“Kaçarken yanınızda ne götürürsünüz ve nasıl görünür bir bavul, almanıza izin verilen tek bavulsa o” demiş besteci ve yazar Friedrich Hollaender, Almanya’yı terk etmeye zorlandığı 1933’te. Bu soruyu cevaplamak zorunda kalmış yüzlerce insan...
Tiyatro oyuncusu Elisabeth Bergner, fizik profesörü Albert Einstein, filozof Walter Benjamin, ekonomi profesörü Cora Berliner, besteci Hanns Eisler, terzi Arthur Falck, mimar Walter Gropius, seramik sanatçısı Marguerite Friedlaender-Wildenhain. Uzayıp giden bu entelektüeller listesine eklenen binlerce Yahudi, komunist, eşcinsel, Roman, zihinsel ve fiziksel engelli...
Onların ismi Berlin sokaklarında, kaldırım taşları arasında gizli. “Stolperstein” denen bu taşlar Türkçe’ye aşağı yukarı “tökezleme taşları” olarak çevriliyor. Nazi dönemindeki soykırım kurbanlarını anmak için sanatçı Gunter Demnig tarafından hazırlanmış taşlardan sadece Berlin’de 2950 tane var. Almanya toplumun tökezleyip arkasına bakmasına neden olacak, tarihin yüz karası soykırımın hatıraları.
Sonun başlangıcı
Geçen cumartesi 9 Kasım Kristal Gece’nin 75. Yıldönümüydü. Nasyonal Sosyalist parti taraftarlarının Yahudi mahallelerindeki dükkanları ve evleri yağmaladığı, sinangogları yaktığı bu vahşet gecesi, Nazi Almanya’sının Yahudilere uyguladığı eziyet politikasının ne kadar radikalleşebileceğini gösteren önemli bir durak; sonun başlangıcı. En az yedi kişinin öldüğü, üç gün süren bu vahşetin ardından Yahudi toplumunun önce erkekleri Berlin yakınlarındaki Sachsenhausen toplama kampına götürüldü, 12 sinagog yakıldı, yüzlerce Yahudi dükkanı kullanılamaz hale geldi. Kasım pogromundan sonra çıkarılan yasayla Yahudilerin dükkan açması, çalışması, kamusal alandaki etkinliklere katılması, çocukların devlet okuluna gitmesi yasaklandı, pogrom sırasında ortaya çıkan zarar yüzünden bir de vergi ödemek zorunda bırakıldılar. Zaten son birkaç senedir ellerinde kalmış çok az hak da yok oldu. Gerisi sürgün, işkence, ölüm.
Azalmış, yalnızlaşmış bir toplum
Daniel Libeskind’in alışılmadık mimarisiyle anlam kazanan Berlin’deki Yahudi müzesi binasında büyük boşluklar var. Sergi mekanı olarak bir işe yaramayan, ziyaretçilerin giremediği bu boşlukları mimar “hükümsüz alanlar” olarak tanımlıyor. Yahudilerin, yüzyıllar boyunca yaşadıkları Almanya’dan bir anda silinmesinin toplumda bıraktığı, tamiri imkansız boşluğun tasviri bu.
Berlin’in sokaklarında, sergi salonlarında, gösterim mekanlarında bu boşluğun başka bir tasviri var bu sene. Kasım pogromunun 75., Nazilerin iktidara gelişinin 80. Yılına özel hazırlanmış program “Mahvolmuş çeşitlilik” (Diversity Destroyed) adını taşıyor. Bu sene için hazırlanmış 120’yi aşkın projenin önemli bir kısmı, özellikle 20. Yüzyılın başında sanatta, mimaride, düşünce hayatında önemli rol oynayan Yahudilerin topluma kattığı zenginliğin izini sürüyor. Birinci dünya savaşından sonra ortaya çıkan avangard sanat akımlarının nihai noktası Berlin’deki “Altın 20’ler” mesela; 1920’lerde sanat ve eğlence hayatının kalbinin attığı, Yahudi nüfusunun ağırlıklı olduğu Kürfürstendamm Caddesi. O caddenin üzerinden de, ülkenin üzerinden geçen bir buldozer gibi geçiyor Nazi iktidarı.
Çeşitliliği geri kazanabilmek
Bu haftasonu, sene boyunca devam eden “Mahvolmuş Çeşitlilik” etkinliklerinin son durağı Brandenburg Kapısı’nda gerçekleşti. Belki de hatırlama, özür dileme ve toplumsal barışı için en önemli yollardan biriyle bitti bu etkinlikler: gençlerin düşündükleriyle. Onların ırkçılık, anti semitizm ve tehcirle mücadele sözü verdikleri video mesajları bir sene boyunca bir internet sitesinde toplanmış. Bu video mesajlar “Çeşitlilik İçin Bin Ses” adlı bir video gösterimiyle paylaşıldı.
Sokakları geri almak
Son söz Joseph Goebbels’e atıfla olsun: “Kampf Um Berlin” kitabında sokakların gücünü şöyle anlatıyor: “açıkça ifade ediyoruz, hedefimiz sokakları fethetmekti. Kitleleri ve insanları kazanmak için sokakları kullanmak istedik”. Nasyonal sosyalizmin düşüşünden 68 yıl sonra, sokaklar artık “neredeyse” özgür. Almanya toplumunun ise yüzleşmek ve gelecek kuşaklara aktarmak istediği sorular var. Peki ya Türkiye’nin? (GK/NV)