Berkin,
Gezi’de yükselen
Sınıfsız, sömürüsüz mülkiyetsiz çığlığın
Ateşi tanrılardan çalma eyleminin ilk hecesi;
Dizenin erken büyüyerek şiire dönüşmesidir.
O, faşizmin çocuklara kastının Gezi halkasıdır;
Ceylan Önkol’un, Uğur Kaymaz’ın Türkçe karşılığıdır.
Palmiro Togliatti’nin, “Faşizm Üzerine Dersler” kitabında yaptığı, “Emperyalizmin ne olduğunu bilmiyorsanız, faşizmin ne olduğunu bilemezsiniz” tespiti, faşizmin sınıfsal niteliği dolayısıyla da tekeller-devlet biçimi ilişkisi açısından temel önemdedir; içinden geçmekte olduğumuz yüksek yoğunluklu manipülasyon çağında bir çeşit isabet ölçüsüdür; sınıfsal yanılgılara karşı ise bir sigortadır. Bu tanım, Komünist Enternasyonal’in “finans kapitalin en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü” biçimindeki tanımıyla örtüşüyor.
Faşizmin “ideolojik bukalemun” niteliğine de değinen Togliatti’nin değerlendirmeleri, faşizmi iktidardaki parti temsilcilerinin kimi pratiklerine, tutum alışlarına indirgeyen şeklî yaklaşımların aşılması ve bugün olup bitenin genelde emperyalizmle özelde tekellerle bağının kurulabilmesi açısından önemlidir.
Faşizmi salt milliyetçiliğe indirgediğimizde örneğin Hitler’in “nasyonal sosyalizm” tercihini veya küçük burjuva kesimlerin kültürel normlarını okşayan atraksiyonlarını anlamakta güçlük çekeriz.
Tekellerin şiddeti
Faşizm, sınıfsal özü itibariyle tekelerin şiddetidir. Nitekim Almanya’da da İtalya’da da faşizm, Hitler gibi Mussolini gibi kişilerin kötü karakterli oluşlarının ve dolayısıyla kişisel tercihlerinin sonucu değil, 1929 sonrasında tekellerin kriz koşullarında sorunlarını çözme aracı olarak gündeme gelmiştir. Deutsche Bank dahil Thyssen, Krup, Kirdoff, Farben gibi Almanya’nın en büyük tekellerinin Hitler’i desteklemesinin nedeni budur.
Togliatti’nin saptamalarına bağlı kalarak söylersek, Ortadoğu’da emperyalizmi anlayamazsak Türkiye’de faşizmi anlayamayız; aradaki bağı, tekellerin bölge politikalarının, 10-15 yıllık periyotlar halinde çizilen stratejilerin Türkiye’deki izdüşümünü görmekte güçlük çekeriz. Ve sonuçta 10 Ekim Ankara katliamını canlı bomba işlevi gören iki IŞİD’linin kendi iradesiyle veya Sur’da-Cizre’de olup biteni hendekle, dinselleştirme vb. adımları da AKP kadrolarının dinci kökeniyle açıklarız; yani parmak Ay’ı gösterirken Ay’a değil parmağa bakar duruma düşeriz.
Emperyalizmin izdüşümü AKP
AKP ile emperyalizm arasında büyük çelişmeler tespit eden ve bugün yarın devrilecekmiş gibi beklentilere giren kesimlerin dayanaklarına baktığımızda, ilişkinin temel boyutunu ıskalayıp, büyük oranda iç siyaset gereği kullanılan sözleri, bu çerçevede yapılan yorumları ölçü aldığını görürüz.
Gerçekte ise önemli olan emperyalizmin tayin ettiği makroekonomik reçetenin uygulanması yani sermayenin küresel boyuttaki yönelimine uygun davranmaktır. AKP, iktidarı boyunca bunu harfiyen yapmış, birincil bölüşüm açısından sürekli olarak emek aleyhine bir tablo oluşturmuştur. Bu da tekelleri memnun etmekte, AKP’nin gidişini en azından kısa vadede örgütleme ihtiyacı duyulmamaktadır.
Sermaye-iktidar ilişkileri mikrofondan yansıyanlara veya partilerin tabanını konsolide etmek üzere ettikleri laflara bakarak değil, sermaye lehine çıkarılan yasalara, oluşturulan düzene, birincil paylaşımın kimlerin lehine seyrettiğine bakılarak değerlendirilir. Bunun için nereye bakıldığı kadar nasıl bakıldığı da önemlidir. Örneğin türbanın ilkokula girmesi, 4+4+4 uygulamasından, 4+4+4 uygulaması Ulusal İstihdam Stratejisi’nden yani üretim için eğitim anlayışından bağımsız düşünüldüğünde olgunun özü kavranamamış, an’dan tekelere günlük dışavurumlardan faşizme uzanan sınıfsal ilişki görülememiş olur.
Berkin ve Sur
AKP’nin, Gezi sürecinde Berkin dahil yaşamını yitirenler veya yaralananlar karşısındaki tavizsiz duruşu; polisten TOMA’ya, gazdan mermiye tüm şiddet unsurlarını kayıtsız şartsız savunarak arkasında durması, gerçekte asıl olarak düzenin devamlılığını sağlama bağlamında sermayeye karşı gereği yerine getirilen bir sorumluluktur.
Berkin, geniş kitleler tarafından sahiplenildiği dolayısıyla da halklaştığı oranda iktidardaki tepki büyümüş, nitekim Erdoğan tarafından kendisi terörist ilan edilirken annesi yuhalatılmıştır. Çünkü Berkin, çocukların büyümesi, ateşi tanrılardan kolektif biçimde çalma eylemi olan Gezi’de rolünü almasıdır; sistemin çocuklarca dahi sorgulanması, mücadelenin meşru bir zemine oturduğunda bedeli ölüm de olsa (anne ve babada dahi) pişmanlık izlerine rastlanmamasıdır.
Berkin’in cenazesinde yürüyen milyonlar, umudun henüz tükenmediğinin fotoğrafı olmuş, fabrikalarda işçiyle, okulda öğrenciyle, mahallede halkın tüm kesimleriyle bir empati hali oluşturmuştur. Bu bağlamıyla Berkin, birleşik mücadelede çocuklara da yer olduğunun ifadesidir; Sur’da olduğu gibi antifaşist mücadelenin 7’den 70’e bir bütünleşme anlamına gelmesidir.
Bugün Türkiye Kürdistanı’nda yaşananlar, nasıl ki egemen sınıfların bundan sonra halklardan gelecek itiraz ve taleplere yanıtının ne olacağının dolayısıyla da nasıl bir dünya (bir yeni düzen) öngördüklerinin ifadesi ise; Berkin’e, Ethem’e, Ali İsmail’e… yapılanlar da bunun ön habercisiydi. Gestapo kurucusu Göring’in “Kimin Yahudi olduğuna ben karar veririm” yaklaşımından bildiğimiz, dolayısıyla iktidarın politikasına uymayan herkesin boy hedefi yapıldığı bir süreçtir bu.
Berkin denince eğer akla Gezi geliyorsa, bunun bugünkü anlamı topyekûn saldırıya karşı topyekûn mücadeledir; sermayenin insan talanından doğa talanına kadar uzanan ölçüsüz saldırılarına, Cerattepe’yi de Sur’u da Renault direnişini de içerecek şekilde, 2013’te olduğu gibi Haziran’ca yanıt vermektir; Nazım’ca safları sıklaştırmak ve Ahmed Arif’çe bayrakları kırmızı kırmızı dalgalandırmaktır. (MY/HK)