İnsan doğasının bir parçası olmasına rağmen eşcinsellik, genelde toplum tarafından inkâr edilen veya dışlanan, nefretle karşılanıp lanetlenen, hatta yok edilmek istenen bir gerçek.
Geleneksel kültürlerde bir şekilde kendisine zaten yer edinmiş olmasına rağmen, özellikle ABD'deki gey hareketi sayesinde eşcinsellik bir tabu olmaktan çıkıp görünür hale gelmiş ve tüm gezegende LGBTİ haklarının elde edilmesinin önü açılmış.
Fakat tutucu çevreler tarafından başta AİDS'in bir gey hastalığı olarak damgalanması eşcinsellerin mücadelesine sekte vurmuş; gey ölümlerine bir türlü mâni olunamayan o trajik dönemden sonra hayatta kalabilmiş HİV virüsü taşıyıcıları arasında durumunu yıllarca bir sır olarak saklayanlar da olmuş.
Hastalığa çare olacak ilaçların bulunmasındaki gecikmeler bir yana, pahalı tedaviye ulaşmanın imkânsızlığı milyonlarca insanın ölmesiyle sonuçlanınca devletler duruma el koymak durumunda kalmış ve Türkiye dahil olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde ilaçlara ücretsiz erişim sağlanmış.
Fakat hastalığın öldürücü olmaktan çıkmasıyla rehavete kapılan ve ilaç endüstrisine hizmet eder hale gelen ilgili kurumlar konu hakkında farkındalık geliştirmeyi ihmal ettiği için, günümüzde AİDS milyonlarca insanı tehdit edip özellikle gençlerin yakalandığı epidemik bir hastalık olmayı sürdürüyor. Toplumun geniş kesiminde konu hakkındaki cehalet aynen sürdüğü gibi, önyargıyla yaklaşılan HİV'lilerin sağlıklı bir insanla eşdeğer sayılabilecek durumlarına rağmen ayrımcılığa maruz kalması da kat edilecek mesafenin uzunluğuna ayrıca işaret ediyor.
Almanya'nın başkenti Berlin'de geçekleştirilen uluslararası film festivali 66. Berlinale'de gösterilen Strike a Pose adlı belgesel Madonna'nın Vogue şarkısı için çekilmiş klibiyle tanınan, çoğu eşcinsel dansçısına odaklanıyor.
Geylerin açılmasına, özgürleşmesine ve AİDS hakkında farkındalığa dikkat çeken bir turne ve aynı zamanda çekilmiş Truth or Dare belgeseliyle sansasyon çıtası yükseltilirken, grupta HİV pozitif olduğunu yakın arkadaşlarıyla paylaşamayan dans sanatçıları da vardı.
Eşcinselliğin geleneksel olarak hamam gibi ortamlarda yaşanıp toplum içinde teşhir edilmeden sürdürülmesinin makbul olduğu Türkiye'deki gibi, muhafazakâr Çin'de de eşcinselliğini saklayan veya LGBTİ kimliği bilinse de ailesi tarafından evlenmeye, hatta istemeye istemeye çocuk sahibi olmaya zorlananlar var.
IDFA'daki dünya prömiyerinden sonra, 11-21 Şubat tarihleri arasında düzenlenmiş Berlin Film Festivalinin Panorama kısmında da yer alan Inside the Chinese Closet, yalnız kırsal bölgelerde değil, ülkenin şehirlerinde yaşayan varsıl kesimlerde bile toplum baskısına yenik düşüp yeterince açılamayan LGBTİ bireylerle tanışıyoruz.
Poz vermek kolay!
Madonna'nın Blond Ambition turnesi için 1990 yılında angaje edilmiş, biri dışında hepsi gey dansçılar bir anda sahne dünyasını fethetmişlerdi. Kendini gizleyip duygularını dışa vuramayan yeryüzündeki birçok eşcinsel, turneyi belgeleyen cesur Truth or Dare filminden de güç ve ilham alarak yeni gey jenerasyonunun trendine kendini kaptırmış oldu.
Fakat onlara adeta annelik yaptığı söylenen ünlü şarkıcıyla dansçıların yolları turne bittiğinde ayrılmış, üstelik aralarından Gabriel mevzubahis filmde kendisinden izin alınmayıp Salim'le dudak dudağa öpüşme sahnesi izinsiz kullanıldığı ve eşcinsel kimliği ortaya çıkarıldığı için Madonna'nın aleyhinde dava açmıştı.
