Türkiye'de gösterime girdiği zaman adının "İlelebet Berlusconi" olacağı tahmin edilen belgeselin reklamını, birkaç hafta önce Devlet Televizyonu RAI yasaklamıştı.
Fazlasıyla ironik bir isimle 25 Martta ülke çapında gösterilmeye başlanan biyografik filmin tanıtımında annesinin İtalyan lider hakkındaki yorumları sözkonusu yasağa uğramasına sebep olmakla kalmadı, denklemi çözmeme de yardımcı oldu.
2007'de yayımladıkları "La Casta" (Kast - İtalyan politikacıları böyle dokunulmaz oldular) adlı sorgu - kitapla milyonun üstünde satış başarısı yakalayan Corriere della Sera gazetesi yazarları Gian Antonio Stella ve Sergio Rizzo'nun imzasını taşıyan belgesel, anne Rosa'nın şu sözleriyle açılıyor:
"Silvio o kadar iyidir ki, o kadar bonkördür ki... herkes öyle diyor sanırım... o belki de tektir... Silvio'nun bir kadınla veya ona benzer bir şeyle fotoğrafını asla göremezsiniz."
Anne Rosa, bu sözlere kendisi bile çok inanmışa benzemiyor, fakat reklam "ölmüş bir kişinin beyanatlarını hiciv amaçlı kullanmak" mazeretiyle yayından kaldırılıyor.
Esasen ülke hiçbir zaman büyümek istemeyen, yaramazlık yapsa da dedelerinin şımarttığı çocuk olarak kalmayı tercih eden bir sürü çocuk-adamla dolu, mütemadiyen ilgi odağı olarak alkış bekleyen, kabahatli olsalar da anneleri tarafından daima korunan ve savunulan çocuk adamlar... Aslında her iki taraf da gerçeklerin farkında, fakat işlerine geldiği için bu yalan oyununa danışıklı olarak devam ediliyor.
Eşi tarafından terk edilen, uzun zamandır hasta olduğu söylenen, ama güneşi bir türlü batmayan lider, "Fakirdim, kendi gücümle bu günlere geldim, futbolla ilgileniyorum, hayatı, eğlenmeyi seviyorum," derken bazı gerçekleri görmek istemeyen İtalyanları uyutmanın formülünü açıklıyor.
"Sempatiğim, biraz param var, baştan çıkarmayı biliyorum," diyerek kendini övmemenin artık enayilik sayıldığı memlekete kazandırdığı yeni değerleri ifşa ettikten sonra suratına yapıştırdığı gülümsemeyle iyice azıp,"Boğa güreşçisi gibiyim, cazibeliyim, yenilmezim," diyor geçmişteki beyanatlarının kolajında.
Yıllarca kendisine yöneltilen suçlamaları yüzsüzce inkâr ediyor, hem suçlu hem güçlünün edasıyla başkalarının utanması gerektiğini saldırganca haykırıyor.
Aslında kruvaziyer gemilerinde orkestra şarkıcılığından inşaat sektörüne, televizyondan devlet işlerine sıradan bir işadamı olarak nasıl arsızca yükseldiğinin resmigeçidi kıvamındaki filmin yaratıcıları hiç yorumda bulunmuyor; villasının bahçesine yaptırdığı mozoleyle biraz dalga geçiliyor sanki, fakat sondaki sahneler adeta liderin suratına çarpılmış tokat gibi.
Başbakanın yaklaşık altı ay önce Roma'da krallar gibi ağırladığı Kaddafi'nin elini öperken yakalanmış görüntüleri ile adı "fuhuş yuvası"na çıkmak üzere olan Villa Arcore'deki genç kadınların cep telefonlarıyla çekilmiş fotoğraflar ve ses kayıtları kaçınılmaz sonun habercisi mi ne?
"Evime sadece saygın kişiler gelir ve adaba uygun davranırlar," derken skandalın baş aktrisi Kalp Hırsızı Ruby'nin yerlerde sürünerek gerçekleştirdiği erotik dansın görüntüleri de seyirciden esirgenmiyor.
Bu arada 28 Mart pazartesi günü vergi kaçırma ve haksız sahiplenme suçlarından hâkim karşısına çıkan Berlusconi Milano Adalet Sarayının dışında bekleyen müzmin hayranlarına "Bana eziyet çektiriyorlar, üstelik bu savcıların ceplerinizden çaldıkları 20 milyon euroyla yapılıyor" diyebildi!
Bu gidişle İtalyan kalmayacak!
Baharın ısıyı biraz yükseltmesiyle Trieste'nin kordonu tekrar kalabalıklaşmaya başladı bile. Yüksek ince topuk, arka cepleri pırlantalı daracık blucinler, parlak sentetik kumaşlardan içi kaz tüylü kısacık montlar ve taklit kürk bordürlü kapüşon burada sadece genç kadınlara uygun görülen bir kılık değil; bunu ancak söz konusu kıyafeti giyen 50, 60, hatta 70 yaş üstü kadınların yüzlerini görünce anlayabiliyorsunuz.
