinin altı çiziliyor.
Kitabın “Gelecek Kuşaklardan Doğanın Haklarına: Bolivya ve Ekvator Anayasaları” başlıklı ikinci makalesinde, Tolga Şirin, doğa haklarına ilişkin önemli hükümlere yer veren Bolivya ve Ekvator Anayasalarının karşılaştırmalı bir analizini yaparak, buradan hareketle insanların yanı sıra doğanın da bir hak öznesi olup olamayacağı tartışmasını yürütüyor. Makalede Bolivya Anayasası’nın çevresel unsurlara yer vermekle birlikte kalkınmacı bir perspektiften kopamadığı, bunun aksine Ekvator Anayasası’nın etik açıdan insan olmayan varlıkları da hak öznesi olarak kabul ederek kalkınmacılığı ikinci plana atabildiği öne sürülüyor.
Kitabın üçüncü makalesinin yazarı Hande Atay, öncelikle çevrenin barış ve savaş dönemlerinde uluslararası hukuk tarafından korunmasını tarihsel gelişim süreci içerisinde ele alıyor. Yazıda buna ek olarak, çevrenin kabul edilemez bir şekilde bozulması ya da ekosistemin ayrılmaz bir parçasının önemli bir biçimde yok edilmesi olarak tanımladığı ekokırım suçunun da uluslararası bir suç olarak kabul edilebileceği ve bunun gerekçeleri çeşitli unsurlara dayandırılıyor. Doğa varlıklarının hak sahibi olarak kabul edilip bu varlıklara zarar verenlerin cezalandırılması konusunda çözüm önerisi ise, ekokırım suçunun ve cezasının hem ulusal hem de uluslararası alanda eşzamanlı mekanizmalara kavuşturulması gerekliliği.
“Kent Hakkı Tartışmasında Kır Nerede Duruyor? Nasıl Dahil Olmalı?” başlığı taşıyan dördüncü bölümde, kent hakkı tartışmaları bağlamında kırsal alanın durumu inceleniyor. Ceren Gamze Yaşar çalışmasında, kırı içermeyen kent hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini, kıra rağmen bir hak arayışının bedelini ise hem kırın hem de kentin birlikte ödeyeceğini vurgulayarak kır ve kentin birbirlerine olan bağının önemine dikkat çekiyor. Yazıda buna ek olarak, 2002 sonrası dönemde yapılan yasal düzenlemeler çerçevesinde mekânın nasıl üretildiği ve bunun kırsal alana nasıl yansıdığının da genel bir değerlendirmesi yapılarak mekânsal üretim ile yasal düzenlemeler arasında doğrudan bir ilişki olduğu öne sürülüyor. Yazarın hem kırda hem de kentte yaşanan sorunlarla mücadelede çözüm önerisi ise, kentte ve kırda yaşama hakkının örgütlü bir şekilde ve bu haklara sahip çıkarak elde edileceği yönünde.
Kitabın son makalesinde, mevcut sistem içerisinde kentlerdeki katılım mekanizmasının hem teorik olarak hem de pratik açıdan sorunlu tarafları ve bunların sebepleri inceleniyor. Yaşar Adnan Adanalı öncelikle, katılım kavramını ele alıyor ve bunu yaparken Arnstein’in sekiz basamaktan oluşan “Katılım Merdiveni” isimli çalışmasından yararlanıyor. Sonrasında ise, söz konusu bu sekiz kriterden yola çıkarak Türkiye kentlerinin etkili bir katılım mekanizmasına sahip olup olmadıkları sorusunun yanıtını örnek kentler üzerinden çözümlüyor. Yazar son olarak politikadan arındırılmış yerel siyasetin yeniden kurulabilmesi için Sarıyer örneğinde olduğu gibi farklı pratiklerin gerçekleştirilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Literatürde çevresel değerler ve bu değerlerin bozulmasına yönelik çalışmalar çoğunlukla konuyu sebep-sonuç ilişkisi içerisinde ele alırken bu derleme, çevresel değerlerin yok edilmesine neden olan esas sebepleri de gözardı etmeden konunun siyasal bir eksende tartışılmasının daha yerinde olacağı ön kabulünden hareket eder. Kitapta yer alan makaleler, doğa ve kent hakkı tartışmasını hem teorik hem de uygulamadaki bağlamları ile birlikte değerlendirdiği için bu hakları elde etmenin bir ütopyadan ibaret olmadığını ve sahip çıkıldığında gerçekleştirilmesinin pekala mümkün olduğunu göstermesi bakımından oldukça dikkat çekici. Dolayısıyla kitap, çevresel sorunlara dair çözüm önerisi getirilmesi konusunda, literatüre özgün bir katkı sunuyor. (SAK/EA)
Doğa ve Kent Hakları İçin Siyasal Stratejiler, Fevzi Özlüer, Aykut Çoban (2016), Ekoloji Kolektifi Derneği, 111 sayfa.