Bir süre sonra Gabriel'in hiç beklenmeyen bir anda AİDS'e bağlı komplikasyonlardan ölmesi herkesi şoke etmişti; dansçıların 25 yıl sonra gerçekleşen buluşmasında ise başka itiraflar da böyle bir konuda açığa çıkmanın zorluğunu kanıtlıyordu.
Mesela şov sırasında Madonna yakın arkadaşı Keith Haring'in AİDS kaynaklı vefatından bahsederken, Salim arşiv görüntülerinin yardımıyla o anlarda sahnede ne kadar sıkıntı çektiğini bizimle paylaşıyor.
Şarkıcının en güçlü şarkılarından olup turne sırasında listelerin zirvesine çıkan Express Yourself'in mesajı kendini serbestçe ifade etme yönünde olsa da, belli ki ayrımcılığa maruz kalma, çevreni ve işini kaybetme, ömür boyunca damgalanma riski insanı frenleyebiliyor.
IDFA Forum desteğiyle çekilmiş, yönetmen hanesinde Reijer Zwaan ve Ester Gould adını gördüğümüz Hollanda-Belçika ortak yapımı belgesel çok orijinal olmayan bir dile sahip olsa da dönemin nostaljisini yaşamak isteyenleri tatmin edebilir.
Dünya devi olmak yetmiyor
Inside the Chinese Closet adlı yapımda, yıllar boyunca kapalı kutu olup günümüzde iktisadi açıdan bir dünya devi haline gelmiş Çin'de, her şeye rağmen kabuklarından sıyrılamayan ve kimliklerini özgürce yaşayamayan eşcinseller belgeleniyor.
Yeraltı evlilik piyasalarında eş bulmaya çalışanlardan, çocuk satın almak isteyenlerin önüne konan tarifelere, internet aracılığıyla Tayland'da taşıyıcı anne arayanlardan, sahte evlilik fuarlarına, gayet geniş bir yelpazenin karşısındayız. Çin'de eşcinsellik yasak değil, fakat topluma tamamıyla açılmak o kadar da kolay gibi görünmüyor.
Zaten belgeselde yansıtılan dinamiklerin çoğu gayet duygusal ve acıklı. Mesela bir genç adam eşcinsel olduğunu söyleyince yüksek mertebeli bir bürokrat olan babasının ağladığını ifade ediyor; lezbiyen bir genç kadın ise cinsel eğilimini sevgili babasıyla paylaşınca hayatında ilk defa dayak yediğini hatırlıyor.
Kağıt üzerindeki evliliklerin çoğunda geylerle lezbiyenler birleşip paravan evliliklere imza atıyorlar; bazen böyle bir izdivacın gerçekleşmesi ebeveyn tarafından yeterli bulunmuyor, akraba ve mahalle baskısıyla çocuk sahibi olunması da ısrarla bekleniyor.
LGBTİ evlat sahibi ailelerinin kurduğu bir dernek üyesinden öğrendiğimiz kadarıyla ise, toplantılarda AİDS konusunda fazla konuşmamak gerekiyor çünkü devlet bu konunun üzerinde durulmasından hoşnut değil.
Sophia Luvarà'nın yönettiği Hollanda yapımı belgeselde, geleneksel aile yapısına uygun olarak çocuğun Çin'de ebeveyn için yaşlılığın ve soyun devamının garantisi gibi görüldüğüne şahit oluyoruz. İmaj ve yalan üzerine kurulmuş birlikteliklerin kimseye faydası dokunmadığı gibi, ortaya zorla çıkacak meyvelerin psikolojik sağlık durumu da zaten tartışılır.
Neyse ki filmde tanıdığımız nispeten açılmış karakterlerin bir kısmı kendileriyle aynı eğilime sahip başka insanlarla belirli mekânlarda buluşup flört ediyor, yemek yiyor, sohbet ediyor; bazıları mutlu birlikteliklerini sokakta serbestçe teşhir ederken kameralara da memnuniyetle görüntü veriyor.
Türkiye'de bu son yıllarda LBGTİ hareketi bazen şiddetle bastırılmaya çalışılsa da epey mesafe katetmiş durumda, Çin'de de bir şeylerin değişeceği kesin! (MT/AS)