Aynı sendromu beyaz lastik ayakkabı, yine açık renk sıkı blucin, havalı bir kaban ve mümkünse üzerinde bir şeylerin reklamını taşıyan cart renkli siperlikli şapka takan erkeklerde de fark edebiliyorsunuz. Yazın sonunda deriyi köseleden farksız hale getiren yoğun bronzlaşmalar da cabası.
Sanki bu insanlar sadece görünmek için var oluyor, yaşın ilerlemediği yanılgısına takılıp kalıyorlar.
Tabii bunda İtalyan Sağlık Sisteminin katkısı yadırganacak gibi değil. Bilindiği gibi memleketin yaşlı nüfusu gün be gün artmakta, sadece Trieste'de yüz yaşın üstünde onlarca vatandaşın yaşadığı açıklandı.
Devlet her ne kadar bu durumdan şikâyetçi olup gelecekte İtalyan ırkının yok olabileceğini kara kara düşünse de yaşlı nüfusu da en iyi şekilde yaşatmaya çalışıyor galiba, hele bir de parası bolsa.
Fakat ne yazık ki çoğunun yalnızlığı bertaraf etmek için postane, banka, elektrik, gaz veya su idaresi gibi işletmelerde seve seve sıraya girdikleri, daha hızlı ve basit fatura ödeme şekillerini kesinlikle reddederek bu kalabalık mekânlarda uzun vakitler geçirmeyi tercih ettikleri geçen gün Piccolo'da yayımlanan bir araştırmada açıklandı.
Ayrıca eczanenin şehirde en çok bulunan dükkân tipi olduğunu kimse yadsıyamaz: adım başı rastlanabilecek gayet tedarikli işletmeler... Eski nesillerin yeni nesillere aktardığı geleneksel tedavi yöntemleri, şifalı otlar veya "kocakarı ilaç"ları çoktan unutturulmuş, modern toplum fertlerini kölesi etmiş durumda.
Genelde üretime katkıda bulunmadığı için sisteme yük olarak görülen yaşlılar sanki gayet hızlı dönen bir çarkın en önemli unsurları gibiler. Mesela şehir içi toplu taşımacılığında kullanılan ufacık otobüsler yokuşları bol şehirde girilmedik sokak bırakmayabiliyor; ikide birde durak olması ise sanki yaşlıları hiç yormamak üzere öngörülmüş, her birindeki bastonlu insan işaretiyle belirtilmiş dört beş koltuk da cabası.
220 bin civarında nüfusu olan Trieste'de yaşlılara hizmet veren resmen kayıtlı yurtların sayısı 111, İtalya'nın geneline bakıldığı zaman resmi sayı 2005 ile 2009 arasında 2 bin 555'ten 2 bin 906'ya fırlamış, bundan da sektörün krizden pek etkilenmediğini rahatlıkla çıkarsamak mümkün. Bu diyarda aksayan o kadar çok şey varken bırak hastaneye düşen bir Türk TIR şoförüne anında tercüman sağlamayı, dünyanın 70 diline yetişebilen bir Sağlık Sistemi düşünebiliyor musun?
"Sinemada hayatın olgunluk dönemi"
Sözkonusu başlıkla altı haftadır Trieste'nin en alternatif sanat merkezi Teatro Miela'da gösterilen filmler "Nasıl iyi yaşlanırım?" sorusuna yukarıda bahsedilen yaşlılara sosyal hizmet zihniyeti çerçevesinde cevap arıyor.
Geleneksel Festivalin bu seneki son filminin başlamasına yarım saat kala gitmiş olmama rağmen, her zaman tercih ettiğim koltuk kapılmış bile, salon yarı yarıya sırf yaşlılarla dolu.
Ceketimle başka bir yeri rezerve ederek fuayedeki barda genç barmene en popüler yerel kokteyl Spritz'i ısmarlıyorum: "Enerjilerine bakar mısın? Şimdiden salonu işgal etmişler" dediğimde, "Bekle gör, beş dakika sonra kaç tanesi çıkıyor!" diye yapıştırıyor.
- Neden? - diye soruyorum ben.
- Filmde gayet açık saçık sahneler var.
- Evet, evet, ben de fragmanını gördüm, acaba tepkileri ne olacak?
Bu arada hızla dolan tiyatroya bastonuyla zar zor yürüyen, hatta tekerlekli sandalye ile gelen birileri bile var; her zamanki İtalyan gecikmesiyle gösterim başlarken kalabalıktan balkona çıkmak zorunda kalanlara üzülüyorum. Ananevi sunuş sırasında filmin erotik unsurlar barındırdığı konusunda uyarılıyoruz.
