2014 yazında Barış İçin Kadın Girişimi’nin (BİKG) 2. Konferansı’na katılmıştım.
Öneriler bölümünde, bir de basın komisyonu oluşturma kararı almıştık.
Gönüllü olarak o komisyona adımı yazdırmış olsam da, koşullarım nedeniyle fiilen komisyonda çalışamadım ancak, İstanbul’da bulunduğum süre içerisinde eylem ve etkinliklere katılarak takip ettim.
En son Kadıköy AKP önünde yapılan, Kobane’yle dayanışma eylemine katılmıştım.
Yurtdışına çıktıktan sonra da, ortak e-mail’i takip edip, sosyal medyada BİKG’in çağrılarını paylaşmaya çalıştım.
Her gün bir avuç kadın barış için kızıl karıncalar gibi çalışırken, daha doğrusu barış için çırpınırken, onları sevgiyle ve özlemle izledim, izliyorum.
Polis kadınların eylemlerine saldırıp gözaltına aldığında ise, her defasında onlar için kaygılanıp, neler yapabilirim sorusuna yanıt arıyorum...
4 Ekim, 2015 akşamı BİKG ortak email’ine Nusaybin’den Berfin’den bir not düştü!
Aslında bu bir not değil çığlıktı!..
Berfin ortak e-mail’e şunları yazmıştı:
“Ben Nusaybin’den yazıyorum. Kaç gündür büyük bir kuşatma altındayız. Polislerin gözü dönmüş. Savunmasız halkı katlediyorlar. Ama yandaş medya öldürülen sivilleri YDG-H öldürmüş gibi gösteriyor. Kaç gündür sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Devletin teröründen korkuyoruz. Artık TOMA’lardan mehter marşları, Türkiyem şarkısı çalıyor. Polisler milleti kışkırtmak için duvarlara spreyle bayrak çiziyorlar. Sesimizi duyurmak adına yaptığınız paylaşım beni çok mutlu etti. Büyük bir katliam olmadan sizden daha fazlasını yapmanızı rica ediyorum.”
Berfin’in e-mail’ini okuyan kadınların her birinin anında “neler yapabiliriz”, “Berfin’in çığlığına nasıl yanıt olabiliriz” sorularıyla birlikte önerileri tartışmaya başlaması...
Bütün bu tartışmaları yaparken, Berfin’in yazdıklarının her bir arkadaşta yarattığı etki, kısacık cümlelerde bile kendisini rahatlıkla gösteriyordu.
Yıllar önce 1. Körfez savaşında 1991 yılında bir heyetle birlikte Kürdistan’a gitmiştim.
Diyarbakır, Şırnak, Cizre, Silopi, Mardin, Işıkveren’e kadar sürmüştü yoluculuğumuz.
Ateşten günlerdi...
Devlet terörünün en çıplak, en zalim hallerine maruz kalan Kürtlerin yaşadıklarını gazetelerden, dergilerden okuyarak bilmek ile bire bir görmek arasındaki farkı bizzat yaşamıştım.
1990’lı yıllar boyunca bölge halkının yaşadıkları insanım diyen herkesi isyan ettirecek türden olsa da...
Devlet terörü, baskı ve zulüm sansürlendi.
Gerçekler yalan, manipülasyon, psikolojik savaş, ırkçı-şoven propagandanın altına gizlendi.
30 Ekim 2014 tarihli MGK’da savaş kararının alınması ve 7 Haziran Genel Seçim’leri öncesinde HDP’ye yönelik saldırıların yükselen ivmesi, Suruç’ta 33 gencin katledilmesiyle ve 24 Temmuz’da Amed’den uçakların havalanması ile birlikte AKP savaş stratejisini açıktan yürürlüğe koydu.
Sonra Varto, Silvan, Lice, Yüksekova, Dersim, Cizre, Şırnak, Nusaybin....
Birbiri ardına Kürt il ve ilçelerinde ilan edilen sokağa çıkma yasağıyla halk, açlığa ve susuzluğa mahkum edildi.
Geceler boyunca süren asker, polis, özel tim saldırılarıyla kadın-çocuk, genç-yaşlı demeden insanlar katledildi.
Evler tarandı, bombalandı...
Her gün ışıdığında savaşın harabeye çevirdiği görüntüler düştü haber merkezlerine.
Ve ne yazık ki, havuz ve yandaş medya sayfalarında, ekran ve mikrofonlarında ya yaşananlar yüzde yüz tersyüz edilerek verildi...
Ya da üç maymunu oynamayı tercih ettiler.
Kendi derdine düşmüş merkez medya ise, ya kenarından, köşesinden gördü katliamları ya da Erdoğan’ın sansürüne boyun eğip onlar da üç maymunu oynadılar.
1990’lı yılları yaya bırakan koyu bir sansür uyguluyorlar.
Her ne kadar sosyal medya bu koyu sansürü delmek, etkisiz hale getirmek için önemli bir olanak olsa da...
Halklarımızın büyük çoğunluğunun sosyal medya, internetle ilişkilerinin olmaması, şovenizm zehriyle uyutulmaya devam etmeleri memleketin temel sorunu olmaya devam ediyor.
Kısadan hisse...
Berfinlerin çığlığına batıdan ses olmak, olmaya çalışmak insanım diyen herkesin boynun borcu.
Görenlerin, duyanların daha çok çalışması, daha çok konuşmasından, yazmasından başka çıkar yol yok.
Tabi bütün bu söylenenlerin, yapılanların halka ulaştırılması görevi ülkenin aydınlık insanlarını bekliyor...
***
Çarşamba sabahı Sennur Sezeri, Sennur ablamızı yitirdik.
Dün de sevenleri onu son yolculuğuna uğurladılar.
Onu ve emeklerini hiç unutmayacağım.
Unutmayacağız!..
Adnan abiye, ailesine, sevenlerine, yoldaşlarına metanet diliyorum.
Işıklar içinde uyusun güzel kadın...
Yıldızlar yoldaşı olsun... (FE/HK)