Berlin Uluslararası Film Festivali ya da kısa adıyla Berlinale, 7 - 17 Şubat tarihlerinde gerçekleşti. Venedik ve Cannes ile birlikte Avrupa’nın en büyük üç film festivali arasında kabul edilen Berlinale, bu yıl “Kişisel olan politiktir” mesajı çerçevesinde düzenlendi ve her yıl olduğu gibi bu yıl da, yüzlerce filmi izleyicilerle buluşturdu.
Festivalde Eşitlik Talepleri
69. Berlin Film Festivali, her sene olduğu gibi sinema ve ilişkili sanatların damgasını vurduğu on günlük bir şenlik olmanın yanı sıra, bu yıl çeşitli eşitlik taleplerinin dile getirildiği bir ortama da vesile oldu. Bu taleplerin öne çıkanlarından birincisi bizzat festival ekibi ve yönetimi tarafından hayata geçirilen “Cinsiyet Eşitliği Taahhüdü” girişimi olurken; bir diğeri, Almanya’nın en büyük sendikalarından olan ver.di’nin, festivalin dolaylı yoldan sinema emekçilerinin çalışma koşullarının kötüleşmesine vesile olması nedeniyle düzenlediği protesto gösterisi oldu.
Festivalin bu yıl öne çıkarmayı açık bir hedef olarak ilan ettiği temalardan olan cinsiyet eşitliği başlığında atılan adımları somut bir çerçeve ile ilan etmek için, festival yönetimi tarafından 9 Şubat tarihinde düzenlenen basın toplantısında, “Cinsiyet Eşitliği Taahhüdü” belgesi imzalandı.
Variety dergisinin aktardığına göre, geçtiğimiz yıl Cannes film festivalinin girişimiyle hayata geçen, ve sonrasında Toronto, Venedik, Saraybosna ile Locarno film festivallerinin yöneticileri tarafından da imzalanan “5050×2020” adlı metin, herhangi bir bağlayıcı yaptırım barındırmasa da, kadın ve erkeklerin eşit temsili ve kültür sanat alanındaki imkanlardan eşit oranlarda faydalanması gereğine dikkat çekmek için başlatılan bir girişim olarak nitelendiriyor. Bu girişimin ortaya koyduğu metne imza atan festivaller, ayrıca, kendilerine başvuran ve seçkilerinde yer alan filmlerin yapımcı ve yönetmenlerinin cinsiyet dağılımlarına dair sayıları derleyip bunlara dair istatistikleri yayınlamayı da taahhüt ediyor.
Festivale damgasını vuran bir diğer politik girişim ise sinema emekçilerinin maaş ve çalışma koşullarındaki adaletsizliklerin giderilmesi amacıyla festival alanında düzenlenen gösteriydi. Festivalin halkla buluştuğu ilk hafta sonunda açılış ve kapanış seremonilerinin, film gösterimi ve galaların da gerçekleştiği Berlinale Palast’ın yer aldığı bulvar boyunca yürüyen festival katılımcılar, ver.di Sendikası üye ve destekçilerinin düzenlediği ıslık ve düdüklü protestoyla karşılaştı.
İzleyicilerin festivali boykot etmeleri yönünde bir talepleri olmadığını belirten gösteri sözcüleri, festival yönetiminin Almanya’nın en büyük sinema zincirlerinden olan CinemaxX’ın yürüttüğü emekçi hakları karşıtı uygulamalara zımni destek vermesini protesto ettiklerini ifade ettiler.
Göstericiler tarafından dağıtılan bilgilendirici broşürlerde aktarıldığı şekliyle, kısmi zamanlı çalışma gibi hukuki kılıflarla çalışanlarına asgari ücretin altında ödeme yapan CinemaxX zincirine karşı bir grev hazırlığında olan sendika, Berlinale yönetimini “grev kırıcı”larla işbirliği yapmaktan imtina etmeye ve konuyla ilgili sessizliğini bozmaya davet etmek için bu protesto gösterisini düzenlediğini ifade etti.
8 Şubat tarihinde düzenlenen protesto gösterisinden bir kesit:
Video: Fırat Erdoğmuş
8 Yıl Sonra Yarışmada Türkiye’den Bir Film
Festivalde seyirciyle buluşan filmler arasında, Türkiyeli yönetmenler tarafından çekilen üç yapım da yer aldı. Emin Alper’in yönettiği Kız Kardeşler, festivalin ana yarışmasında, Burak Çevik’in Aidiyet’i Forum bölümünde yer alırken, Gürcan Keltek’in deneysel kısa filmi Gulyabani, festivale paralel olarak düzenlenen Film Eleştirmenleri Seçkisi kapsamında gösterildi.