1963 Doğu Almanya doğumlu Andreas Dresen'in 2008'de çektiği Wolke 9 adlı film, 60 yaşın üstündeki evli bir terzi kadının 76 yaşındaki bir adamla yaşadığı yasak ilişkiyi anlatıyor; birkaç dakika sonra çırılçıplak sevişirlerken çoğu kadın olan salondaki seyirciler kıkırdıyor.
Gençliğinde çok can yaktığı belli olan ve bu filmle ödül kazanan aktris Ursula Werner rolünün hakkını vererek sade fakat güçlü bir anlatımla kendini kaptırdığı aşka bizi inandırıyor.
Kocası bir süreliğine şehirden uzaklaşmaya karar verince sevgililerin buluşma ihtimali bizleri tekrar işbirlikçi kıkırdamalara sevk ediyor, herkesin keyfi yerinde!
Tabii ki işler bir süre sonra karışıyor ve kahramanımızın kocasına itirafı sonrasında yokuş aşağı gitmeye başlıyor. Engel olamadığı tutkusuna eşinin agresif ve küçümseyici tepkisi kadının sevgilisine iyice sığınmasına sebep olmakla kalmıyor, durumla baş edemeyen kocayı da derin bir yalnızlığa itiyor.
Film bittiğinde fark ettim ki herkes fazlasıyla etkilenmiş, kimse iki yaşlının yasak ilişkisini, çıplak sevişme sahnelerini garipsememiş.
Konuk konuşmacılar profesyonel yorumlarını yaparlarken salondaki havayı soluyamayan sağırca bir adam, kadın kahramanın zaafı konusunda yüksek sesle alaycı yorumlar yapmaya başlayınca yanındakiler tarafından zar zor susturuluyor.
Trieste'nin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yönetimi altında olduğu 50'li yıllarda sözde bir ayakkabı fabrikasında çalışan kadınların limana yanaşan askerî gemilere başka türlü hizmet verdiklerine dair söylentiye inananlardan olsa gerek, diye düşünüyorum hınzırca.
Seyircilere mikrofon uzatılınca leopar desenli bir bluzun üstüne siklamen renginde el örgüsü ajurlu merserize yelek giymiş bir kadın, "Tabii erkekler yapar, kadın evde bekler, dönünce de her şey unutulur... bizim öyle bir şeyi yaşamak şöyle dursun, düşünmeye, hatta kendimize itiraf etmeye bile hakkımız yok," deyince salon alkıştan inliyor.
Bu arada tiyatroya dalan nispeten genç, muhtemelen Sırp bir kadın bakıcılığını üstlendiği ilk sıradaki ufak tefek bir Signora'yı kaptığı gibi salonun dışına sürüklerken, nine ayaklarını sürterek zar zor yürüyor.
"Umarım seneye tekrar görüşürüz," dediğinde festival yöneticisi aslında bir kısmının artık hayatta olmayacağını bilmenin hüznünü de yansıtıyor; gençlikte olduğu gibi sinema salonunda topluca seyredilen son erotik aşk filmi...
Hasat zamanı
Yıllardır hakkında binbir türlü suçlamayla dava açılan ve adaletin pençesinden daima kurtulmayı başaran Berlusconi'nin hâlâ yönetimde olmasına hem İtalya'da hem dünyada şaşıranlar çoğunlukta. Seçimlere yolsuzlukların karışmadığı varsayılırsa sevimsiz Başbakan ve Hükümetlerine kimin oy verdiği bir muamma.
Daha geçen gün Tarım Bakanlığı'na getirdiği Saverio Romano'nun aleyhinde mafya bağlantılı ağır suçlamalar olduğu göz önüne alınırsa, liderin ülkeyi tamamıyla kontrolü altında tuttuğu ve bir diktatörün rahatlığıyla yönettiği kesinlikle söylenebilir.
Zaten ülkenin faşist döneminin etkilerinden pek uzaklaşmış olduğu söylenemez, hatta gün geçtikçe daha da yakınlaştığı aşikâr, üstelik seçim dönemlerinde liderin "azizlik kokusu" saçtığı da malum.
Acaba Mussolini'nin etkisi altında eğitilmiş eski nesil, özellikle geçmişteki zorlu dönemlere göre en azından yaşlılıkta kendilerine her türlü konforu sağlamış olan Berlusconi'ye, yaramaz ve çapkın oğullarını kayırdığı gibi kıyak çekiyor olmasın?
Katolik İtalyanların çoğunluğu Nisanın 6'sında 75 yaşındaki liderlerini hâkim karşısına çıkaracak "çocuk fuhuşu" davası konusunda bile kötümser, oysa şahitler listesinde Real Madrid futbol takımından Cristiano Ronaldo ve paravan ilişki içinde oldukları ayyuka çıkmış George Clooney ile sözde sevgilisi Elisabetta Canalis bile var!
Hiçbir şeyin ilelebet sürmeyeceği kesin! Ha gayret İtalya! (RL/BB)