Kız KardeşlerBaşrollerinde Cemre Ebüziyya, Ece Yüksel ve Helin Kandemir'in yer aldığı Emin Alper imzalı Kız Kardeşler, 8 yıl aradan sonra Berlin Film Festivali'nde yarışmaya hak kazanan ilk Türkiyeli film oldu. Berlinale'de en son, 2011 yılında, yapımcıları arasında Kız Kardeşler'de de imzası bulunan Nadir Öperli'nin yer aldığı, ve yine Kız Kardeşler'de olduğu gibi Çiçek Kahraman tarafından kurgulanan, Seyfi Teoman'ın Bizim Büyük Çaresizliğimiz filmi yarışmıştı. Dünya prömiyerini Berlin’de gerçekleştiren Kız Kardeşler, maddi imkansızlıklar nedeniyle başka ailelerin yanına “besleme” olarak verilen üç kız kardeşin, çeşitli talihsizlikler neticesinde tekrar köydeki evlerine dönmelerinin ardından yaşananları resmediyor. Film, ele aldığı karakterler üzerinden cinsiyet ve sınıf mevzularına dair incelikli detaylar sunarken, çizdiği güçlü kadın karakterleri ile de temsil konvansiyonlarının dışında, gündelik hayatın nüanslarını yadsımasayan bir güç ilişkileri matrisini beyazperdeye taşıyor. Emin Alper’in üçüncü uzun metrajlı filmi olan Kız Kardeşler de, önceki filmleri gibi festival izleyicileri ve eleştirmenlerin beğenisini kazandı. Alper’in ilk filmi Tepenin Ardı da Berlinale’de gösterilmiş ve Caligari ödülüne layık görülmüştü. Yönetmenin ikinci filmi Abluka da, Uluslararası Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü ve Asya Pasifik Film Ödülleri’nde Jüri Büyük Ödülü’nün sahibi olmuştu. Emin Alper sinema alanındaki üretimlerinin yanı sıra, İstanbul Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Aynı zamanda, Akademisyenlerin Barış Bildirisi adıyla bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metninin de imzacılarından olan yönetmenin Kız Kardeşler filmine Kültür Bakanlığı’ndan film yapım desteği çıkmaması sinema çevrelerinde şaşkınlıkla karşılanmış ve bunun muhalif seslerin sanatsal üretimlerinin önünü kapamak adına hayata geçirilen dolaylı sansür uygulamalarından olduğu tartışılmıştı. Geçtiğimiz Kasım ayında da, Susma24 Platformu’nun aktardığı habere göre, Yıldız Teknik Üniversitesi Sinema Kulübü tarafından düzenlenecek olan Emin Alper filmleri gösterimi ve yönetmenle söyleşi etkinliğine üniversite yönetimi tarafından izin verilmemiş, yönetmenle gerçekleştirilmesi öngörülen söyleşi iptal edilmişti. TIKLAYIN - Akademisyen yargılamaları çerçevesinde Emin Alper’in mahkemeye sunduğu beyan: |
Türkiye Arka Planlı Yönetmene Ödül
Fransalı aktris Juliette Binoche’un başkanlığını yaptığı ana yarışma jürisi, bu yılki Altın Ayı ödülünü, “vücudundaki bir tümör gibi gördüğü İsrailli kimliğinden kurtulmak adına, hayatında yeni bir sayfa açmak için Paris’e yerleşen genç bir adamın öyküsünü anlatan” Synonymes (y.n. “Eş Anlamlılar”) adlı filme layık buldu. Festivalde yer alan farklı dal ve kategorilerde dağıtılan ödüllerin tam listesine bu bağlantıdan ulaşılabilir.
Synonymes filminin fragmanı:
Berlin Film Festivali’nden ödülle dönen filmler arasında, Türkiyeli izleyicilerin bilhassa ilgisini çekecek olan bir yapım da yer alıyor: İlk uzun metraj filmi ile festivalde yer alan yönetmenlere verilen GWFF En İyi İlk Film Ödülü’nün bu yılki sahibi, Oray filmi ile festivale katılan Mehmet Akif Büyükatalay oldu. Türkiye arka planlı bir aileye mensup Almanyalı yönetmenin bitirme projesi kapsamında çektiği film, festivalin Perspektive Deutsches Kino (y.n. “Alman Sinemasına Bakış”) bölümünde izleyiciyle buluşmuştu.
Yönetmen Büyükatalay (ortada) ve filmin yapımcıları. Fotoğraf: Ali Grandtschi
Filmde, inançlı ve adanmış bir mümin olan Oray’ın, bir anlık hiddetle eşine “boş ol” demesi neticesinde, yeni bir eve ve şehre taşınmasının ardından başından geçenler anlatılıyor. Hayatını idame ettirmenin maddi zorlukları ile dini inancı gereği sahip çıkmaya çalıştığı “temiz ahlak” arasında sıkışan karakterin var oluş krizine giden yıkıcı serüvenin aktarıldığı film, aynı zamanda Almanya’da yaşayan Türkiye arka planlı toplulukların yaşamlarına, yer yer etnografiye varacak düzeyde içeriden bir bakış imkanı da sunuyor.
Berlin Film Festivali kapsamında, bir başka Türkiye arka planlı Almanyalı yönetmen olan Fatih Akın’ın yeni filmi Altın Eldiven de gösterildi. Ele alınan konu, filmin sinematik dili ve barındırdığı şiddet unsurlarının açıklık ve yoğunluğuyla yönetmenin önceki sinematografisinden oldukça farklı bir yere oturan filmin öyküsü, 1970’lerin Hamburg’unda yaşamış bir seri katil ve tecavüzcü üzerine yazılan bir romandan uyarlanmış.
Aynı zamanda festivalin yarışma bölümünde de yer alan film, izleyici ve eleştirmenleri ikiye böldü. Kimilerince içerdiği şiddet unsurlarının yersiz ve ölçüsüz kullanımı dolayısıyla oldukça olumsuz eleştirilen film, kimileri tarafından ise Almanya toplumunun barındırdığı yapısal sorunlara tutulmuş cesur bir ayna olarak nitelendiriliyor.
Filmi beğenen ve beğenmeyenlerin üzerinde anlaşmış göründükleri ortak nokta ise, Fatih Akın ve ekibinin 1970’ler Hamburg’unun karanlık yüzünü resmetmedeki başarısı olarak görünüyor. Yönetmenin gerilim, suç, korku türlerinin kesişimindeki ilk eseri olan Altın Eldiven, set tasarımı, kostüm ve makyaj, yaratılan atmosfer ve bilhassa da filmin önemli kısmının geçtiği iç mekanların yaratımı açısından altından hakkıyla kalkılmış bir eser izlenimi veriyor.
(FE / HA)